Kropotkin devletin kökenini ele aldığı makalesinde, anarşizmin bir örneği olarak Anabaptist hareketten bahseder; gerçi Anabaptist mezheplerin bugünkü üyeleri ve ateist anarşistler böyle bir bağlantıdan rahatsızlık duyacaklardır. Anabaptizmin modern mirasçıları Mennonit, Amiş ve Hutterit mezhepleridir. Öğretilerinin temelinde, kökenleri nihayetinde Augustinus’un Tanrı’nın Şehri kitabına dayanan “iki Krallık” teolojisi vardır. Augustinus’a göre iki şehir vardır: Tanrı’yı hor görüp kendini sevmenin dünyevi şehri ve kendini hor görüp Tanrı’yı sevmenin semavi şehri. İkincisi, yani Tanrı’nın şehri kendini kilisede belli eder. Kilise hem dünyevi hem de semavi şehirlerin unsurlarını bünyesinde barındırdığından, Tanrı’nın şehri olarak tanımlanmamalıdır. Devlet, dünyevi şehre uygun düşer. Gerçek bir Hıristiyan devleti, kiliseyle yakın ilişki içindedir, kiliseyi yüceltir ve barışı korur. Kilise ve Hıristiyan devleti kaçınılmaz olarak karşılıklı bağımlılık ve yükümlülük içindedir.
Kilise-devlet ilişkilerinin Orta Çağ tasarımına model olan bu şema Anabaptistler tarafından değiştirilmiştir. Bu sayede, devletin ve yönetimin temsil ettiği dünyevi şehir ya da krallık, “dünyevi” ve gayri-Hıristiyan olarak görülür. Hıristiyan devlet ya da yönetim diye bir şey olamaz, zira bunlar yasalara uymaya zorlamak için meşru şiddet kullanımı prensibine dayanırlar. Hıristiyanlar şiddet kullanamayacağına göre, hükümete ya da devlet idaresine katılamazlar. Dahası sağduyulu kişiler ve kilise üyeleri olarak Hıristiyanların, buna bağlı olarak da Tanrı’nın Krallığı’nın bir yönetime falan ihtiyacı yoktur. Yönetimler bu dünya krallığının kurumları olarak dünyevi ve günahkâr insanlar içindir. Tanrı’nın krallığında bir yönetime ihtiyaç yoktur. Hıristiyanlara düşen, onlardan uzak durmak ve işleyişlerine katılmamaktır. Aynı zamanda, vicdanlarına ters düşmediği sürece onlara itaat etmelidirler. Kayser’in hakkını Kayser’e vermelidirler. Ancak askeri bir örgütlenmeye ya da polis kuvvetine katılmamalıdırlar. Siyasi bir göreve gelmek, bunlar için oy kullanmak ya da insanları ölü- me ya da hapse gönderebilecek olan jürilerde görev almak da caiz değildir.
Gerçek bir Hıristiyan, krallığın dünyevi organizasyonu, yani kilise aracılığı ile Tanrı’nın Krallığı’nın üyesidir. Sonuçta bu inananların ve günlük yaşamlarında İsa’nın öğretilerini uygula- yanların cemaatidir. Seküler yönetim alanında ise inananlar tam, eşit ve gönüllü üyeleri oldukları toplulukların idaresindedirler. Kilise gönüllü bir akdî birliktir; kişi bu birliğe üye olmak mecburiyetinde değildir. Üyelerin doktrine ve kilisenin kurallarına göre yaşaması beklenir. Bu doktrin ve düzenlemeler hiyerarşik bir elit grup tarafından belirlenmez, tüm dini cemaatin kolektif ürününü temsil eder.
Bununla birlikte cemaat üyeleri arasından kura ile seçilen din adamları vardır; bunlar kilise ayinlerini yönetirler; kilise doktrinin yorumlanmasında ve günahkâr olduğu iddia edilen kişilerle ilgili verilecek kararlarda önemli bir rol oynarlar. Papazlar ve piskoposlar topluluk içindeki nüfuzlu kişilerdir; en azından, cemaatin tamamının olmasa bile büyük çoğunluğunun düşünme tarzını etkileyebilirler. Fakat kendi başlarına keyfi olarak karar alma güçleri yoktur. Cemaatin bir üyesi günah işlemekle itham edildiğinde, bu durumu bütün üyeler duyar ve karara katılır. Nihai ceza, doğru yoldan sapmış olan kişinin üyelikten atıldığı “kardeşlikten atılma” cezasıdır; birbirine oldukça sıkı bağlarla bağlanmış hayli entegre bir mezhep olan Anabaptist cemaatinde bu daima ciddi bir ceza anlamına gelir. Öte yandan, bir kişiye böyle bir ceza verilmeden önce söz konusu kişi toplanmış olan cemaatin önünde günah çıkarmaya ve af dilemeye teşvik edilir. Böyle bir rica hiçbir zaman geri çevrilmez ve mesele kapanır. Bunu yapmayı reddetmek tüm bir kiliseye karşı gelmek manasına gelir ve topluluğun tamamına karşı gelmek nihayetinde en ciddi suç olur. Kardeşlikten atılma sadece üyelikten atılma anlamına gelmez, kiliseden tamamen uzak durmak ve dini ayinlere de katılamamak demektir. Hutterit kolonilerinde ve Amiş cemaatlerinde genel işleyiş tarzı bugün böyledir. Onlara müdahale eden bir polis ya da mahkeme yoktur; aralarındaki anlaşmazlıkları topluluk içinde devletsiz ve yönetimsiz bir sistem çerçevesinde çözerler, fakat tabii ki bu sistemin temelindeki nihai yaptırım Tanrı’nın takbihidir. Böyle bir sistem, tartıştığımız diğerlerinde olduğu gibi, doğaüstü yaptırımların doğaüstü gücüne inanmayı gerektirir. Kişinin müminler cemaatine öyle bir bağlılığı vardır ki, cemaatten uzak durma ve kardeşlikten atılma dayanılmaz bir ceza olarak algılanır ve bu cezalar sapkın davranışları engelleyecek denli etkili caydırıcılardır. Böyle cezalandırılanlar hem cemaate karşı gelmeye devam etmeyi, aynı zamanda da cemaat içinde yaşamayı hiç de kolay bulmaz.
Tanımlanan diğer toplulukların aksine, bu Anabaptist grupları devletler içinde varlıklarını sürdürürler, dolayısıyla daima nihayetinde yasaların hükmü altındadırlar ve belli bir yönetime bağlıdırlar. Gene de bu onların kendileri için uyguladıkları sosyal kontrol sistemini etkilemez, yani ulus-devletlerin hükmü altında olmasalar da sistemleri aynı kalacaktır. Böyle pek çok grup, örneğin Hutteritler, aşağıda tartışılan ortak-niyetli toplulukların karakteristiklerini taşır.
Views: 52