51 Teknoloji Toplumu – Bilinçsizlerin Zaferi – Jacques Ellul

0
976

Kaçış her zaman mümkündür. Gerçekten kendiliğinden seçilen bir çözümdür kaçış (üstelik kişinin teknik tarafından kuşatılışının bir başka boyutunu daha temsil etmektedir). Eğer gerçekten bir kurtuluş olamıyorsa birey yanılsamaya ve bilinçsizliğe kaçar. Modern insan (teorisyenlerden bahsetmiyorum) teknik dünyadan korkusunu bastırır ve kendisini eylemle veya daha iyisi eylem yanılsamasıyla mest eder. Zamanımızın en hakiki insanlarından biri olan Georges Navel teknik bir dünyada bile gerçek özgürlüğün mümkün oluşunun yaşayan bir tanığıdır. Ancak Navel, gayret göstermede, çilecilikte ve uzlaşmayı reddetmekte bu özgürlük için korkunç bir bedel ödemek zorunda kaldı. Ve dünyanın tatsızlığına çare bulmanın bir aracı olarak “siyasal katılımı” tavsiye etmesinin de gösterdiği gibi, Navel bile eylem yanılsamasından tamamen azade değildir.

Faaliyet programı, toplantıları ve üyeliğiyle parti siyasetiyle uğraşan kişi, denge bozukluğu sorunlarının çözümünü burada pekala bulabilir. Gerçekten, parti ne kadar çok şey isterse, çözüm de o derece etkili olur. Çok zaman önce komünizm, demokrasilerin faaliyetini hoşgörülemez bir aldatmaca ve “gerçek dışılığa kaçış” olarak tanıyordu. Onlar için demokratik politik “eylem” tümüyle faydasızdır. Marks’ın doğru olduğuna inandığım demokrasi analizinin ayrıntılarına girmeyeceğim. Ancak Marks’ın demokratik siyasal eyleme dair söylediği herşey, komünist siyaset için de geçerli geliyor bana. Hangi renkten olursa olsun kendini siyasal faaliyetin içine atan kişi, bir şey başarmakta olduğu izlenimini memnuniyetle edinmekte, haklılık ve tatmin hissetmektedir. Fakat acı gerçek şu ki, gerçek sorunu kesin bir şekilde bypass etmekte, bastırmaktadır. Doğal ve kolay anlaşılabilir olan bu tür telafi etme, yine de sadece insani çözülme ve yeni bir yabancılaşmayla sonuçlanır. Siyasal faaliyetin detaylı bir incelemesi, bizi bir kez daha aynı noktaya götürür. Siyasal faaliyet insanın teknik ortamda varolmasını sağlar. Yine de gerilemedir bu ve bilinçsizliğe genel geçişin bir sonucudur. Ancak çalışma için doğrudur bu; aslında insan hayatının tüm unsurları için geçerlidir. İnsanların hepsi, teknik tarafından kuşatıldıkları ve bastırıldıkları ölçüde, bilincin alt eşiğine geçme eğilimi taşır. Bilinçdışı, bu yüzden, insan hayatının seyrinde çok daha önemli bir rol oynama eğilimindedir.

Her teknik, her şeyden önce her insani teknik, bilinçdışına temel düzeyde hitap eder. Aynı zamanda, bilinçdışının eylem alanı belirttiğim baskılar sayesinde genişletilir. Psikanalistlerin “büyük rüyalar” dediği şeylerde teknik unsurların görülmeye başlaması hayli önemlidir. Belirli tipik rüyaların geleneksel figürleri -en uzak insani dönemlere kadar giden figürler- teknik araçlarca gösterilmeye başlıyor. Bastide, belli Kızılderili kabilelerinin rüyalarında otomobilin görülmesini kaydediyor. Burada önemli nokta, teknik bir icadın geleneksel sembollerin yerini almasıdır. Bir otomobilin bozulması, seksüel düzensizliğin sembolü gibi görünüyor. Bilinçdışının bu mekanik tesiri, insani olan hiç bir şeyin tekniğin etkisinden muaf olmadığını gösteriyor.

Sanatta teknik etkiye işaret edilmiştir. Gerçekten, bilinçdışını tamı tamına bilinçdışının makine tarafından etkilendiği kadar ifade eder. Sanatçı, insan ile toplumun dalgalanmalarını kaydeden bir sismograftır aslında. Kübistler ve soyut sanat ekolleri (şiirde, dadaizmde, düşçülükte olduğu gibi) bu derin gerçekliğin boyutlarıdırlar. Çok farklı biçimlerle Chririco, Leger ve Marcel Duchamp, bazen bilinçli bazen bilinçsizce makine ile insanın izdivacını gösteriyorlar bize. Ne kadar rasyonelseler de, mekanik dünyanın tuhaflığını ve bir çılgınlık estetiği olmadığı müddetçe teknik harekete dayalı bir estetiğin imkansızlığını da gösteriyorlar. Modern sanat ve şiirin büyük bir kısmı bilinçsiz olarak bizi çılgınlık istikametine sürüklüyor. Modern insan için başka yol yoktur gerçekten. Makine sadece çılgınlığa erişemez. Diğer her “sanat” biçimi tekniğe indirgenebilir. Sovyetlerin faydacı sanatını hatırlayın. Zamanımızın sanatçıları tek alternatifi çılgınlık ve teknik olan insanlar için gerçek bir estetiğin imkansız olduğu gerçeğinin en etkileyici tanıklarıdır. Geçmiş medeniyetlerin nadiren gördüğü sanatsal yeniliğin güçlerinin varlığına rağmen böyledir bu.

Modern sanat, daha eski biçim estetiği karşısında hareket estetiğiyle ilgili olduğu sürece, sürenin grafik temsile entegrasyonuyla Miro, Picasso ve Klee’nin “eşzamanlılığıyla” ilgilendiği müddetçe, gelişmeye muktedir bir sanat dünyası hâlâ mümkündü. Fakat şimdinin sanatçısı hâlâ makinenin dürtüsüne hükmedebilir ve temsil edebilir olmasına rağmen, ancak özünden koparılmış bir insana yeri olan bir dünyada tamamen işgal edilmiştir, güçsüzdür. İnsanları tekniğin pençesinden kurtarmak, belli yaşama imkanlarını insana geri vermek isteyenlerce yürütülen onurlu mücadeleye gereken saygıyı göstermeliyiz. Onların çalışma ve boş zaman üzerine araştırmalarını eleştirdiysem, amaçlarına itiraz ettiğim, yanılsamalarına, idealizmlerine güvenmediğim için eleştirdim.

Tekniğin bilinçdışına nüfuz edişini dikkate alırsak, tersini de yani onu güçlendirmek ve daha eksiksiz yapmak için bu nüfuz edişin diğer tekniklerce kullanılmasını da ele almalıyız. Propagandanın bilinçaltının teknik araçlarla manipülasyonuna dayandığını belirttim. Hedefi güvensizlik hissine dayalı bir “nörotik kompleksin” kurulması olan hipermodern polis yöntemleri de öyle. Teknik dünyamız bu duyguları kendiliğinden yaratmakla kalmaz, teknik nedenlerle ve insan üzerindeki eylemleriyle o teknik dünyanın yapılarını güçlendiren teknik araçlarla bunları önceden tasarlayarak bu yöntemleri geliştirir. Kayda değer bir ifadede Robert Ley, “Hâlâ özel bir birey olarak kalabilen tek kişi uykudaki kişidir” diyor. Bu sözler, münhasıran Nazi rejimi için söylenmiş sayılabilir. Ama onunla sınırlı değildir. Tüm insanların acımasızca teknikleşmiş dünyaya entegrasyonuyla ilgilidir. Bununla birlikte, Ley’in vecizesi, tekniğin rüyalara bile işlediğini gördüğümüz için tamamen kesin de değildir. Bu olgu, her bireyin düşünce ve duygularının yakasına yapışan “süper ego” bağlamında Freudiyen bir yorumlamaya da tabi tutulmuştur. Kolektif zorunluluk ile kitlesel asimilasyondan oluşan bu süper ego kavramı, “kitle insanı” etrafında odaklanan bir dizi gözleme götürür bizi.

Views: 190

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz