[Jacques Ellul’un Teknoloji Toplumu adlı eserinin kısımlarını peyderpey yayınlamaya başlıyoruz. Ekoloji hareketi ve düşüncesinde silinmesi mümkün olmayan bir iz bırakan bu eserin dikkatlice okunması ve değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Kısacası bir klasik olan bu eseri burada yayınlamak önemli bir tercihtir düşüncesindeyiz. İyi okumalar.
İtaatsiz.org]
Teknoloji Toplumu adlı çalışmasında Jacques Ellul, teknik medeniyetimize dair kapsamlı ve güçlü bir sosyal felsefe formüle ediyor. Thorstein Veblen’in Mühendisler ve Fiyat Sisteminden daha az keskin olsa da elinizdeki kitap, yine de teknisyenlerin istila ettiği bir topluma sahip olmanın sonuçlarına ilişkin araştırmaların ölçeğini genişletiyor. Ellul’un kitabı, Oswald Spengler’in İnsan ve Tekniğinden daha renkli ve keskin; Lewis Mumford’un üçlü eserinden de daha analitiktir -her ne kadar Ellul, tarihsel kanıtlan Mumford’dan daha ihtiyatlı ve daha az güvenle ele alıyorsa da. Bu kitap, Siegfried Giedion’un Mekanizasyon Egemenliği Ele Alıyor başlıklı çalışmasından da daha geniş kapsamlı, daha sistematiktir. Ellul’un konusunu ele alan kitaplar içinde, tekniğin egemenliğinin insanın bugünü ve geleceği için anlamının ne olabileceğine dair okuyucuya bir fikir vermeye en fazla yaklaşanı Giedion’un kitabıdır. Kısacası, arasıra görülen eksiklikleri ne olursa olsun. Teknoloji Toplumu, yazarın giderek teknik tarafından domine edilen bir medeniyetin asli trajedisi dediği şeyi yeni baştan incelememizi gerektiriyor.
Teknisizmin getirdiği moral değerler erozyonuna yaptığı vurguya rağmen, Ellul, ne çağa uygun makine düşmanı bir yazı yazmış ne de sosyolojik bir vahiy kaleme almıştır. Teknofobiyanın süreklileştirdiği boş laflarla tamamen aşina olduğunu, çoğunlukla da onların klişelerinden kaçınmayı başarabildiğini gösteriyor. Gerçekten, bu klişeleri ustaca parçalara ayırarak, tipik olarak boş iddialarını gösteriyor. Sarsılmaz zihniyetli analizlerin yerine basit bir moral ton veya patırtılı şikayetler koyuyor da değil. Katkısı çok daha önemlidir. Modem toplumda tekniğin rolünü inceliyor ve kendine özgü biçimde bizim olan teknik medeniyetinin gelişimini kimi kritik değişikliklerle anlamamıza yardım eden bir düşünce sistemi sunuyor.
Bize düşen, Ellul’un kendine özgü temel kavramlarına onun atfettiği özel anlamları kaydetmek. Teknik kavramıyla, mesela, makine teknolojisinin ötesini kastediyor. Teknik, önceden belirlenmiş bir sonucu elde etmek için her standartlaşmış araç kompleksine gönderme yapıyor. Bu nedenle, spontane ve düşünülmemiş davranışı, düşünülmüş ve rasyonelleştirilmiş davranışa dönüştürür. Teknik insan sonuçlara, standartlaşmış araçları harekete geçirmenin yakın sonuçlarına kendini kaptırır. Nükleer savaş silahlarının muazzam etkinliğine hayran kalmadan edemez. Her şeyden önce, belirlenmiş herhangi bir hedefi başarabilmek için hiç bitmeyen “en iyi tek yol” arayışına adamıştır kendini.
Bizim medeniyetimiz, giderek teknik bir medeniyettir. Bununla Ellul, tekniğin durmadan genişleyen ve geri döndürülemez yönetiminin hayatın tüm alanlarına yayılmasını kastediyor. Dikkatsizce incelenen amaçlara sürekli geliştirilen araçlar bulma arayışına bağlanmış bir medeniyettir bu. Gerçekten, teknik, amaçlan araçlara dönüştürür. Bir zamanlar kendi başına değer verilen şey, ancak başka bir şeyi elde etmeye yaradığı için değerlidir”. Tam tersine, teknik, araçları amaca da dönüştürür. “Know-how”, zirve bir değer kazanır. Tekniğin hayati etkisi, kuşkusuz en fazla ekonomide belirgindir. Artan bir sermaye birikimine yol açar – Marks tarafından ileri görüşlülükle gözlemlendiği gibi. Büyük sermaye birikimleri, devletin artan kontrolünü gerektirir. Bir zamanlar büyük ölçüde işletmelerle sınırlı olan planlama, ekonominin bütünü için gündelik iş haline gelir. Tekniğin hakimiyeti, ekonomiye merkeziyetçilik dayatır (bireysel sanayi firmalarım desantralize etmek için görünüşte karşılaştırmalı olarak sonuçsuz çabaya rağmen), çünkü teknik belli bir derecenin ötesinde bir kere gelişince, planlamaya etkin bir alternatif yoktur. Ancak bu kaçınılmaz süreç gayri şahsidir. Merkeziyetçilik yönünde tüm dünyadaki hareketin kötü devlet adamlarının entrikalarından kaynaklandığına sadece safdiller gerçekten inanabilir.
Entelektüel iktisat disiplininin kendisi de teknikleşmektedir. İçinde ekonomik faaliyetin moral yapışma büyük bir ilginin olduğu eski politik ekonominin yerini teknik ekonomik analiz alıyor. Sonuçta, doktrin yönteme dönüşüyor. Diğer altınlarda olduğu gibi bu alanda da, teknisyenler gruba özgü kendi kavramlarıyla kapalı bir kardeşlik oluşturur. Bundan başka, ne olması gerektiğinden farklı olarak, sadece olanla ilgilidirler.
Siyaset de rakip teknikler arasında bir yarış alanına dönüşür. Teknisyen, ulusu siyasal insandan hayli farklı görür. Teknisyen için geliştirdiği araçları uygulayacağı bir başka alan olmanın ötesinde bir şey değildir ulus. Devlet, onun için, insanların iradesinin bir ifadesi, ilahi bir yaratık ya da sınıf çatışmasının bir ürünü değildir. Hizmetler sağlayan ve etkili biçimde çalıştırılması gereken bir işletmedir. Devletleri göreli adaletleri bakımından değil, teknik araçları etkili biçimde kullanma kapasiteleri açısından değerlendirir. Siyasal doktrin, neyin iyi olduğundan çok, neyin faydalı olduğu etrafında döner. Amaçlar kaybolur, verimlilik temel kaygı olur. Tekniğin yoğun ve ilkesiz kullanımına en uygun siyasal biçim olarak diktatörlük güç kazanır. Bu da demokrasiler için tercih seçeneğini daraltır. Ya onlar da etkili tekniğin bir versiyonunu (merkezi kontrol ve propaganda) kullanırlar ya da geriye düşerler. Tekniğin egemenliği üzerindeki sınırlamalar giderek belirsizleşir. Kamuoyu bir kontrol sağlamaz, çünkü o da büyük ölçüde “performansa” yöneliktir ve ister ekonomi veya politikada isterse sanat veya sporda olsun teknik, performansın temel aracı sayılır. Tekniğin egemenliğinin kendisine ve dünyasına ne yaptığını anlamayan modern insan, endişe ve güvensizlik duygusuna kapılır. Anlayamadığı değişimlere uyum sağlamaya çalışır. Propaganda çatışması, fikirler tartışmasının yerini alır. Teknik, egemenliğini sorgulayan fikirleri boğar, kamuoyu tartışmaları için yalnızca bir teknik medeniyetin yarattığı değerlerle büyük ölçüde uyum içinde olan fikirlere açar. Toplumsal eleştiri boşa çıkarılır, çünkü çok sayıda insana ulaşmak için gerekli teknik araçlara ancak küçük bir erişim vardır.
O halde Ellul’un anlayışında hayat, tekniğin egemen olduğu bir medeniyette mutlu bir hayat değildir. Dışa dönük mutluluk gösterisi bile topyekün teslimiyet pahasına elde edilir. Teknoloji toplumu, insandan, sevmesi istenilen şeylerle hoşnut olmasını ister. Hoşnut olmayanlar içinse oyalayıcı şeyler sunar: tekniğin hakim olduğu popüler kültür ve iletişim medyası tarafından içine alınma. Ve bu süreç doğal bir süreçtir. Bir teknik medeniyetin her parçası bizzat tekniğin yarattığı toplumsal ihtiyaçlara cevap verir. O halde gelişme, tedrici bir gayri insanileşmedir – meşgul, anlamsız ve sonunda da tekniğe ölümüne teslimiyet.
Burada önemli nokta, Ellul’a göre, tekniğin tüm bunları plan olmaksızın meydana getirmesidir. Hiç kimse bunun böyle olmasını istemiyor veya bunu düzenlemiyor. Teknik medeniyetimiz, Makyaveliyen bir plandan kaynaklanmıyor. Tekniğin “gelişme yasalarına” bir tepkidir. Bu tezi öne sürüp yayarken, Ellul, modern çağda tekniğin sosyal, politik, ekonomik ve felsefi anlamına ilişkin büyük tartışmayı yeniden açıyor. Ellul ile hemfikir olmak veya ondan öğrenmek zorunda değiliz. Varsayımlarınızı yeniden gözden geçirmeye ve kendi kasvetli kestirimlerindeki hataları araştırmaya teşvik etmesi anlamında bize kışkırtıcı bir kitap sunmuştur o. Bunu yaparak da, bizim toplumumuzun bir kitle toplumu haline geldiği şeklindeki sıradan iddianın ötesini görmemize katkıda bulunuyor, o toplumu daha iyi anlamamızı sağlıyor.
ROBERT & MERTON Ocak 1964 Columbia Üniversitesi
Views: 136