Vatandaşlık kavramı devletlerle ve devletlerin varlığıyla alakalı bir kavramdır. Bu belli bir bölgeye ait ve belli bir ulusa ait olmayı ifade eder. Bu çiğnenerek bir sakız haline gelmiş olan bir ifade olan “milliyetçilik alçakların sığınağıdır” sözünün doğruluğuna da gönderme yapar. Vatandaşlık ya da yurttaşlık kavramları anarşistlerin – kendin enternasyonalist diyenleri bir yana bırakarak – asla savunmadıkları ve kendilerini içinde ifade edemeyecekleri kavramlardır.
Modern düşünürlerin bir kısmına göre bu kavramın tanımı o kadar kolay değildir. Çünkü bu kavramın kapitalizm ve modernizm öncesi anlamlarıyla bugünkü anlamları oldukça farklıdır. Bugün bu kavramın ilgili olduğu alan aile, askerlik hizmeti, birey, özgürlük, din, etnik kimlik ve kültürel oluşla da alakalı olarak düşünülüyor.
Enternasyonalist olması dolayısıyla Marksizmin teorisi dahi bugünkü anlamda bir vatandaşlık kavramına sahip değildi. Türk solunun büyük bir kısmı kemalizm ve onun etkileri altında olmaktan hareketle ulusalcı olarak tanımlanabilir. Fakat aynı dönemde enternasyonalist olma ile vatandaş olma arasında bir fark koymayan üçüncü dünyacı teorilerin etkisi enternasyonalizme bir açılımın da simgesi idi. Kendini Türk devletinin vatandaşı olarak görmek kadar devrimcilikten azade bir hal olamazdı 1970’lerin atmosferinde. Ve zamanın devrimcileri şimdi Kürt hareketlerinde varolan; Kürt ulusunun ferdi ve gelecek bir Kürt devlerinin vatandaşı olmaya gönderme yapmazlardı.
Ulus ya da millet kavramlarının uydurma kavramlar ve devletlerin de uydurma ve sonradan yaratılmış kötülük; tahakkümün vücut bulmuş olan bir hali olduğunu biliyoruz. Devlet sırf kötülüktür ve vatandaşlık kavramının devletin rıza üretmek için kralın ya da padişahın tebaasını onore etmek için uydurduğu kavramlar olduğunu biliyoruz. Bu kavramın altını ulusa ve devlete hizmet etmeye dair vatandaşın yükümlülükleri doldurur.
Dünyanın bugünkü haline baktığımızda vatandaşlık ve vatandaş olma kavramının göçmen ve göçer ya da sığınmacılar için bir silah olarak kullanıldığını görmemek mümkün değil. Özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan sığınmacılık ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sıklaşan sığınmacılık halleri; Batılı devletlerin daha totaliter ve denetleyici olma durumları onları sınırlarına tel örgüler çekme ve dışarıdan gelen ötekileri denetleme “gerekliliği” ile karşı karşıya bırakmıştır. Bugünün batı demokrasisi kaba totaliter yapıdan daha ince ve topluma sirayet eden bir totaliterliği, kitlelerin beynini de iğdiş ederek, topluma giydirmiş görünüyor. Daha da “akıllıca” ve rasyoneliteye dayalı bir sistem inşa edilerek totaliter yapı sağlamlaştırılmış ve kitleler devletle – sivil toplum örgütleri ve yarı sivil devlet örgütleri vasıtasıyla toplumsal muhalefet denetlenebilir hale getirilerek – büyük oranda bütünleşmişlerdir.
Devlet insanı tüketmiş ve kendi gibi kılmıştır. Ötekileri oradakilerden ayırmak için vatandaşlık önemli bir kavram olarak kullanılmış ve vatandaş olan bizden olan olarak kabul ettirilmiştir. Göçmen, sığınmacı ve dışarıdan gelen her kişi bir nefretin öznesi haline getirilmiştir.
Avrupalı toplumların damarlarında akmakta olan ve ulus devletlerin kurulması sürecinde de oldukça habis hale gelmiş yabancı düşmanlığı İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler ve Almanya’nın toplama kampları ve toplu katliamlarıyla göze çarparken, bu habis hastalık sadece Almanya ve birkaç Avrupa ülkesi değil; tüm dünyayı ve özellikle Avrupa ve Amerika’nın her tarafına yayılıp topluma nüfuz etmiştir. Avrupa’daki faşizmin izi yabancı düşmanlığı üzerinden ortaya çıkmış ve göçmen düşmanlığı bunun en önemli göstergesi olmuştur.
Ortadoğu ve Suriye’deki savaşın tüm tarafları bu savaşın içerisinde yer almayan insanları sadece araç ve kullanılacak şeyler olarak görmüyorlar. İnsanların canları, kişilikleri, teklikleri göz ardı ediliyor, pazarlık masalarında koz olarak kullanıyorlar.
Bugün hengamesi kopan ve Suriyeli insanlara vatandaşlık verilmesine dair kopan tartışmalara dair söz söylemek dahi abes olmakla birlikte yükselen Suriyeli ve zaten ezelden beri var olan; Kemalist ve laik kesimde var olan Arap düşmanlığı, zaten damarlarında kemalizm kokan Kürt ve Türk çevrelerde de yeniden ortaya çıkmış durumda.
Faşizmin Sağ’ı Sol’u yoktur. Faşizmin Türkiye topraklarında asıl varlık alanı bulduğu toprak sol olmuştur. Gerçek anlamda kitle faşizminin yatağı bugün sol topraklardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi ve Cumhuriyet kurulduğu andan itibaren adeta devletin kendisi olan sol parti CHP kitlesi yaygın türk faşizminin yatağı konumundadır.
Bugün AKP’ye muhalefet adı altında göçmenlere ve özellikle Suriyelilere karşı başlatılan kampanyanın ardında on yıllardır laik çevrelerde propagandası yapılan bir Arap düşmanlığının payını görmemek mümkün değildir. İslamcı çevreleri de sarmış olan bu yabancı düşmanlığı, milliyetçi damarla birleşince başka bir faşizmin hortlamasının işaretini veriyor.
Bugün dünya çapında faşizme karşı olmanın temel kıstası ve madunun yanında olan çevrelerin duruşlarında esas olan tavır yabancı düşmanlığına karşı olmalarıyla ölçülmelidir. Aksi halde Avrupa’yı sarmış ve sarmalamış olan faşist partilerden bir farkları kalmayacaktır. Bugün Avrupalı faşist partiler ekoloji, kadın ve gay hakları, sosyal ve siyasal haklar konusunda değme solcu ve özgürlükçü partiler kadar ilkeliyken, tek farkları vatandaşlık hakları temelinde göçmen, sığınmacılara karşı yabancı düşmanlıklarıyla ortaya çıkıyor.
Anarşizm ve vatandaşlık kavramlarına gelince: vatandaşlık kavramına olumsuz yaklaşımın doğruluğu ve tutarlılığı sabittir; mevcut konjonktürde en azından yaşam şartları ve olanaklarının rahatlaması adına, pratik bir durum olarak göçmenlerin sığınmacı statüsü kazanmaları ve vatandaşlık almaları bir ülkeden başka bir ülkeye göç etmiş bir bireye önerilebilecek bir şey olarak duruyor. Hele ki vatandaşlığa alınmaya karşı kopmuş olan hezeyanları görünce… Bu sadece pratik bir şeydir. Anarşistler ya da anti-otoriterler vatandaşlık kavramına karşı olsalar da – şeytan azapta gerek – göçmen ve sığınmacıların hallerinden ve yaşam şartlarından görece iyileşmelerin sağlanacağı tek hedef vatandaş olmalarıdır. Bunun hangi amaçla yapılıyor olduğu ve politik gündemde politik getiri için kullanılıyor olup olmaması aslında hiç de umurumuzda değil. Eğer ben hasbelkader tercihim olmasa da, bu topraklarda bu devletin vatandaşı olarak yazılmışsam, buraya gelen – hoş gelen ve sefa gelen – kişiler de yazılmalıdırlar gibi basit bir önerme hayati bir duruma çözüm olarak görünmektedir.
Numan Bey
Views: 29