Teknik Tercihin Otomatizmi. “En iyi tek yol”, tekniğimizin karşılık geldiği formül budur. Kararlaştırılan yöntemin rasyonel bir bakış açısıyla, tatmin edici olacak şekilde her şey ölçülüp matematiksel hesabı yapıldığında ve yöntem pratik bakış açısından o zamana dek kullanılanların veya rakip yöntemlerin açıkça en etkilisi olduğunda, teknik hareket kendi kendini yönlendirir hale gelir. Bu sürece ben otomatizm diyorum.
Büyüklük açısından değerlendirildiğinde, sözgelimi 3 ile 4 arasında bir kişisel tercih sözkonusu değildir; 4, 3’ten büyüktür. Bu, kişisel yönü bulunmayan bir gerçektir. Hiç kimse ne bunu değiştirebilir, ne tersini iddia edebilir ne de kişisel olarak bundan kaçabilir. Benzer şekilde iki teknik yöntem arasında da bir tercih sözkonusu değildir. Yöntemlerden biri, kendisini kaçınılmaz biçimde ortaya koyar; sonuçları hesap edilir, ölçülüp biçilir, açıktır ve tartışma götürmez.
Eskiden öngörülemeyen ama şimdi gerçekleştirilen cerrahi bir operasyon, bir tercih konusu değildir. Neyse odur. Bu noktada teknik otomatizmin baş özelliğini görüyoruz. Bizatihi tekniğin kendisi, ipso facto olarak, göz yumma veya muhtemel tartışma olmaksızın teknikler arasından kullanılacak olanı seçer. İnsanoğlu hiçbir şekilde tercihin amili (agent) değildir. Hiç kimse insanın teknik gelişmenin amili olduğunu (bu konuyu daha sonra ele alacağım) mümkün olan teknikler arasında seçim yapanın insan olduğunu söylemesin. Gerçekte insanoğlu ne amilidir ne de benzer bir iş yapmaktadır. İnsan, çeşitli tekniklerden elde edilen etki ve sonuçları kaydeden bir aygıttır. Karmaşık ve bir ölçüde de insani motifler arasında bir seçim yapmaz. Yalnızca, maksimum verimliliği getiren teknik lehinde karar verir. Fakat bu tercih değildir. Bir makine de aynı işlemi yerine getirebilir. Bir açıdan mükemmel çıkan verili bir metodu terk ettiğinde insan yine de bir tercih yapıyor görünür. Oysa onun eylemi, yalnızca, sonuçları etraflıca incelediği ve söz konusu yöntemin bir başka açıdan daha az verimli olduğu sonucuna vardığı gerçeğinden kaynaklanır. Buna iyi bir örnek, büyük sanayi tesislerimizi mümkün olan en fazla derecede yoğunlaştırdıktan sonra o yoğunlaşmayı geri çekmemizdir. Başka bir örnek, daha sürekli bir verimlilik (kişi başına verimlilik daha az olsa bile) elde edebilmek amacıyla belli birtakım yüksek üretim sistemlerini terk etmek olur. Her zaman metodun kendisini geliştirme meselesidir bu.
Modem toplumun düzeltebileceği en kötü karalama, birtakım kimselerin veya sistemin bu teknik otomatizmi engellediği suçlamasıdır. Bir sendika liderinin “durgunluk anında verimlilik, sosyal bir beladır” diye ilan etmesi, bir protesto ve kınama furyasına yol açar, çünkü o kişisel bir yargıyı, üretilebilecek olanın üretilmesi gerektiği şeklindeki teknik aksiyomun önüne koymaktadır. Eğer bir makine verili bir hasılayı sağlıyorsa kapasitesi oranında kullanılmalıdır. Böyle yapmamak kriminal ve anti-sosyal bir davranış olarak değerlendirilir. Teknik otomatizm, yargılanamayabilir veya sorgulanamayabilir. En güncel, verimli ve teknik nitelikli süreç için hemen kullanım bulunmalıdır.
Komünizmin kapitalizme yönelttiği temel eleştiri, finans kapitalizminin getirisi olmayan teknik gelişmeye ket vurduğu veya teknik gelişmeyi sadece kendisi için tekel oluşturmak amacıyla teşvik ettiğidir. Her halükârda, Rubinstein’in belirttiği gibi, teknik gelişme kapitalizmde teknikle ilgisi olmayan nedenlerle gerçekleşir; eleştirilmesi gereken de bu gerçektir. Komünist rejim teknik gelişmeye dönük olduğundan, komünizmin üstünlük nişanesi tüm teknik gelişmeyi benimsiyor olmasıdır. Rubinstein, çalışmasını, bu gelişmenin Sovyetler Birliği’ndeki tüm çabaların gayesi olduğunu, bu ülkede hiçbir kısıtlamaya maruz kalmadan teknik otomatizmde hareket serbestîsinin var olduğunun söylendiğini belirterek bitiriyor.
Bir başka geleneksel analiz Rubenstein’inkini tamamlar nitelikte. Thorstein Veblen’in yaptığı bu ciddi çalışma, makine ile iş/işletme arasında bir çatışma olduğunu öne sürüyor. Başlangıçta buluşları hızlandıran finansal yatırım, şimdi teknik faaliyeti devam ettirmektedir. Kapitalizm, amacı daha verimli bir metot veya daha hızlı işleyen bir makinenin ipso facto ve otomatik olarak önceki metot veya makinenin yerini alması olan teknik faaliyete serbest bir hareket alanı tanımaz. Kapitalizm, tekniği kabul edilemez biçimde sonuçlara (tekniğe değil) tabi kılar ve teknik gelişmeyi ememez. Bu nedenle kapitalizm, bu faktörlere serbest bir hareket alanı tanımaz. Makinelerin teknik gelişme temposuyla değiştirilmesi tümüyle imkânsızdır, çünkü bir makineyi yenisi çıkmadan önce amorti edecek süre yoktur. Ayrıca, bu makineler ne kadar çok geliştirilirse ve böylece daha verimlileştirilirse, maliyetleri de o derece artacaktır.
Teknik otomatizm arayışı, kapitalist girişimi başarısızlığa mahkûm eder. Kapitalizmin tepkisi iyi bilinir: yeni makinelerin patenti alınır ve yeni makineler asla işletmeye konulmaz. Kimi zaman zaten faaliyette olan makineler elde edilip (1932’de İngiltere’nin en büyük cam fabrikası örneğinde olduğu gibi) imha edilir. Kapitalizm, teknik otomatizmi artık ekonomik veya sosyal düzlemde izleyecek durumda değildir. Tekniğin üretimine imkân sağladığı tüm malların soğurulmasını mümkün kılacak bir dağıtım sistemini geliştirmekten acizdir. Kaçınılmaz olarak aşın üretim krizlerine yol açar kapitalizm. Aynı şekilde, her bir yeni teknik gelişmenin boşa çıkardığı insan gücünden istifade etme yeteneği de yoktur. İşsizlik krizleri ardı sıra gelir.
Böylece Marx’ın eski şemasına dönüyoruz: kapitalizmi tehlikeye atan, onun nihai yok oluşunu haber veren, (her şeyin kendi çizgisine çekilmesi isteğiyle) teknik otomatizmdir. Bu, yerinde bir eleştiri olup iki şeye işaret etmektedir. Bir kere, otomatizmden söz ederken haklıyız. Eğer kapitalizmin durumu gerçekten tarif edildiği gibiyse, bu teknik gelişme otomatik olarak davrandığı için böyledir. Yöntemler arasındaki seçim, artık insan ölçüsüne göre yapılmamakta, hiçbir şeyin önleyemeyeceği mekanik bir süreç olarak gerçekleşmektedir. Tüm o gücüne rağmen kapitalizm, bu otomatizm tarafından ezilecektir. İkincisi; günümüz insanı için bu otomatizm doğru ve iyidir. Komünizm bu kapitalizm eleştirisini propaganda için başarılı bir sıçrama tahtası yapabiliyorsa bu, eleştiri geçerli olduğu içindir. Ve teknik gelişmenin dışında her şey (her şeyden önce Tanrı) sorgulanabilir olduğu için geçerlidir. Geriye yapacak bir şey kalmıyor; çok iyi işleyen, görünüşe bakılırsa dur durak bilmeden işleyen bir mekanizmaya hayretle bakmanın dışında. Fakat her şeye rağmen, tekniğe dair kesin bir hükme varılmamalı, ne de onun otomatizmine müdahale edilmeli. Teknik gelişmenin yol almasının otomatikleşmesi işte buradadır. Modern insan teknik gelişme üzerindeki kontrolden feragat ettiğinde ve tercihi kendisi yapabilmek için tekniği kendisine getiremediğinde.
O halde bu, teknik otomatizmin ilk boyutudur. Teknik daire içinde yöntemler, mekanizmalar, organizasyonlar ve formüller arasındaki tercih otomatik olarak: yapılır. İnsan, tercih yeteneğinden koparılmıştır, bu haliyle de tatmin olmuştur. Tekniğin yanında yeraldığında da bu durumu kabul eder.
Şimdi de otomatizmin ikinci boyutunu ele alalım. Teknik alanı uygun yerinde bıraktığımızda bir yığın teknik dışı araçla karşılaşırız. Bunlar arasında, başlangıç aşamasındaki bir tür yok etme süreci yürürlüktedir. Çeşitli teknik sistemler tüm alanları öylesine işgal ettiler ki o zamana dek teknik dışı olan yaşam biçimleriyle her yerde çalışır durumdalar. İnsan hayatı bir bütün olarak teknik tarafından batırılmamıştır. Rasyonel veya sistematik biçimde düzenlenmeyen eylemlere yer vardır. Ancak spontane faaliyetlerle teknik arasındaki çatışma, spontane faaliyetler için felaket gibidir.
Teknik eylem, teknik dışı her eylemi otomatikman ortadan kaldırır ya da teknik eyleme dönüştürür. Ancak, bilinçli bir çaba veya yönlendirici iradenin var olduğu anlamına gelmez bu. Modern insanı en çok ilgilendiren bir perspektiften, yani fayda açısından, her teknik eylem teknik dışı eylemden üstündür. Sözgelimi siyaseti ele alalım. Siyasetin ustalığı, çabuk kavrayışı, özel bir kabiliyet türünü, hatta dehayı; kısacası görünüşte şans eseri biraraya gelen kişisel nitelikleri içeren bir sanat olduğu söylenirdi. Eğer politika bir teknik eyleme dönüşecekse, şans ortadan kaldırılmalıydı. Başarılacak sonuçlar kesin olmalıydı. Şu veya bu derecede tüm insanların paylaştığı kestirilemezlik (öngörülemezlik) özelliği de yokedilmeliydi. Sonucun kesinliği elde edilecekse, bilhassa istikrarsız bu oyun için kurallar konulmalıydı. Zorluk büyüktü ama atom enerjisinden yararlanmaktan belki daha büyük değildi.
Siyasal tekniği kuran Lenin’di. Bunun için komple bir ilkeler dizisi formüle etmede başarılı olamadı, ama başından beri ikili bir sonuç elde etti. Sıradan bir politikacı bile, “metodu” uygulamakla, felaketleri savuşturacak ve tutarlı bir politik çizgiyi tutturabilecek iyi bir ortalama politikayı başarabilirdi. Üstelik metot, teknik olmayan politikadan kat be kat üstündü. Aynı sonuç, daha az kaynak, daha ucuz bir şekilde elde edilebilirdi.
Askeri düzlemde, Hitler tarafından uygulanan teknik, onun sadece mutlaka tekniğin doğrudan bir sonucu olmayan bir şeyi başarmasını sağlamadı, fakat daha önemlisi, tüm alanlarda (asker sayısı, askeri teçhizat sayısı, ekonomik güç vs.) yaklaşık beş kat bir üstünlüğe sahip olan bir düşmana karşı üç yıl boyunca direnebilmesini sağladı. (Savaş veya siyaset için teknik geliştirmek de bir deha işareti olsa da, Hitler’deki, Napolyon’da olduğu gibi askeri deha değil, teknikti). Bu direnme kapasitesi, Almanların muazzam askeri tekniğinden ve ulus ile ordu arasında geliştirdikleri mükemmel ilişkiden kaynaklanıyordu.
Aynı şekilde Lenin okulunun siyasal tekniği, diğer tüm politik biçimler üzerindeki (bu politik biçimler baskı yapacak son derece fazla kaynakları devreye soktuklarında bile) başarıları mümkün kıldı. Leninci politikaların akıntısı, rakiplerinin muazzam politik-ekonomik aygıtlarının üstün gücü karşısında belli dönemlerde geri çekilir. Fakat böyle bir politik tekniğe ancak başka bir teknik rakip olabilir. Amerikan politik tekniği çok geri olduğundan onun yerine muazzam bir kaynak harcaması yapmak zorunda. Muazzam ama verimsizce kullanılan kaynak ve aygıta karşı bir tekniğin üstünlüğü, tekniğin kendini gösterdiği noktanın gerçek bir dönüm noktası haline geldiği anlamı taşır. Tekniğin nüfuz ettiği bir çevre tamamen ve çoğu kere de bir anda teknik bir çevreye dönüşür. Arzulanan bir sonuç şart koşulmuşsa, teknik araçlar ile teknik dışı araçlar arasında imkan dahilinde bir tercih (hayal gücüne, bireysel niteliklere veya geleneğe dayanan) söz konusu değildir. Teknik araçlarla hiçbir şey yanşamaz. Tercih a priori olarak yapılır. Teknik olandan ziyade başka yöntemi kullanmaya karar vermek bir bireyin ya da grubun gücü dahilinde değildir. Birey bir ikilem içerisindedir. Ya kendi tercih özgürlüğünü korumayı seçer; geleneksel, kişisel, moral veya ampirik araçları seçer ve bu yolla da kendisine karşı etkili bir savunmanın olmadığı, ona karşı yenilmek durumunda olduğu bir güç ile rekabete girer. Ya da teknik gerekliliği kabul eder ki bu durumda kendisi muzaffer olacaktır, ama teknik köleliğe geri dönülmez biçimde teslim olarak. Gerçekte onun hiçbir tercih özgürlüğü yoktur.
Bugün biz, teknik olmayan her şeyin elimine edildiği bir tarihsel gelişim aşamasındayız. Bir bireye, bir ülkeye veya bir sisteme meydan okuma, yegâne teknik bir meydan okumadır. Yalnızca teknik bir güç bir teknik güce karşı durabilir. Başka ne varsa silinip süpürülür. Serge Tchakotin bize durmadan bunu hatırlatıyor. Psikolojik propaganda haykırışlarının ışığında ne cevap verilebilir ki? Kültüre veya dine müracaat etmek beyhude. Halkı eğitmek yararsız. Propagandaya ancak propaganda, tecavüze de ancak tecavüz karşılık verebilir. Hitler bunu Tchakotin’den çok önce Mein Kampf’ta formüle etmişti: “Düşman zehirli gazlara karşı zehirli gazlarla mücadele etmeyi öğrenmediği müddetçe, insanın zayıflığının yerinde bir değerlendirmesine dayanan bu taktik, neredeyse matematik olarak başarıya götürmelidir”.
Tekniğin özgün karakteri, bize, yıldırım hızıyla ilerlemesinin nedenlerinden birini verir. Teknisyen olmadığı müddetçe bugün bir bireye yer yoktur. Tekniği kullanmadığı müddetçe hiçbir sosyal grup çevrenin baskısına direnemez. Tekniğin hızla ittirmesinin dümenini elde tutmak, gerek bireyler gerekse gruplar için bir ölüm kalım meselesidir. Yeryüzündeki hiçbir güç tekniğin baskılarına dayanamaz.
Günümüzün teknik olgusu kendini sürdürebilecek mi? Yoksa sırası gelince zayıflamadan muzdarip olmalı, hatta tasfiye olmalı mı? İleriyi görmek zor. Bunu yapmanın yeri burası da değil. Kuşkusuz tekniğin sınırları var. Fakat bu sınırlara eriştiğinde, bu sınırların dışında başka bir şey olacak mı? Sınırları, nesnesi ve metodu tarafından önceden varsayılmaktadır. Ancak kendisi dışındaki her şeyi zayıflatmada başarılı olmuyor mu? Kesin ve sınırlı alanı dışında, büyüklüğü ne olursa olsun, varlığını sürdürebilen herhangi bir şey olacak mı? Bu soruya elinizdeki kitap boyunca cevap veriyor olacağız. Teknik daire içerisinde başka hiçbir şey barınamaz çünkü, Jünger’in gösterdiği gibi, teknik karşı konulamaz biçimde genellikle bütünlüğe (tam olma haline) doğru ilerler. Bu bütünlük henüz elde edilemediği ölçüde teknik daha zayıf olanı elimine ederek ilerlemektedir. Tam tatmini elde ettiğinde ve görevini başardığında da sahada tek başına kalacaktır. Teknik böylece kendini hemen yıkıcı ve yaratıcı olarak gözler önüne serer; hiç kimse de ona hükmetmeyi istemez veya edemez.
Views: 36