17 Teknoloji Toplumu – İktisadi Eylem Teknikleri – Jacques Ellul

0
1486

“”Üretimin standartlaşmasına, sosyal yaşama kolektif niteliğini veren tadın standartlaşmasının tekabül ettiği” iyi bilinmektedir. Ayrıca, kitlesel tüketim kendiliğinden kitlesel üretime tekabül etmektedir. Zorlayıcı tedbirlere gerek yoktur. Halkın adaptasyonu kendiliğinden gerçekleşir. Ortalama insan dünyadaki en liberal sistemde norm haline gelir çünkü ortalama insana gerekli ürünler piyasada sunulmaktadır.”

İktisatçı bir bilme tekniği yaratırken aynı zamanda bir eylem tekniği de yarattı. Yeni bir dünya uyanıyor; bir ekonomik mutasyon gerçekleştiriliyor. Bu müdahale tekniklerinden yalnızca iki tanesini (plan ve normlar) ele alacağız.

Dieterlen’in dediği gibi, sırf ekonomik kalkınmayı izlemek ve anlamak için iktisatçıların normlar kurmaları gerekli hale gelmiştir. Anlama tekniklerinden eylem tekniklerine geçişin iyi bir örneğidir bu. Yalnızca istatistiksel verilerin yolunu takip etmek yeterli değildir. Her an için bize sistemin verili bir unsurunun normdan sapmasını hesap etme imkanı verecek verili bir ekonomik sistemin unsurlarının bir ilerleme nomları sistemini önceden kurmak gereklidir. Direktif altında olmayan bir ekonomide bile (a) farklı ekonomik parçalar arasında kesin bir ilişkiyi; (b) bu unsurların her birinin gelişimi için “normal” bir eğilimi; ve sonuçta (c) ilişkilerinin “normal” bir gelişimini belirlemek mümkündür. Böyle bir şema bir kere kurulunca, unsurlardan birinin çok hızlı mı yoksa çok yavaş mı ilerlediğini söylemek mümkün olur. Dieterlen’e göre, bir ekonomik krizin nedenlerini ortaya koyması gereken bir gerçektir bu.

Ancak, bu şekilde kesin ilerleme normları kurarsak, iki gerçekle yüzyüze kalırız. Birincisi, müdahale gereğidir. Norm bir kere kurulup ondan sapma durumu da gözlemlenince anormal derecede tehlikeli bir olgunun gelişimine izin vermek aptallık olur. İkincisi, böyle bir norm geliştirmenin yaygınlaştırılması imkanıdır. Araştırma neden verili bir sistemle sınırlı olsun ki? Bir normlar hesabı bir kere mümkün olunca, tüm ekonomiye genişletilmek durumundadır. Bu kural koyma eğilimi, yalnızca işgücünün organizasyonu alanında işlemeyecektir. Standartlar koyan bir büro veya bir endüstriye analiz hizmeti, artık örneğin ücretlerin ve emeğin bilimsel organizasyonunun koordinasyonuyla sınırlı değildir. Bu işlemler özel teşebbüs düzeyini aşar, genel düzeye ulaşır. Geniş ekonomik sektörlerin tamamlayıcı eylemelerini uyumlulaştırır. Bu durumda tamamen müdahale tekniklerinin içindeyiz. Birinden diğerine geçiş, belli belirsiz olmuştur.

Eğer norm kavramı kesin anlamıyla alınırsa, normlar sisteminin uygulanmasının bizi benzersiz bir istikamete yönlendirdiği açıktır. Kapitalizmde normlar teşebbüsün planlanması açısından temel niteliktedir. Ancak üretim temposu piyasa koşullarının bir fonksiyonu olmaya devam etmektedir. Planlı bir ekonomide normlar, tüm ekonomik hesaplarda temel niteliktedir. Üretilecek miktarları belirler, planın piyasada gerçekleştirilme derecesini ölçerler (Fedotov). Normalleşme tekniği tam ölçeğini ancak planlı bir ekonomide elde edebilir. Gelişimiyle orantılı olarak genelde planlı bir ekonomiyi ima eder. Bunun nedeni, özel planlama ve parçalı bir ekonomiden global ekonomiye ve genel planlamaya (uygulamasının temel koşulu) geçme eğilimindedir. Mas’ın ortaya koyduğu gibi, global bir ekonomi, planlamanın bu iki boyutunun yasalara ve makine kontrolüne tabi olduğu ölçüde daha kesindir.

Tüm bunlar, başarılmış bir gerçeği temsil etmekten çok bir eğilimi temsil ediyor. Endüstriyel normalleşme müdahale eder etmez kendisiyle birlikte, daha eski ekonomik tiplere ve diğer eski endüstriyel organizasyonlara kaçınılmaz biçimde değer kaybettiren bu eğilimi de getirir. Normlar karşılıklı olarak birbirlerini gerektirir, belli senkronizasyonları önceden varsayarlar. Yerelleşmiş normların varlığını düşünmek neredeyse imkansızdır. Bu eğilimin gerisindeki itici gücün ne olduğu sorulursa cevabımız yine verimlilik olmalıdır. Britanya’da 1940’ta Ulusal Araştırma Projesi’nin uygulanmasında normlar mantığı açıkça belirgindi. Üretim miktarı ve onun pratik sonuçlarına dair araştırmalar, su üzerindeki yağ tabakası gibi yayıldı ve endüstrinin tamamını hizaya soktu. Bu, “politik ekonominin eyleme geçişi” olarak göklere çıkarıldı.

Bu “zincir reaksiyonu” da şu an için sadece bir eğilimdir. Ekonomik ve insani nitelikteki karşıt faktörlerin bu eğilimin bir gerçek olmasını önleyeceği iddia ediliyor. Fakat bu diğer faktörler teknik nitelikte değildir. Rekabet, biri teknik, diğerleri teknik olmayan farklılaşan güçler arasındadır. Bizim toplumumuzda da teknik faktör diğerlerine üstün gelmelidir. Bu nedenle, bu alanda da normların mantığının kendisini her yerde dayatacağına inanıyorum. Bu gelişmeye ilişkin analizimde de teknik faktörü izole etmiş gibi görünüyorum. Bunun nedeni, ötekilerini ihmal etmeyi seçmem veya onlara teşhis koyamamam değil. Ancak, belirtmiş olduğum gibi, şu an için teknik faktör çok önemlidir. Bunun yanında, diğer gelişme faktörlerinin çoğu iyi bilinmekte ve neredeyse evrensel olarak incelenirken teknik faktör genelde fazla bilinmemektedir.

Aşikâr faydaları nedeniyle normlar gerekli olur olmaz planı tamamlar gibidirler. Bir plana entegre etmenin dışında onları koordine etmenin veya tam verimliliklerini kazandırmanın daha iyi bir aracı yoktur. Normların mantığı ile kastettiğim işte budur.

Son zamanlarda çok gereklileşen bir diğer müdahale tekniği de (ki buna sadece değineceğim) yöneylem araştırması denen şeydir. Temel özellikleri, amaçları ve anlamı, normlarınkiyle aynıdır. Fakat burada mesele, bir karar meselesidir. Normlar ve yöneylem araştırması, bugün için kendisiyle planının icra edildiği iki araçtır.

Planlama, ekonomik müdahale tekniğinin ikinci bir boyutunu temsil ediyor. Planlamanın ne olduğu hakkında herkesin yaklaşık bir fikri var. Devlet her şeye önceden karar verir, her şeyi düzenler. Ayrıntılarını değilse bile, planlama işleminin hiç değilse karakteristiklerini tahlil etmeliyiz. Ekonomik planlama, bir biçim, bir sistem veya bir ekonomik teori değil bir teknik çeşididir. Her ne türden olursa olsun bir tek ekonomi bile planlama aracılığıyla kurulmamıştır. Aksi yönde düşünüyoruz, zira Rusların macerası bize hep o kılıkta göründü. “Kollektif türde bir ekonomi inşa edilmek istendi; bunda da başarılı olmak için bir plan geliştirildi”. Ancak Rus planı tüm teorik fikirlerden bağımsız olarak kendi anlamını yüklendi. Gerçekte, plan bir tekniktir; bu nedenle de doktrinlere ve fikirlere kayıtsızdır. Özellikle eylem ilkeleriyle ilgilidir. Almanya’da benimsenmesi gereken ekonomik biçime dair hiç kimsenin çok açık bir anlayışı yoktu ama planlama etkin bir araç olarak kabul edildi. Günümüzde tüm ülkelerde planın herhangi bir ekonomik doktrin temeli olmaksızın geliştiği çok daha doğrudur. Bir anlama çok sevindirici bir şeydir bu. İnsanlar hep şunu söylüyor: “Eğer eski doktrinimize sadık kalırsak ve plan da yalnızca bir araçsa, ne idiysek o olmaya devam ediyoruzdur. Eğer planlama kimi zaman sosyalist bir araç olarak işlev gördüyse bunun tek sebebi sosyalist doktrinin hizmetinde olmasıydı”. En hafif tabirle bir yanılsamadır bu. Ama en azından, planlamanın belirli bir doktrinle ilgili olmadığı gerçeğine dayanmaktadır. Bununla birlikte, bir sistem olsun veya olmasın, belki de kesin bir ekonomi biçimini ima etmektedir.

İkinci bir gözlem, bizi,’ planın kurulmasında “yöntem ve araçların” öneminde ısrar etmeye götürüyor. Plan, yalnızca bir komutlar dizisi ya da birtakım genel yönlendirmelerden ibaret değildir. Planda iki odak vardır. Bir kere amaçlar tercihi, yani bir ekonomik sisteme genelinde bir yön verme söz konusudur. İkinci olarak, bu amaçlara ulaşmak için gerekli araçların mümkün olan en somut tahmini vardır. Amaçların ekonomik seçimi ve uygun araçların kurulması. İşte plan da budur. Fakat bu tercih ve bu araçlar, mümkün olan en rasyonel şekilde düşünülür; ve koca bir uygulama teknikleri kümesi de kullanıcının keyfiyetten kaçınmasını sağlar. Bir planın oluşum teknikleri konusunda, okuyucuya, Charles Bettelheim’in çalışmalarını tavsiye ederiz.

Şimdi ise, modern planlamada önemli bir tartışma konusu olan bir zorluğu, fiyatlar ve ücretleri ele alalım. Plan, şimdiye kadar aşağı yukarı “reel” fiyat ve ücretlere bağlı olmuştur. Piyasa tarafından fiilen belirlenmemişse, planlama en azından piyasa fiyatlarına ve ücretlere dünyevi ve mekansal açıdan belirleniyordu. Fakat bu durum uzun süremezdi. Üçüncü Sovyet planının amacı, piyasa yasalarından bağımsız olarak belli ekonometrik yöntemlerle fiyat ve ücretleri tam da tümüyle soyut ama keyfi olmayan bir tarzda sabitlemekti. 1949’da gerçekleşen çeşitli ücret manipülasyonları ile Vosnessenski’nin reddinden anlaşılıyor ki bu girişim bir başarı değildi. Bununla birlikte, bunun, o zaman planlamanın gerçekleştirilebileceği tek mantıklı yol olduğunu da göz önüne almalıyız. Bu yaklaşım da, ekonomik teknikteki yeni gelişmelerle pekâlâ ortadan kaldırılabilir. Bu, planın bu şekilde tüm “ekonomik rasyonalite”den koparıldığını düşünen François Perroux’un itirazlarına da bir set çekebilir.

İki sürekli ilke (verimlilik ve toplumsal ihtiyaç) uyarınca bir plan uygulanır. Plan ilk önce, mekanik araçların, doğal zenginliklerin ve kullanıldıktan sonra atılabilen güçlerin en etkin kullanımı için sürekli bir arayışa cevap verir. Sorun, bu unsurları, her bir araç maksimum getiri sağlayacak şekilde organize etmek, koordine etmek ve normalleştirmektir. Planlama, felsefi açıdan ekonomi cephesine kadar tüm cephelerde eleştirilmiştir.

Ancak henüz hiç kimse, başlangıç hariç, planlamanın temel etkinliğini sorgulamamıştır. Bu eleştirilerin kökeni iki şeyde yatıyor: Planlamacıların el yordamıyla araştırmaları ve eleştirmenlerin cehaletinde. Herkes mekanizmanın etkili olduğuna ikna oldu -planlama deneyimlerine eşlik eden birtakım abartmaları da bir yana kaydederek. Teknik sözkonusu olduğunda, hüküm tümüyle verimliliğe dayanıyor. Planlama da tamamen bu açıdan haklı görülüyor.

Planlamanın iki temel kriterinden ikincisi sosyal ihtiyâçların tatminidir. Başlangıçtaki zorluk, verili bir zamanda bu ihtiyaçların ne olduğunu belirlemektir. Sosyal ihtiyaçlar ile üretim arasındaki dengeyi nasıl kuracağız? Teorik olarak bunlar çözülemez sorunlardır (ihtiyaten teorik olarak diyorum). Önerilen araçlar (kamuoyu yoklamaları, tayın karneleri, üretilen ne varsa satın alan tarafından mecburi sönümlenmesi), genellikle ortaya çıktığı haliyle sorunun soyut olduğunu gösteriyor. Birisi “planlamada tüketici direksiyondadır” derse, sosyolojik bir olgu olan planın bireysel ihtiyaca değil sosyal ihtiyaca cevap verdiği gerçeğinden soyutlama yapıyor demektir. Aynı zamanda, soyut bir insan (bir tür değişmez insan imajı) düşünmektedir. Bu da önerilen sorunu işletilemez kılmaktadır. Planın öngördüğü sosyal insan, modern teknik topluma giderek daha fazla entegre olmuş insandır. İhtiyaçları, gerçekten doğrudan baskıyla değil, fakat tanıtım, malların standartlaşması, entelektüel benzerlik vesaire tarafından giderek daha kolektifleştirilmektedir. “Üretimin standartlaşmasına, sosyal yaşama kolektif niteliğini veren tadın standartlaşmasının tekabül ettiği” iyi bilinmektedir. Ayrıca, kitlesel tüketim kendiliğinden kitlesel üretime tekabül etmektedir. Zorlayıcı tedbirlere gerek yoktur. Halkın adaptasyonu kendiliğinden gerçekleşir. Ortalama insan dünyadaki en liberal sistemde norm haline gelir çünkü ortalama insana gerekli ürünler piyasada sunulmaktadır. Aslında, sosyal ihtiyaçları anlama meselesi, ancak planlama tekniğinin diğer tüm tekniklerden ayrılması durumunda karmaşıklaşır. Bu diğer teknikler, kendiliğinden, insanı belli sosyal ihtiyaçların belli verilere uyabileceğini hissetmeye yöneltir. Plan kendi gerçek çerçevesine yeniden sokulduğunda sosyal ihtiyaçları zorlamaya hiç gerek olmadığı açıktır. İhtiyaçlar önceden hazırlanmaktadır ki plan biraz zor bir adaptasyon döneminden soma tam olarak onlara tekabül etsin.

İnsan ihtiyaçlarının tüm gelişimi, genelde plan yönünde gider. Bu ihtiyaçlar üzerine baskı kurmaya artık neredeyse hiç gerek yok. Uyumsuz insanları kendi kaderlerine terk etmemiz koşuluyla, ki bu da her halükârda tüm tekniklerin gidişatı olan bir sonuçtur, insan ihtiyaçları zaten olmaları gereken durumdadır. Dünyaya egemen olma meselesi sözkonusu olduğunda, belirleyici güçlerin yasalarını kabul etmeyecek Kırgız çobanlarını yahut Bantu avcılarını düşünmekten kendinizi alamazsınız.

Planlama, tüm toplumsal ihtiyaçlara derhal cevap verdiği iddiasında değildir. Söylediğim gibi, bir tercih söz konusudur. Belli kişileri mutsuz -ama umutsuz değil- kılabilecek olan tercihtir, çünkü plan ekonomiye ilişkin dinamik bir anlayışın içine sokulmaktadır. Üretim ile tüketim arasındaki denge ne statiktir ne de şu an için mevcuttur. Gelecektir; kendisini de sürekli yenileyecektir. Verili bir anda yapılan tercih, bu tercihi göreceli yapan ve aynı zamanda da sonraki görülebilir gelişmeye bağlı kılan bir genel perspektif içine konur. Gerek hayata geçirmenin geleceğini gerekse ihtiyaçların birörnekleştirilmesi mekanizmasını (ki bundan bahsetmiş bulunuyorum) ele almak işte bu nedenle gerekir. Bu, iki hattın sürekli bir araya gelmesine yolaçar. Ekonomiye diyalektik bakışın bir unsurudur bu; ki bugün için tek kabul edilebilir olan da budur. Bir planın hayata geçirilmesi sırasında araç ve amaçların sürekli bir yeniden adaptasyonu eşzamanlı biçimde yapılmakta, gerçekleşmenin büyük ölçüde kesinliği olmasa bile bütünün daha fazla uyumu sağlanmaktadır.

Nihayet, planın kendisiyle bağlantılı olarak, işgücünü verimli biçimde kullanma gereğini vurgulamak önemli geliyor bana. Tam istihdam, planın yalnızca anlık bir durumu değil, bir iç icabı gibi görünüyor. Charles Bettelheim, tam istihdam olmadan sosyal ihtiyaçlar bütününün tatmininin mümkün olmadığını gösterdi. Bu bağlamda, ücretler nitelik değiştirir ve toplumsal ürünün parçasına dönüşür. Plan, bu yüzden, hem tam istihdamı hem de işgücünün üretim planının gereklerine uygun şekilde tahsisini öngörmelidir. Planı tüm işgücüne yaymak kaçınılmazlaşır. Bu olmadan mekanizma işlemez. Bu da planlamanın yeri, sınırları ve özellikleri sorununu gündeme getirir.

Planlamayı penisilin gibi her derde deva bir ilaç gibi gören çocuksu hevese kapılmamak gerek. Ancak planı farklı bir perspektife koymak da gerekir. Modem ekonomideki adaletsizliği ve tutarsızlığı halletmek için önerilen çare ve reformlar ne olursa olsun, her şey plan aracılığıyla gerçekleşir. Plan kendi başına bir çözüm değildir. Fakat tüm çözümlerin vazgeçilmez aracıdır. İster Knut Wicksell ile ister John Maynard Keynes ile başlayın, planlamanın aciliyeti ile tekrar tekrar karşılaşırsınız.

Mumford’un insanı tekniğin kıskacından kurtarma önerilerinde, dünya çapında bir ekonomik bölgeselleşme yönünde ilginç bir proje var. Fakat bu bölgeselleşme, aslında yalnızca -üretim ve dağıtımın son derece tam ve katı planlamasına dayanabilir.

Visits: 50

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz