19 Teknoloji Toplumu – Büyük Umutlar – Jacques Ellul

0
1642

“Değişik insani eylem sistemlerinin değişik sosyal, siyasal ve ekonomik koşullara tekabül etmek durumunda olduğu fikrini kabul edersek, liberal kapitalizmin geçmişteki etkinliğinin bugünkü etkinliğinin teminatı olduğu tezini onaylayabilir miyiz? Unutmayalım ki etkinlik açısından Rus ve Alman planlı ekonomileri birer başarıydılar. Bir savaşla karşı karşıya kaldığında ABD de planlı bir rejimi benimsedi. Bunlar, Anglo-Saksonların önemli demokratik duyarlılığının öngördüğü ihtiyat payıyla kaydedilmelidir.”

Tekniğin Önünü Kestiği Ekonomik Sistemler. Halihazırda önerilen ekonomik çözümleri üç sisteme indirgerken Jean Marchal haklıdır. MarchaTın üç sistemi; korporatizm, planlama ve liberal müdahaleciliktir. Ancak planlı ekonomi sisteminin piyasa ekonomisi sisteminden esasında daha rasyonel olmadığını doğru biçimde gözlemledikten soma, “iki sistem arasındaki tercih, tümüyle bilimsel değerlendirmelerden ziyade felsefi tercihlerden kaynaklanmaktadır” ve “bu sistemlerden ikisi de top- yekün bir rasyonellik iddiasında bulanamaz” derken yanlıştır.

Bir sistemi diğerine göre tartan veya ikisi arasındaki tercihe yol açan şey felsefi tercihler değildir. İkisinden hangisinin mantıksal olarak üstün gelmesi gerektiğini kendime soracak olsam, kitlelerin “felsefi” tercihlerinden sözediyor olmam. Tarihi belli bir istikamet almaya yönelten verimlilik (etkinlik) ve başarıdır, bir şekilde karar almak durumunda olan insan değil. Sorun, kişisel karar veya tercihle ilgili değildir; en muhtemel olanı çıkarma meselesidir. Şu an için hangi sistem en etkindir? Şu an için ifadesinde ısrar ediyorum. Liberal kapitalizmin bir asır önce olağanüstü etkin oluşunu açıklamak için bir anlam taşımıyor bu. İfade doğrudur ve bunu reddetmek istemiyoruz. Ama şu an için ne demeli? Değişik insani eylem sistemlerinin değişik sosyal, siyasal ve ekonomik koşullara tekabül etmek durumunda olduğu fikrini kabul edersek, liberal kapitalizmin geçmişteki etkinliğinin bugünkü etkinliğinin teminatı olduğu tezini onaylayabilir miyiz? Unutmayalım ki etkinlik açısından Rus ve Alman planlı ekonomileri birer başarıydılar. Bir savaşla karşı karşıya kaldığında ABD de planlı bir rejimi benimsedi. Bunlar, Anglo- Saksonların önemli demokratik duyarlılığının öngördüğü ihtiyat payıyla kaydedilmelidir.

Bununla birlikte, yeniden dönüşün hemen ardından 1950’de Amerikalılar yeni bir programa girişmeye mecbur kaldılar. Yalnızca (tam istihdam açısından kesin avantajları olan) bir silahlanma programı değildi bu. Bir grup ülkeyi kapsayan ve Truman’ın Dördüncü Noktası’nda ifade edilen sağlam bir programdı. Bu programlar planlı bir ekonomiyi öngörüyordu.

Öyle görünüyor ki bugün gerçeklerden kaçamıyoruz. Ve, meseleye ilişkin teorik yargılarımız ne olursa olsun gerçekler bizi planlı bir ekonomiye doğru yönlendiriyor. Uzun dönemli planlı ekonomilerden sonra trendin tersine çevrilip çevrilemeyeceği de sıkça soruluyor. Ama başka bir meseledir bu.

Planlı bir ekonomide ortaya çıkan bu sabit ve katı programların, doktrin ve hedefler ne olursa olsun neden giderek daha büyük ölçeklerde benimsendiğini sormamız gerekir. Bunun tek cevabı, planlamanın, arzu edilir görüneni daha süratle ve daha tam olarak yapma imkanını bize verdiğidir. Modern toplumda planlama asıl teknik yöntemdir. Mutlaka en iyi ekonomik çözüm demek değildir, ama em iyi teknik çözümdür. Teknikten yapabileceğini istemeliyiz, daha fazlasını değil. Planlı ekonomi piyasa ekonomisinden daha rasyonel değildir derken Marchal bu nedenle haklıdır. Daha büyük tasarruflara yol açacağı hiç de kesin değildir. İktisat biliminin meşgalelerinden bilinin, bir sonucun mümkün olan en ekonomik açıdan elde edilip edilmediği olduğunu anlıyorum. Fakat bu muhtemelen sadece soyut bir bakış açısıdır ve her halükârda talidir. Aynı sorun, savaşta insan hayatını feda etmekte tereddüt gösteren bir general ile her ne pahasına olursa olsun zafer isteyen ve bunu elde etmek için de her şeyi feda etmeye hazır bir general arasında da baş gösterir. Ne yazık ki, 18. yüzyıldan bu yana ki tecrübemiz, fedakârlık göstermekte tereddüt eden generalin hep kaybettiği yolundadır. Aynı sorun, “atık” meselesinde de kendini gösterir. Hız, yoğunluk ve tutarlılıkta plan tekniği üstün çıkar. Atıklar olabilir. Bundan tamamen emin olunamaz. Ancak unutulmamalıdır ki atıkların boşatılması liberal kapitalizme yöneltilen en hazır eleştirilerdendi. Atıkların tekniğin gelişimiyle azaltılabilmesi mümkündür. Bugün için her ikisini de söyleyebilecek durumda değiliz.

Bu gözlemler, bir durumda tekniğin varolduğu diğerinde olmadığı ifadesinde özetlenebilir. Ancak işler o kadar da basit değil. Muhalif kalarak mümkün çözümleri (mesela korporatizm ve planlama) kurgulamak standart bir uygulamadır. Ancak, tersinin tümüyle yapay olma ihtimaline karşı da dikkatli olmalıyız. Kendimizi uzmanların yargısına terk etmemeye çalışmalıyız. Önemli mesele, perspektif meselesidir. Her sistem farklı unsurlardan oluşur. Bu unsurları farklı perspektiflere koyar, böylece farklı yargılara ulaşabiliriz. Uzman, belli spesifik unsurlara vurgu yapacaktır. Ya verili bir sistemi öngörecek; bu durumda da yargısı planlı ekonomi ile korporasyon ekonomisinin açıkçası benzeşmediği şeklinde olacaktır. Ya da sistemi, başarılarının tüm boyutlarındaki pratik gerçekleşme perspektifinden öngörecektir. Bu durumda, bir korporasyon (veya korporatif üretim sistemleri) yapışırım yine, gerçekten somut ayrıntılarda, planlı ekonominin yapısıyla aynı olmadığı yargısına varılacaktır.

Verili bir sistemin kendi başlarına önemli olan bu unsurları, sistemi izole etmek yerine toplum kompleksine ve tarihin genel akışına yeniden entegre ettiğimizde önemini kaybeder. Bu durumda önem kazanan, ilişki içindeki unsurlardır. İlişkiler sadece iç tutarlılık anlamına gelmez, çok önemlidirler. Ekonomik sistem ile devlet arasındaki bağlantıdırlar (teknik araçlarıyla, değişik sınıflarıyla ve ulusal biçimdeki yapılarıyla) ve karakteristikleşirler. Burada kastettiğimiz teorik bağlantılar da değildir, rejimin iç icabından kaynaklanan gerçek bağlantılardır. Bu açıdan bakıldığında, korporatif ekonomi ile planlı ekonomi büyük ölçüde birbirine yaklaşır. Öylesine ki her iki sistem de (a) ekonomiye ilişkin sağlam bir tavır takınır, (b) ekonomiyi kesin matematiksel yöntemler bazında yönetir, (c) işi şansa bırakmayan bir yüksek topluma ekonomiyi entegre eder, (d) ulus ve devlet çerçevesinde onu merkezileştirir -korporatif ekonominin bir devlet sisteminin dışında bugün bir başarı şansı yoktur, (e) ekonomiye gerçek demokrasinin topyekün dışlanmasıyla bir biçimsel demokrasi boyutunu benimsettirir, ve (f) inşayı kontrol edecek tüm muhtemel teknikleri kullanır. Maddi yapılarındaki farklılıklara rağmen iki sistemin akrabalıkları açıktır.

Gerek korporatif ekonominin gerekse planlı ekonominin erişmeye çalıştığı hedef ve bu hedefe ulaşmada benimsenen araçlar özdeştir. Yalnızca dışsal biçimler değişir. Bu biçimleri karşılaştırmak faydasız. En iyi biçimin, ortak hedefe en iyi uyarlananın hangisi olduğuna tarih karar verecektir.

Üç mümkün ekonomik yolun olduğu görüşü bu nedenle bana kesin gelmiyor. Sadece iki tane vardır. Ve yalnızca biri bu tekniklerin kullanımını gerektirir. Diğeri, baş yeri tabiata verir. (Burada yine doğal ile yapayın kadim karşıtlığı var. Yapay olan, sanatın ifadesini [techne) temsil ediyor). Korporatizm ile planlama arasındaki benzerlikten ziyade tam özdeşlik kaydedilmeli. Korporatizm, geleneksel, kültürlü, burjuva mentalitesine adapte olmuştur. Planlama ise yenilikçi, proleter, sahte-bilimsel mentaliteye. Fakat ikisinin de davranışı temelde aynıdır. Objektif açıdan bakıldığında sonuç da, insan toplumunun gerçek yapısı açsısından, özdeş olacaktır. İkisi arasındaki tercihe gelince, iktisatçıların önerdiği teknikleri en iyi kullanan sistem üstün gelecektir. Şimdiye kadar, bu teknikleri kullanmada kuşkusuz planlı toplum korporatif toplumdan daha iyi görünüyor. Korporatif toplum, planlı toplumun reddettiği bir teknik dışı mülahazalar kümesinin -duygusal veya doktriner- etkilenmesine sebep oluyor. Planlı toplumda siyasetin büyük bir ölçekte müdahale ettiği, bunun da teknik olmadığı şeklinde bir itiraz yöneltilebilir. Bu durumda da hangi tür bir siyasetin kastedildiğini sorarım. Göreceğimiz üzere, planlamayı benimsemiş ülkelerde siyaset de teknikleşme eğilimi taşımıştır.

Politika ile ekonomi arasındaki karşıtlığa ve aralarındaki ilişkilere dair ciddi incelemeler belki de yirmi yıl öncesine gider. Her ikisi de teknikte bir ortak payda buldukça aralarındaki karşıtlık da azalma eğilimi gösterdi. Gerek ekonomi gerekse politik ortam eşzamanlı olarak teknik yönteme tabi olduklarında politikanın ekonomiye müdahalesi sorunu büyük önem taşımaktan uzaklaşır. Kişisel etki, özel ilgi veya moral yargılarla artık aynı önemi taşımaz. İkisinin bir araya gelmesi henüz bütünüyle tamamlanmadı. Bu da Hitler’in Almanyası’nın özel zayıflığını oluşturuyordu. Fakat, teknik açıdan büyük siyasal ve ekonomik makinelerin üstesinden gelmek bir on yıl alır.

Tüm bu mülahazalar, korporatif ekonomiyle planlı ekonomi arasındaki temel benzerliğe işaret ediyor. Yalnızca bu ekonomik davranış kaldı. Ancak onlar da uç boyutlarında değerlendirilmemelidir. Planlı bir toplum, her detayın plana entegre edildiğini göstermez. Ne de plan en mütevazı araçları sağlar. Benzer şekilde, liberalizm de tümüyle anlaşılamaz. Yapı politikası (dağıtımın geliştirilmesi gibi) ile refah politikası (kararlaştırılmış belli araçların, mesela paranın, ekonominin kendisine etkisi) arasında bir ayrımın yapıldığı bir “liberal müdahalecilikten” artık pek bahseden yok. Devlet ekonomiyi artık kendi başına bırakmıyor, ama devlet müdahalesi müteşebbislere biraz inisiyatif sağlayacak, piyasaya da (kontrollü) özgürlük verecek derecede esnektir. Fransa’daki en iyi beyinlerin tavrıdır bu. Onlar, sadece bir denge arzusu ve “orta yol”a geleneksel bir güven tarafından değil, aynı zamanda insani ve konformist olmayan unsurlarca da yönlendiriliyor. Bu unsurların arzu edildiğini veya devlete stratejik bir rol biçmenin (yurttaşlara taktik özgürlüğü ayırırken) cazip bir konsept olduğunu reddetmiyorum. Ancak burada mümkün olanı arıyorum ben. Böyle bir ekonomik konum, teknik koşullan gerçekten yerine getirebilir mi? Derinlemesine hayata geçirilebilir mi? Gerçekten soyutlarsak cevap elbetteki evettir. Oysa gerçeğe geri döndüğümüzde, liberal konumun mümkün alternatiflerin en zorunu temsil ettiği derhal görülür. Teknik ile özgürlük, devlet ile özel teşebbüs arasında bulmaya çalıştığımız denge stabil değildir. Sürekli olarak test edilmekte olan dengenin hep yeniden kurulması gerekir. Bu mücadelede bireyden istenen gerilim, bana öyle geliyor ki ciddi bir sorunu gündeme taşıyor. Bireyden, kendi faaliyetinin çerçevesini kuracak amansız çabayı elde etmek mümkün müdür? Ve de bu çerçeve içindeki faaliyeti sürdürülebilecek midir? Bir başka deyişle, bu denge, ekonomik kalkınma için en iyi durum mudur? Yapısal çerçeveyi elde etmek için harcanan enerji, bir başka alanda sarf edilecek midir? Bir kere, her şeyden önce insan doğasını hesaba katmalıyız. Liberal gözetim altında tutulan bir ekonomide bu durum, tamamen planlı bir ekonomide olandan daha geçerlidir. Bunun nedeni, birincisinin, birey için belli bir ölçüde özgürlüğü gerektirmesidir. Kendi araçlarını seçmeye bırakılan insan, en zor yollan yahut en sıkı durumu seçmeyecektir. En az direnç olan hattı seçecektir. Kolaylığa, güvenliğe ve rahata dayanan toplumun ürünü olan yirminci yüzyılın insanından sözediyorum.

Benim gibi ortalama insan ya da tanıdığım girişimciler, başarısız bir gücü amansızca yeniden kurma pahasına kendi dengesini sürdürmeye pek hevesli değil. Bu koşullar altında, işlerin kötüye gittiğini görür. Basit, özet, kuşkusuz kaba ama yine de ona kolay yolu sağlayan bir çözümü çok daha tercih eder. Doğrudan müdahale araçlan mevcut olduğundan, ortalama insan, bunların kullanılmasını tercih eder (özel çıkarlar onu ormanın büyük hayvanlarının özgürlüğünü tercihe yönlendirmediği müddetçe). Doğrudan müdahale taraftarları, müdahalenin gerçekleşmesi için iki koşul sunuyorlar. Birincisi, devlette reformdur. Bu sayede tüm özel çıkarlar aşılacak, esnek ve gizli müdahale için yetkin organlarla donatıılacaktır. İkincisiyse, ekonomik olaylar silsilesi ile müdahale araçlarını ele alan tam ve eksiksiz bir ekonomik teoridir. Ancak bu iki koşul, bir tek koşul anlamına geliyor ki, o da tekniğin önceliğidir. Fakat o durumda aynı sorunlar meydana gelir. Tekniği potansiyelinin sınırlarına ulaşmaktan alıkoyma güçlüğü var. Birbirini karşılıklı olarak takviye eden ekonomik ve politik tekniklerin birleşmesinin ortaya çıkardığı zorluk var. Buna benzer şeyler. Gerçekten teknikleşmiş bir devlet (onun özelliklerini bir sonraki bölümde tartışacağız), yarım tedbirlerle tatmin olacak mıdır? Hiç değil. Yıkımın tohumları, liberal müdahaleciliğin temsil ettiği ekonomik biçimin kurulması için önerilen koşulların kendisinde saklıdır. Buradan da, böyle bir ekonomik biçimi kurma girişimini nihai çözüm değil sadece ara bir aşama kılan temel istikrarsızlık ortaya çıkıyor.

Bu gelişme, yani liberal müdahalecilikten tam planlı ekonomiye geçiş, daha kesindir zira liberal müdahalecilik çoğunlukla ne toplumun genel eğilimlerine ne de tarihsel duruma uygun düşer. Böyle bir ekonomik biçimin iktisat bilimi açısından geçersiz veya meşru olmadığını ima etmek istemiyorum elbette. Tavizlere imkan tanıyan ve başka değerleri korumak amacıyla kurtarılamayacağına inandığı belli değerleri terk eden bu çözümün, kolektivizmi el altından kurma yöntemi olduğu söyleniyor. Benim cevabım, meselenin esasen manevi olduğudur. Liberal müdahalecilik denen ekonomik konum, henüz hiç başlamamış olan manevi devrimi gerektirir.  Yine, tarihsel durum, “orta yol” felsefesinin açıkça aleyhinedir. Gerek savaşta gerekse barışta kendilerini bu istikamete yönlendirmeye çalışan halklara yöneltilen meydan okuma işte burada yatmaktadır.

Sovyetler Birliğinin varlığı basit gerçeği bir katalizör görevi görmekte, Sovyetler Birliği ile doğrudan ekonomik ilişkileri olsun veya olmasın yarı liberal ülkelerin iç durumlarını dönüştürmektedir. Bu noktada, birtakım başka sistemlerle rekabet içerisinde olan planlı bir ekonomik sistem sözkonusudur. Marchal’ın gösterdiği gibi, temas kurulduğu zaman, ticari gereklilikten ötürü kapitalist ülkeler kendilerini Sovyet sisteminin yanına yerleştirmeye mecburdurlar. Bir başka deyişle, planlama tekniği, rakipleri taklide zorlar.

Bu etki Gottfried Haberler tarafından çok güzel analiz edilmiştir. Ona göre, devlet sosyalizmi ve kolektivizmin gelişimi tüm ekonomik komplekste yansıma bulur ve ekonomik faaliyetin genelleşmiş bir rasyonelleşmesi ile dış ticaretin devlet tekeline geçmesiyle sonuçlanır. Ekonomik faaliyetlerini planlamayı seçmiş bir ülke, genel ulusal planlamaya uydurmak amacıyla dış ticaretine miktar kontrolleri koyacaktır. Kotalar ve döviz kuru kontrolleri konur; bunlar da mutlaka serbest faaliyet peşinde koşan ulusların ticaretine yansır. Haberler, zekice ortaya koyuyor ki, planlı ekonomileri olan ülkelere tepki olarak hür ulusların aldığı uluslararası ticaret tedbirleri de (eğer koordineli ve planlıysalar), bu ülkelerde belli bir dereceye kadar iç planlamayla sonuçlanmaktadır. Devletin uluslararası ticaret tekelleri, çok yanlı ve ayrımsız ticaretle sonuçlanamaz. Haberler, aynı zamanda, liberal temelde bir ticaret anlaşmasının planlı ekonomisi olan ülkelerle ekonomileri plansız olan ülkeler arasında mümkün olmadığım gösteriyor.

Dışarıdan gelebilecek kargaşalar göz önüne alındığında, bireysel teşebbüse dayalı refah politikasının hassas mekanizmalarını sürdürebilmek nasıl mümkün olur? Planlı ekonomi, ekonomik tekniğin dayattığı, modern toplumun büyük çoğunluğunun da istediği tek muhtemel çözümü temsil ediyor gibi. Gerçek mesele, yargılamak değil, anlamaktır.

Views: 46

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz