Tüm sol çevrelerde (kendisini sol’un içinde gören anarşistler dahil) günler öncesinden hummalı hazırlıklara neden olan bir 1 Mayıs’ı daha geride bıraktık. Cümleten geçmiş olsun. Satırlara başlarken hemen belirtelim ki bu yazının amacı 1 Mayıs üzerine tarihsel bir değerlendirme yapmak değil sadece bulunduğumuz yerden 1 Mayıs nasıl görünüyordu ve bu süreçte neler yaşadık onlara bir göz atmak.
En yumuşağından en sertine en barışçısından en militanına en ulusalcısından en enternasyonalistine kadar solun ve sosyalistlerin ne yaptığının ya da ne dediğinin bizim açımızdan fazlaca bir önemi yok. Bizi ilgilendiren kendimiz dâhil anarşistlerin neler yaptığıdır.
1 Mayıs’a gelen süreçte kendi adımıza herhangi bir hazırlık yapmadığımızı hemen belirtelim. Bunun başlıca nedeni ise 1 mAyıs’ın misyonunun Taksim’in 1 Mayıs alanı olarak devlet tarafından da kabul edilmesinden sonra bu misyonun bitme noktasına gelmesi. Mitinglerin son birkaç yılda sendikalar ve devlet işbirliği ile düzenlenmiş resmi bir geçide dönüşmüş olmasıdır.
Bunu şablonu bir nebze olsun kendi çapımızca kırabilmek amacıyla ne yapabiliriz üstüne biraz düşünelim dedik ve bu resmi gösterinin kenar süsü olmaktan kaçınmak için en azından “emek en yüce değerdir” söylemi üzerinden adeta çalışmanın yüceltiliyor olmasına karşı birşeyler söylemek istedik. Aramızdaki tartışmalarda, “zorunla çalışma” ve ücret sisteminin tekno endüstriyel sisteme esaret üreten en önemli mekanizmalar olduğu konusunda aramızda mutabık kaldık. Ne var ki bu mesajı ne şekilde ifade edeceğimiz eylemi nasıl ve kimlerle birlikte örgütleyeceğimiz konusunu pratiğe geçirmeyi hem zamanın darlığı hem de yeterince biraraya gelememek nedeniyle gerçekleştiremedik. Bu yüzden zorunlu çalışmaya karşı çıkan ve sonradan “Çalışma patronunu ye!” olarak belirlenen pankartın ardında daha kalabalık yürüme şansını bu yıl kaçırdık. Bu yıl mitinge bağımsız olarak katılmama kararına tam varmak üzereyken son anda ani bir refleksle kendi pankartımızı açarak öyle katılmaya karar verdik ve “Çalışma Patronunu Ye!” böylece doğdu.
Gönül isterdi ki bütün anarşist gruplar kendi pankartları ve sloganları ile arkalı önlü tek bir gövde halinde mitinge katılsınlar ama bu olmadı. Nedense her bakımdan birbirlerine solculara oranla çok daha yakın olan anarşistler yine bir arada yürüyemediler. Gruplara bakılırsa: Anarşist blok (çeşitli otonomlar, yeryüzüne özgürlük), Devrimci anarşist faaliyet (DAF), Toprak ve Özgürlük ve itaatsizler şeklindeydi. Bunlardan başka birçok anarşist arkadaşımız GDA ve Kentsel Dönüşüme Direniş grubu ile birlikte yürümeyi tercih ederken yine kendilerine uygun kortej bulamayan pek çok anarşist de yüzergezer halde miting alanında yeraldı. Bizler “itaatsizler” olarak pankart açmaya karar verdiğimizde mevcut durum üzerinden bir değerlendirme yaparak DAF kortejinin arkasında yürümeyi kendimizce daha uygun bulduk. Genel anarşist sloganlara katılmanın yanında, “Devrim yapılmaz, satın alınmaz ya içinizde ya hiçbir yerde!” ve “Kahrolsun okullar, yaşasın çocuklar!” sloganlarını attık.
Son yıllarda Anarşist Blok ile DAF arasında süregelen bir gerilim olduğunu bildiğimizden bu grupların ayrı ayrı kortejler oluşturmasını pek yadırgamadık ancak Toprak ve Özgürlük kolektifi en azından bu gruplardan birinin arkasında ya da önünde yürüyebilirdi diye düşünmekteyiz.
Bu yılın en önemli artısı anarşistler arasında 1 Mayıs öncesi ve sonrasında bir olay hariç gerilim yaşanmamış olmasıydı. 1 mAyıs’tan yaklaşık bir hafta önceki o olayda da tarafların gayet sağduyulu davranması olayın tırmanarak bir provokasyona dönüşmesine izin vermedi.
Bununla birlikte eski dönemlere göre varılmış olan bu olgunluk düzeyi yine de birtakım yanlışlıkları açıkça söylememize engel olmamalı.
Bunların başında bütün anarşistlere sormamız gereken soru şudur; “neden anarşistler birlikte yürüyemiyorlar ya da yürümek istemiyorlar?” Bu soruya “çünkü biz ayrı yürümek istiyoruz” şeklinde cevap vermekle herhangi bir cevap vermiş olmazsınız. Sorular “neden” diye devam eder. Sözü çok uzatmak yersiz sadede gelelim. Ortada bir siyasal rekabet durumu var. Solcuları taklit ederek örgütlenmeyi adam devşirerek çoğalmak olarak algılayan bir zihniyeti tüm sonuçları ile birlikte ortadan kaldırmadıkça anlaşılan bu siyasal rekabet kültürü anarşistlerin anti otoriter dayanışma reflekslerini iğdiş etmeye devam edecek.
Bu arada Anarşist Blok saflarında baştan sona maskeli ve kapşonlu bulunan yürüyüş başlayınca bankalara, otobüs duraklarına ve global markaların mekanlarına saldırıya geçen bizim tabirimizle “kaza kırım ekibi” ne dair birkaç şey söylemek isteriz. Kapitalizmin mülkiyetine zarar vermeye ve tahakküme karşı öfkeli olmaya hiçbir itirazımız yok, ancak bu olayda ortada tek bir polis ve devlet tahriki yokken önceden hazırlanmış maske, daire içinde A’lı mont zincir ve siyah kapşonlu giysilerle bir anarşist isyancı tipolojisi çizilmesini önceden planlanmış kırım eylemini fazlaca politik ve teatral bulduğumuzu anaakım medyanın sunduğu mevcut gösteriye bir biçimde dahil olmak olarak gördüğümüzü bu yüzden “öfkeli olmak iyidir” sözünü bu eylem için geçersiz bulduğumuzu belirtmek isteriz.
Daha içtenlikli ve sahici isyan günlerini yaşayabilmek dileğiyle…
itaatsiz.org
Views: 38