Demokrasi mitinin bir parçası oy çokluğunun kutsiyetidir. Seçmenler belli aralıklarla sandığa gider ve çoğunluk oyuyla bir lider seçerler; gizli oy demokrasinin en kutsal ritüellerinden biridir. Anarşistler ise bunun hiçbir şekilde özgürlüğün göstergesi olmadığını ileri sürer. Dahası, gene la Boetie’nin de gözlemlemiş olabileceği gibi, yöneticilerin oy çokluğuyla seçilmesi, kişilerin durumu kendilerinin kontrol ettiği yanılsamasına kapılmalarını sağlayan bir kurnazlıktır. Oy veren kişi aslında önceden seçilmiş bir grup içinden seçim yapar ve birbirine zıt ideolojiler arasında hiçbir seçim şansı yoktur. Herhangi bir batı ülkesinde bugün kazanma şansı olan büyük partiler arasındaki fark, Sovyetler Birliği veya Çin’de Komünist Parti içindeki fraksiyonlar arasındaki farktan daha büyük değildir. Hiç kimse, ABD veya Kanada’daki büyük partiler arasında, ideolojik ya da başka bir kalıcı geleneksel felsefi tezatlık olduğunu ciddi olarak iddia edemez. Ayrıca, seçmenlere, onlar adına görev yapacak birilerini seçmekte oldukları ve o kişilerin bu işi onların arzu ettiği gibi yapacağının hiçbir garantisinin olmadığı hatırlatılabilir. Her şeyden öte bu işin özünde itaate zorlamak vardır. Kamu görevlerine birilerini seçmek, size kimlerin baskı yapacağına dair sınırlı bir seçme hakkına sahip olmaktan çok da farklı değildir.
Çoğu zaman çoğunluğun seçimi bile söz konusu değildir. Bir kişi o göreve seçilir, çünkü diğer tek bir adaydan daha fazla oy almıştır ve aslında toplam oyun çoğunluğunu almış değildir. Ayrıca, oy vermeyen çoğunluk – sessiz çoğunluk – asla hesaba katılmaz. Oy vermeyenlerin ciddi bir çoğunluğu açısından, muhtemelen mevcut seçeneklerin arasında bilhassa destekledikleri biri yoktur. 1976 yılında Amerikan eyaletlerinden biri olan Nevada’da başkanlık seçiminde seçmenlere “hiçbiri” seçeneğini işaretleme şansı verilmiştir – anarşist oya en yakın şeydir bu. Oy verenlerin yüzde 3’ünden biraz daha azı bu oyu işaretlemiştir. Ayrıca yüzde 40-50’si de oy vermeye gelme zahmetinde bile bulunmamıştır.
Şunu sık sık duyarız: Eğer oy vermediyseniz şikayet etmeye hakkınız yoktur. Böyle bir argüman seçimin gerçek seçenekler sunduğu şeklinde hatalı bir varsayım öne sürer. Ve elbette ki gene hatalı bir şekilde sürecin kendisinin meşru olduğunu varsayar: Kişinin, keyfi olarak seçilmiş az sayıda kişi arasından birine otoriteyi delege etmesi ya da diyelim gardiyanını seçmesi gerekir.
Hepsinden öteye, çoğunluğun kutsiyetine dair temel bir ahlaki sorun vardır ortada. Çoğunluk kuralına bağlı olan demokrasi, bir kişinin ya da az sayıda kişinin yönetimine alternatif sunmaya çabalar, fakat genelde çoğunluğun ya da daha yaygın olarak en fazla oy alan kişinin diktatörlüğüyle sonuçlanır. Bu ahlak, doğru ve yanlışın, oy vermeye zahmet edenlerin çoğunluğu tarafından belirlendiğini varsayar. Ibsen’in Enemey of the People adlı eseri, çoğunluğa bel bağlamanın sonuçlarını canlı bir şekilde dramatize eder. Fakat azınlığın daha iyisini bilebileceği ya da kendi adına karar verme hakkının olduğu gerçeği bir yana, çoğunluğun azınlığı kendine uymaya zorladığı gerçeği de orada öylece durur.
Anarşist kuramcılar kadar üzerinde durduğumuz anarşik rejimler de alternatif bir karar alma mekanizmasını, yani fikir birliğini [konsensüs] vurgular. Herkes hemfikir olana ya da belli bir çözüm üzerinde muvafık olana dek mesele tartışılır veyahut böyle bir anlaşmaya varılamıyorsa, genelde ileriki bir tarihte tekrar ele alınmak üzere bir kenara kaldırılır. Kendi kültürel geleneğimizde Dostlar Cemiyeti (Quakerler) işlerini bu tekniği kullanarak yürütmektedir. Alınan kararlar toplantının amacına bağlıdır: Bir eylem planına kimsenin karşı koymadığı bir noktaya ulaşılması gerekir.
Bu yaklaşıma karşı pek çok argüman vardır. Öncelikle, çok fazla konuşma gerektirdiği kesindir. Bir keresinde, ortak bir amaca yönelik anarşist topluluk üyelerinden biri, grubunun asıl işinin konuşmak olduğunu söylemişti. Fakat konuşmaktan daha insani ne olabilir, üstelik insanlar şiddete başvurmak yerine konuşuyorlarsa. Konsensüs politikaları genelde inatçı bir azınlığın işlerin yürümesini engelleyebileceği gerekçesiyle eleştirilir. Bazen gerçekten böyle olur, ama bu durum verimsiz ve zaman tüketici olabilen demokratik bir yasama meclisinde de yaşanabilir. Eğer kişi etkin bir sistem isterse, en iyisi yasamayı planlamak ve çabuklaştırmak için teknokratlardan oluşan seçilmiş bir komite atamasıdır, fakat bu durumda özgür bir toplum söz konusu olmaz; Orwell’in 1984 dünyası olur.
Fikir birliğine dayanan politikalara dair daha dikkate değer bir eleştiri, fiili olarak işlevsel olmamasına dayanır. İlk olarak, fikir birliğine dayanan politikalar ancak küçük gruplarda işe yarar, zira meselenin bir tür yüz yüze ilişki içinde, açık bir şekilde tüm yönleriyle tartışılması gerekir. İkinci olarak, pratikte herkesin eşit katılımı söz konusu değildir. Daha ziyade, toplum içindeki hatırlı kişiler diğerlerinin fikirlerini etkiler, böylece insanlar aynı düşünce çizgisine gelir ve hiç yoktan somut bir anlaşmaya varır. Aslında toplum içindeki hatırı sayılır kişiler genelde önceden müzakerelerde bulunup genel olarak kabul edilecek bir konumda karar kılarlar. “Direnen” ve fikir birliğini engelleyen herhangi bir kişi, “yanlış” yolda olduğunu görmesi için hatırlı kişiler tarafından “razı edilir.” Bu tür siyasi manevraların hepsi hem demokratik rejimlerde hem de başka rejimlerde aynı derecede yaygındır. Fikir birliğine dayanan sistemin avantajı, idealde, azınlık haklarını koruma açısından ahlaken diğerlerine üstün olmasıdır. Hantal ve zorlayıcı bir araç olabileceğini kabul etmek gerekir. Anarşistlerin kendisi de komünlerin ve kolektiflerin yürütülmesinde sık sık demokratik çoğunluk oy sistemine başvurmayı zorunlu bulurlar.
Fikir birliğine bir alternatif, kararları kura ile almaktır. Çeşitli Anabaptist mezheplerinde rahiplerin ve diğer kilise görevlilerinin seçiminde bu yönteme başvurulur; burada amaç, çoğunluk oy sistemine göre yapılan seçimlerindeki partizan politikalarından gelebilecek ayrımcılık ihtimalinden kaçınmak ve kendini kura ile ifade edebilecek olan Tanrı iradesine yer açmaktır. Öte yandan, kura ile yapılan seçim yüksek bir grup homojenliği ya da en azından olası adaylar arasında bir tür kontrol gerektirir. ABD’de diyelim bir kuradaki adaylardan birinin komünist olduğunu ve seçildiği takdirde neler olabileceğini bir düşünün.
Hem ahlaki hem de etkin bir karar alma sürecinin arayışı halen sürmektedir. En azından en küçük ve daha homojen gruplarda veya grup uyumunun önceliğini hedef edinmiş bir grupta fikir birliği tekniği daha avantajlı görünmektedir.
Harold B. Barclay
Views: 33