III. II. DEVLET ŞİDDETİ
Tolstoy’un Hristiyanlığı yeniden keşfinden çıkardığı temel ders, her seferinde gelecekte daha fazla şiddete yol açacağından, şiddetin asla meşru görülemeyeceğiydi.[1] Bu yüzden devlet eleştirisinin devlet şiddetinin muhtelif boyutlarına odaklanması şaşırtıcı değildir.
Savaş
Tolstoy, her ne kadar savaşı devlet şiddetinin insanlıktan en uzak örneği olarak kınayacak olsa da klasik eseri Savaş ve Barış’ı da elbette içeren erken dönem romanlarının, savaşın suretine karşı çok daha az yargılayıcı bir cezbeyi ele verdiğini teslim etmek gerekir.[2] Greenwood bu yüzden Tolstoy’un ilk romanlarından birkaçında savaşı yaşamın kaçınılmaz bir parçası olarak görmekle kalmayıp, olgunun kendisiyle ondan epik, şiirsel ifadelerle bahsedecek kadar sorunsuz olduğunu söyler.[3]
Ne var ki Hristiyanlığa döndükten sonra Tolstoy’un bu cezbesi hem savaş sürecine, hem de “Hristiyan” devletlerin İsa’nın öğretisine bariz bir biçimde karşı olan bir eylemi meşrulaştırmalarındaki riyakârlığa karşı açık bir tiksintiye döner. Romanlarındaki savaş betimlemeleri ne kadar etkileyici olursa olsun, Tolstoy edebi yeteneğini artık savaşı anlamsız bir vahşetin dayanılmaz bir portesi olarak resmetmekte kullanır. Hristiyanlık ve Vatanseverlik’te Rusya’nın kaçınılmaz olarak gireceği bir sonraki savaş için şunları öngörür:
“Ve yüzbinlerce basit, müşfik insan, karılarından, annelerinden ve çocuklarından koparılıp, ellerinde ölüm saçan silahlarla, ruhlarındaki ıstırabı şarkılarla, hovardalıkla ve votkayla bastırarak, nereye sürülürlerse oraya yürüyecekler. Uygun adım yürüyecek, donacak, açlık çekecek ve hastalanacaklar. Bazıları hastalıktan ölecek ve sonunda bazıları, insanların onları biner biner öldürecekleri yere varacak ve onlar da nedenini kendileri de bilmeksizin, daha önce hiç görmedikleri ve kendilerine herhangi bir kötülük yapmamış, yapması da mümkün olmayan binlerce başkasını öldürecekler.”[4]
Daha önce savaşı nasıl kabullenmiş, hatta estetik açıdan yüceltmiş olursa olsun, Hristiyanlığa döndükten sonra Tolstoy ondan nefret etmiştir (bu da Tolstoy’un entelektüel gelişiminde hiç değilse bir ölçüde kırılmaya işaret eder).
Tolstoy’un görüşünde “savaş, silahlı adamların”, yani orduların, “mevcudiyetinin kaçınılmaz bir sonucudur.”[5] Her hükümet ordunun varlığını, kendisini komşu devletlerden korumak gereğiyle haklı çıkarır ancak bu, “bütün devletlerin birbiri için söylediği şeydir,” yani nihayetinde “devletin gücü, bizi komşularımızın saldırılarından korumak şöyle dursun, aksine kendisi böyle saldırıların bir tehdit oluşunun nedenidir.”[6] Sadece (başka) ordular var olduğu için bizim de bir orduya ihtiyacımız olduğuna ikna olabiliriz ama o zaman da bizim ordumuzun varlığı ötekileri, kendilerinin de bir orduya ihtiyacı olduğuna inandırır. Nedenselleştirme döngüseldir ve kendi kendini haksız çıkarır.
Tolstoy, orduların gerçek amacının elitlerin çalıntı ayrıcalıklarını korumak olduğu kanısındadır; bu ayrıcalıklar “komşu çetelerden” olduğu kadar, kendi “köleleştirilmiş halklarından” da çalınmıştır.[7] Bir bölüme önsöz olarak Tolstoy, Lichtenberg’in şu sözlerini alıntılar, “Eğer bir seyyah, uzak bir adada ateşe hazır toplarla korunan evlerde yaşayan insanlar ve o evlerin etrafında gece gündüz devriye gezen nöbetçiler görecek olsaydı, adada haydutların yaşadığını düşünmekten kendini alamazdı. Avrupa devletlerinin durumu bu değil midir?”[8] Orduların koruduğu yalnızca başka devletleri talan ederek haksızca kazanılmış şeylerle, ülkenin köleleştirilmiş halkından çalınanlardır ve devletin halkını köleleştirmekte kullandığı başlıca araç, Tolstoy’a göre hukuktur.
Hukuk
Tolstoy, “Köleliğin özü […] yasamanın mevcudiyetinde –kendileri için faydalı olacak yasaları yapma gücüne sahip insanların varlığında bulunur,” diye duyurur.[9] Bütün kanunların ortak özelliği, uygulanmalarının ceza tehdidine bağlı olmasıdır: eğer bir kişi onların gereklerini yerine getirmezse, “Bu yasaları yapanlar silahlı adamlar yollayacak ve bu silahlı adamlar, yasalara uymayan kişiyi dövecek, özgürlüğünden mahrum edecek, hatta öldürecektir.”[10] Şiddet ya da şiddet tehdidi, yasaların uygulanması için elzemdir ve bu da köleleştirmenin apaçık bir işaretidir: “Kendi iradenizin tersine, başka insanların isteklerini yerine getirmeye zorlanmak köleliktir.”[11] İnsanları iradelerine rağmen bir kanuna uymaya zorlamak için şiddet kullanıldığı müddetçe kölelik var olacaktır.
Tolstoy sorunun, hukuk ile sosyal çoğulculuğun bir araya gelişinde yattığını öne sürer. Devletin her fiili bazıları tarafından iyi, diğerlerince kötü görülür. Devletin herhangi bir fiili ya da herhangi bir yasası hakkında ihtilafa düşen birileri oldukça, devletin tüm fiilleri uygulanmak için eninde sonunda şiddete başvurmayı gerektirecektir.[12] Dolayısıyla, mantıken devletin her fiili kölelikle sonuçlanır. Başlı başına devletin varlığı, kaçınılmaz biçimde şiddete ve köleliğe bağlıdır.
Dahası, Tolstoy yasaların halkın iradesini yansıttığı fikrini reddeder, “Çünkü” der, “Bu yasaları çiğnemeyi arzu edenlerin sayısı daima onlara uymayı arzulayanlardan fazladır.[13] Daha isabetlisi eğer yasalar halkın iradesini yansıtsaydı, onları uygulatmak için şiddete başvurmak gerekmezdi.” “Aslında,” diye iddia eder Tolstoy, “Herkes bilir ki yalnızca despotik ülkelerde değil ama sözde en özgür olan ülkelerde –İngiltere, Amerika, Fransa ve diğerleri– bile yasalar herkesin değil, gücü elinde bulunduranların iradesiyle yapılır ve bu nedenle her zaman ve her yerde ister çok sayıda, ister az, isterse de tek bir adam olsun, güç sahiplerinin çıkarlarına göre biçimlenir.”[14]
Böylece Tolstoy, otoriter rejime karşı temsili demokrasiyi yeğlemek için öne sürülen klasik görüşü reddeder. Tolstoy’un kitaplarından bir bölümün başındaki, üslubu kendisi tarafından yazıldığına işaret eden, anonim bir önsözde şunlar okunabilir:
Yüz adam arasında bir kişi doksan dokuza egemen olsa, bu adaletsizdir, despotizmdir; on kişi doksanı üstünde egemen olsa, bu da aynı biçimde adaletsizdir, oligarşidir ama elli biri kırk dokuzuna egemen olduğunda (ki bu sadece teoride böyledir çünkü gerçekte egemen olanlar bu elli bir kişinin sadece on, on biridir) bu tamamen adildir, özgürlüktür! Aşikâr saçmalığıyla bu akıl yürütmeden daha komik bir şey olabilir mi? Gel gör ki siyasi yapıda reform yapmaya kalkan herkesin temel aldığı işte bu akıl yürütmenin ta kendisidir.[15]
Tolstoy’a göre çoğunluk iktidarının bir şekilde “adaletin”, “özgürlüğün” vücut bulmuş hali olduğu fikri tam bir saçmalıktır. Demokratik olsun olmasın, “yasalar, onlara uymayanları dövmeyi, özgürlükten mahkûm bırakmayı ve hatta katletmeyi içeren organize şiddet vasıtasıyla hükmeden insanlar tarafından yapılmış kurallardır.”[16] Yasalar, iktidar sahipleri tarafından kendi çıkarları doğrultusunda yazılır ve uygulanmak için şiddete gereksindiklerinden, fiiliyatta köleliğe işaret ederler.
Tolstoy ayrıca insanları yönlendirmek, onlara cemiyetin bütününün esenliğini sağlayacak biçimde yaşamanın yollarını öğretmek gerektiği savını da ele alır. Prensipte “tamam” der Tolstoy ama yasa yapanların “üzerinde şiddet uyguladıklarından daha ferasetli” olduklarının kanıtı nedir?[17] “Aslında,” diye devam eder, “Kendilerine, insanlara şiddet uygulama iznini vermeleri, onlara tabii olanlardan daha çok değil, daha az feraset sahibi olduklarını gösterir.”[18] Şiddet uygulayan bir rehber ne ferasetlidir ne de akılcı. Başka bir anonim bölüm önsözünde yazdığı gibi, “Eğer yalnızca şiddetle yönlendirilebilecekse, insan neden akıl sahibidir?”[19] Tolstoy için şiddet ve akıl birbirlerini dışlayıcıdır:
İkisinden biri: insanlar ya akılcı varlıklardır ya da akıldışı. Eğer akıldışı varlıklarsa hepsi akıldışıdır ve öyleyse aralarındaki her şeyin belirleyicisi şiddettir, o zaman da bazı insanların şiddet kullanma hakkına sahip olmasının, diğerlerinin olmamasının bir nedeni yoktur. Bu durumda devlet şiddetinin hiçbir haklı nedeni olamaz. Ama eğer insanlar akılcı varlıklarsa ilişkilerinin, iktidarı bir şekilde ele geçirmiş olanların şiddetine değil, aklına dayanması gerekir. Bu durumda yine devlet şiddetinin hiçbir haklı nedeni olamaz.[20]
Tolstoy için, hiçbir hükümet halkı terbiye etmek için şiddete başvurmayı akılcı bir biçimde haklı çıkaramaz. Toplumsal düzen ya akılla ya da şiddetle sağlanabilir.
Yaşamının son yıllarında, Çarlık Rusyası gitgide artan bir siyasi kargaşa içindeyken, Tolstoy hem hükümetin hem de devrimcilerin amaçlarını meşrulaştırmak için şiddete başvurmakta aynı ölçüde ahlak dışı davrandığını iddia eden bir risale yazdı.[21] Ama, diyordu risalede, devrimciler yalnızca hükümetin onlara öğrettiği biçimde davranıyordu. İnsanları köleleştiren yasalarla yönetilen şedit bir devlet “terbiye” etmişti onları. Bu yüzden şiddet içeren davranışları, serkeş ebeveynlerini taklit eden yaramaz bir çocuğunkileri andırıyordu. Ancak çocuğun davranışlarının anlaşılır olması gibi, devrimci siyasetin de en azından tutarlı olduğunu ileri sürüyordu Tolstoy, “Hükümetin aksine devrimciler Hristiyan olduklarını iddia etmiyor, aksine tüm dinleri inkâr ediyorlardı; hükümetin aksine eylemleri, inandıklarını ilan ettikleri felsefeyle uyumluydu.”[22]
Özetle Tolstoy, ister demokratik ister despot hükümetlerce yapılmış olsun, bütün yasaların şiddetle ve kölelikle eş değer olduğunu düşünüyordu. Doğaları gereği bu yasalar kimseyi terbiye edemez – yalnızca aklın varlığına son verir ve yasaların varlık sebebi yalnızca halkın iktisadi istismarıdır.
Alexandre J. M. E. Christoyannopoulos
Çev. Yasemin Reis
[1] Kennan. “A Visit to Count Tolstoi.”; Tolstoy, Leo. “The Law of Love and the Law of Violence.” in A Confession and Other Religious Writings.çev. Jane Kentish. London: Penguin, 1987.
[2] Tolstoy, Leo. War and Peace.çev. Aylmer Maude, Louise Maude. Ware: Wordsworth, 1993.
[3] Greenwood, Tolstoy. (Özellikle 4.bölüm)
[4] Tolstoy, Leo. “Christianity and Patriotism.” The Kingdom of God and Peace Essays. çev. Aylmer Maude. New Delhi: Rupa, 2001, s. 449. (Bu noktada belirtmek gerekir ki Tolstoy’un dili açıkça erkek merkezlidir, daima erkekler üzerine konuşur, asla – ya da pek nadiren- kadınlar üzerine konuşmuştur. Onun keskin sesini aktarmak için Tolstoy’un sıksık alıntılanan kendi sözleriyle burada belirgin olan, bu talihsiz eğilim yansıtılamaz olmasına ragmen bu makaleye de müteesiren yansıtılmıştır.)
[5] Tolstoy. “Patriotism and Government,” s. 520.
[6] Tolstoy, Leo. “The Kingdom of God Is within You.”The Kingdom of God and Peace Essays.çev. Aylmer Maude. New Delhi: Rupa, 2001, s. 199.
[7] Tolstoy. “The Kingdom of God Is within You,” s. 190-192.
[8] Tolstoy, Leo. “Bethink Yourselves!” Recollections and Essays. çev. Aylmer Maude. London: Oxford University Press, 1937, 253.
[9] Tolstoy, Leo. “The Slavery of Our Times.”Essays from Tula.çev. Free Age Press. London: Sheppard, 1948, s. 108.
[10] Tolstoy, “The Slavery of Our Times,” s. 110.
[11] Tolstoy. “The Slavery of Our Times,” s. 120.
[12] Lyof N. Tolstoi.What l Do? London: Walter Scott,s. 148.
[13] Tolstoy. “The Slavery of Our Times” S. 109-110. Bu tez itiraf etmek gerekirse gerçekten de sorgulanmalıdır. Fakat Tolstoy’un işaret ettiği şey şudur: Yasalar varlıklı azınlık tarafından yoksul çoğunluğun aleyhine yapıldığından dolayı halkın büyük bir çoğunluğu böyle bir adaletsiz yasamaya karşı durmaktadır. Böyle bir yasa onların taleplerini temsil etmez.
[14] Tolstoy. “The Slavery of Our Times.” s. 111.
[15] Tolstoy. The Law of Love and the Law of Violence. 1 165.
[16] Tolstoy. “The Slavery of Our Times.” s. 112.
[17] Tolstoy.“The Slavery of Our Times.” s. 118.
[18] Tolstoy.“The Slavery of Our Times.” s. 118.
[19] Tolstoy. “The Law of Love and the Law of Violence.” s. 161.
[20] Tolstoy.“The Slavery of Our Times.” s. 119 (Tolstoy’un vurguları)
[21] Tolstoy, Leo. “I Cannot Be Silent.”Recollections and Essays.çev. Aylmer Maude. London: Oxford University Press, 1937.
[22] Tolstoy. “I Cannot Be Silent.” s. 404-409.
Views: 186