Bir dönemler Anarşist Doğu Araştırmaları Merkezi adını verdiğimiz fakat daha ardı arkası gelmeyen toplantının ilk ve son toplantısını 03 Ocak 2014 tarihinde yapmıştık. Akıl konusunun ele alındığı toplantıda Doğu ve Batı’da aklın yeri ve ifade ettiği anlam tartışıldı. 1,5 saat süren toplantıda konuşulanların özeti aşağıdaki gibidir.
I.Bölüm
Yunan (Grek) aklı Logos’da içkin bir akıldır, bir özneye ait değildir, yani insana has bir özelliğe sahip değildir. Logos aynı zamanda evrenin ana maddesidir, evrensel veya evrene yön veren bir ilkedir, dolayısıyla bu da bir içkinliği gösterir, bir diğer ifadeyle Logos içkin bir özdür. Bunun Bir’den sadır olan ilk akılla aşağı yukarı aynı anlamı taşıdığı düşünülebilir. Ayrıca bundan bütün canlılarda bir tür akıl biçimi olduğu sonucuna varabiliriz.
Skolastik düşüncede ise akıl Tanrı’yı bilmek, anlamak, aynı zamanda onun yaratışındaki mucizeyi, muhteşemliği idrak edebilmek için kullanılır. Dolayısıyla skolastik akıl doğrulayıcı bir akıldır (doğrulama üzerine kuruludur). Sürekli olumlayan, belli bir şeyin varlığını doğrulamaya odaklanan akıl… Her şey sabittir, üzerinde konuşulacak tartışılacak bir şey yoktur, insan aklı O’na nasıl hizmet edebileceği konusuna odaklanmıştır.
Katolisizmde kendini feda etme veya adanmışlık durumu, örneğin rahiplerin evlenmemeleri bu aklın ürünü olarak karşımıza çıkar. Bu akıl biçimi günümüzde kendini farklı şekillerde göstermeye devam etmektedir. Mesela bunun yansımalarını devrimci hareketlerde görebiliriz. Genelde ateist olan bu insanlar şeflerine ve dogma haline dönüştürdükleri ideolojilerine inançla bağlılık gösterirler. Kuşkusuz bu bir çeşit dindir. Bu bağlamda Marksizm, Leninizm, Stalinizm veya Maoizm dininden söz edebiliriz. Çünkü burada tıpkı skolastikte olduğu gibi sabitlenmiş ve doğrulamaya odaklanmış bir aklın varlığı söz konusudur.
İslam aklını da skolastik akılla kıyaslayabiliriz, çünkü İslam aklı da aynı prensiple çalışır. Bu, Ration’dan tamamen farklı bir şeydir, çünkü burada akıl aşkın bir ilkeye gönderme yapar, aşkın bir ilkenin doğrulanmasına dayanır. El-Akl kavramının dayandığı “kazığa bağlı olma” anlamı aşkın bir sabiteyle kurulan ilişkiyi ifade eder ki burada sözü edilen sabite Tanrı’dır. Dolayısıyla bunu Ration’la kıyaslayamayız, çünkü Ration bir özneye içkin, hesaplama ve nicelleştirme özelliğine sahip olan bir akıl biçimidir. Örneğin bir bardağın içindeki su miktarını bilebilir, ölçebilir veya bira bardağıyla çay bardağını kıyaslayabilir fakat aşkın bir özelliği yoktur. Bilim, bilimsel ve teknolojik gelişmeler bu tür bir aklın ve mantığın araç olarak kullanılması yoluyla ortaya çıkar. Bu akıl biçimi var olan nesnelerin bilinmeyen yönlerini “Nedir?” sorusuyla keşfetmeye çalışır. Bilimin dogmalardan farklı olan tarafı yanlışlanabilir olmasıdır. Bilim felsefesinin en önemli tezlerinden birisi budur.
Peki, öyleyse bu akıl biçiminde de bilinmeyene doğru bir yol kat etme yok mu, yani burada Ration’un bilinmeyeni keşfetmek için atılım yapması söz konusu değil mi? Eğer öyleyse bu notada İslam aklıyla bir paralellik kurulamaz mı? Buna iki nedenden dolayı karşı çıkılabilir. Birincisi, Ration özneye aittir, bir diğer ifadeyle sadece insana ait ve ona has bir özelliktir. İkincisi, kuru hesapçıdır, örneğin A+B=AB şeklinde işler. Nesneleri kıyaslayabilen, nesneler arasında bağ kurabilen fakat görünenin ötesine geçemeyen, aşkın bir boyuta sahip olmayan, dolayısıyla müteal olana ilişkin hiçbir açılım yapmayan bir akıl biçimidir. Bu açıdan sözünü ettiğimiz anlamda bilinmeyeni keşfetme gibi bir işlevi yoktur.
Araçsal akıl olarak Ration’un en has biçimi pozitivizmde kendisini gösterir. Buna göre aklın ortaya koyduğu gerçeklikten başka bir gerçeklik yoktur. Bu akıl biçimi başlangıç noktası olarak nesnel gerçekliğin dışında başka bir gerçeklik alanını kabul etmez. Örneğin “Kâinatın dışında ne var veya kâinatın ötesinde bu âlemi oluşturan ne var?” sorularını sormaz. Yine örneğin Big Bang’den söz eder fakat “Big Bang’den önce ne vardı?” dediğimiz zaman “Soğuk uzay vardı” cevabını verir.
Peki, skolastik akıldan Aydınlanma’nın aklına, araçsal akla nasıl gelindi? Batı’da kırılma noktası Descartes ve Bacon’dur. Araçsal akla giden yol nominalizmle başlar, nominalizmden sonra en önemli kilometre taşı Descartes’tir. Descartes kuşku/şüphe ilkesinden yol çıkarak sorgulamanın önünü açtı. Ancak Descartes’te akıl tamamen öznel değildir, hâlâ aşkın bir boyuta gönderme yapar. Descartes’in metodolojisinin asıl amacı Tanrı’nın varlığını kanıtlamaktır. Buna göre Tanrı akılla kavranabilir. Zaten araçsal aklın temel tezlerinden biri de her şeyin akılla kavranabileceğidir.
Araçsal akılcılığın kapısını aralayan asıl kişi ise Francis Bacon’dur. Galileo da bu anlamda önemli bir isim olarak karşımıza çıkar. Bacon ve Galileo matematiksel evren tasavvurundan hareketle her şeyi sayılarla irtibatlandırdılar. Bu noktada Galileo Kilise için bir tehdit oluşturmuştur, çünkü Kilise, dünya merkezli sabit evren tasavvurunu kendisine uyarlamıştı. Buna göre sabit merkezde Kilise vardı ve her şey onun etrafında dönüyordu. Galileo’nun dünyanın döndüğünü, hiçbir şeyin sabit olmadığını söylemesi ve böylece Kepler’in evren kuramına giden yolu açması Kilise için tehditti, zira böylece Kilise de merkez olmaktan çıkıyordu.
Pek tabii bütün bunlar bizi araçsal akla götüren sürecin birer parçasıdır. Kant’a kadar tam anlamıyla araçsal bir akıldan söz etmek mümkün görünmemektedir, çünkü özne kavramı Kant’la birlikte ortaya çıkmıştır. Kant aynı zamanda agnostisizmin de önünü açmıştır. Ona göre aşkın alan bilinemez, bu felsefenin konusu dışında kalan bir alandır.
II. Bölüm
Batı’daki mevcut akıl anlayışla (araçsal akıl) İslam aklı birbirine taban tabana zıttır. Arapça bir kavram olarak Akl/Akıl’ın Ration’la uzaktan yakından alakası yoktur. Akıl, bağlamak, tutmak, sıkı sıkıya kavramaktır, parçaları bir araya getirir, kavramlar arasında bağ kurar, hikmet ve maksatları ortaya çıkarır. İslamiyet’te bilginin kaynağı Allah’tır. Vahiy yoluyla elde edilen bilgi Hakikat’e tam olarak uygundur, objektiftir, belli bir kayda ve şarta bağlı değildir. Aklın bilgisi ise insana nispeten izafidir. Bu yüzden hâkim anlayışa göre akıl anlama-kavrama yetisi olmakla birlikte vahye tabidir; akılla nakil arasında çelişki yoktur, aksine nasslar zaten aklidirler. İnsan aklı burada vahyi anlama, doğruyu yanlıştan ayırma, hikmet ve maksatları ortaya çıkarmanın yanında nasslarla otaya konulan Hakikat’i hem kendi nefsinde hem de tabiata-kâinatta (enfüste ve afakta/iç ve dış dünyada) müşahede eder, böylece vahyin sağlamasını yapar.
Buna karşın kelâmcılar sistemlerini akıl üzerine kurmuşlardır. Onlara göre akıl esas alınmalı ve nasslar bu çerçevede anlamlandırılmalıdır. Mutezile’nin akıl anlayışı bir bakıma paradigmayı tersine çeviren bir yaklaşım olarak karşımıza çıkar. Mutezile, Kur’an’ın Allah’ın kelâmı ve vahyi olduğunu kabul eder fakat vahiy olmasa da aklın tek başına neyin iyi neyin kötü olduğunu bilebileceğini savunur. Çünkü Din’in vahiy yoluyla bir şeyin iyi veya kötü olduğunu bildirmesi, o şeyin dinin bildirmesinden önceki durumunu değiştirmez, zira o şey dinin bildirmesinden önce de iyi veya kötüydü ki akıl bunu bilebilecek kapasiteye sahiptir.
Felsefe ekolü Mutezile kelâmının uzantısıdır. İslam Dünyası’na felsefeyi sokan ilk kişi olarak bilinen Kindî de ilahî veya vahyî bilgiyi insan bilgisinden üstün tutmuştur, çünkü ilahî bilgi duyulara dayalı bilgiden üstündür. İhvan-ı Safa ise aklı kavrama melekesi olarak niteler. Böylece akıl, ruhun zatında eşyanın imajını, cevherinde varlıkların derin anlamını görür.
İbn-i Sina aklın mertebelerini şu şekilde sıralar: Heyulânî akıl herkese verilmiş olan aklın ilk derecesidir. Bu ilk veya ikinci akledilirleri -ki bunlar bilinen şeylerdir- anlamaya yarar, bunları anlamak için derin düşünceye gerek yoktur. Sözü edilen bu bilgileri elde eden ise fiil durumundaki akıldır; meleke halindeki akıl fiil halindeki suretleri kavrar, onlar üzerinde düşünür. Düşündüğünü fark edecek dereceye yükseldiğinde ise müktesep akla ulaşır, müktesep akıl adı üstünde kazanılmış olan akıldır, dolayısıyla bu akıl doğuştan sahip olunan akıl değildir. Akıl bu seviyeye sürekli fiil halinde bulunan Faal Akıl’ın yardımıyla ulaşır. Bu şekilde derece derece yükselen insan yetkin duruma gelir ve akıllar dünyasının şerefli bir mensubu olur. Sonunda insan aklı Faal Akıl’la birleşir. Farabî ve İbn-i Sina, Faal Akıl’ı Cebrail’le özdeşleştirmişlerdir.
İslam’ın ana kaynağı Kur’an açısından akıl başlı başına iyi bir şeydir. İslam’ın teorik metinlerinde akıl hiçbir zaman olumsuz anlamda kullanılmamıştır. Dolayısıyla eğer ortada insana, doğaya, doğada yaşayan canlılara mutlak anlamda zarar veren bir düşünce ve pratik varsa akıl devre dışı kalmıştır demektir. Doğaya işkence yaparak sebep-sonuç ilişkilerini formüle etmeye çalışmak, doğayı bozma veya ele geçirme gayreti, bu anlamda bilginin sömürü aracı olarak kullanılması vs. bütün bunlar akıl kavramının dışında kalır. Örneğin atom bombasını icat eden “akıl” akıl değildir, mecrasından çıkmış bir “düşünme” mekanizmasıdır.
İslam aklını modern akıldan ayıran en önemli şey bütüncül olmasıdır. Modern akıl parçalayıcı ve indirgeyicidir. Hemen her şeyi kategorize eder, meseleleri birbirinden bağımsız olarak ele alır ve her şeyi tek bir meseleye indirgemeye çalışır. Buna günümüzden örnek vermek gerekirse anti-kapitalist “dindarlık”tan söz edebiliriz. Burada modern akıl işlemektedir, çünkü her şey, tüm sorunlar, tüm insanlık tarihi tek bir meseleye, mülkiyet meselesine indirgenmiştir.
Aynı şekilde İslamiyet insan aklının her şeyi anlayabileceği veya her şeyi kavrayabileceği tezine de karşıdır. Bu onu modern akıldan ayıran bir diğer noktadır. Her şeyi anlayamayız, zaten her şeyi anlamamız da gerekmez! Örneğin Allah’ın zatını kavrayamayız, eğer kavranabilir bir şey ise zaten o Allah olamaz. Ruh da böyledir, mahiyeti bilinemez. Dolayısıyla İslamiyet bu alanları insana kapatmıştır. O varlığı itibariyle bilinebilir, tanınabilir, O’na varmanın yolları keşfedilebilir fakat zatı ve mahiyeti söz konusu olduğunda bunların hiçbiri mümkün değildir. Burada bilimsel bilgi devre dışı kalır, bu noktada daha çok sezgiden söz edilebilir.
İslamiyet bilgi elde etmek için çaba göstermeyi teşvik eder ve sezgiyi de bilgiye ulaşmanın yollarından biri olarak kabul eder. Ancak çaba bilgiyi elde edebilmek için tek başına yeterli değildir, aynı zamanda o bilginin insana açılması gerekir. Bu yüzden İslam kültüründe “Çaba bizden, başarı Allah’tan” tabiri kullanılır. Sonuçta İslam aklı Allah’ın varlığını ve birliğini tasdik etmenin yolunu bulmak üzere işler ki bu açıdan skolastik akla daha yakındır.
III. Bölüm
“Niçin?” sorusunu değil “Nasıl?” sorusunu soran modern veya araçsal aklın doğurduğu sonuçlar insanlık için yıkıcı olmuştur. Çünkü bu akıl biçimi, her şeyi yapabileceğini, her şeye nüfuz edebileceğini öne sürer ve hiçbir sınır tanımaz. Faşizm ve kapitalizm kendilerini araçsal akıl üzerine kurmuşlardır. Faşizm araçsal aklın sosyal hayatta vardığı en uç noktadır. Heidegger’in araçsal aklın insanlık için son derece tehlikeli olduğunu söylemesi yerinde bir tespittir. Bu eleştirinin esasen faşizme destek veren biri olarak Heidegger’den gelmesi de ayrıca manidardır. Tabii ki Frankfurt Okulu bu minvalde geliştirdiği eleştirilerini müspet ya da menfi olarak Heidegger’den almıştır.
Her şeyin şemasını çıkaran, toplumu-insanlığı da şematik olarak dizayn etmeye çalışan araçsal aklın insanlığı getirdiği nokta ortadadır. Faşizm, kapitalizm, zararlı teknolojik gelişme, doğanın üstüne çıkma çabası, bütün bunlar araçsal aklın ürünüdür. Dolayısıyla bu akıl biçimi aslında tahakkümün kendisidir.
Faşizmin kaynağı öznedir; dünyayı belirleme güç ve kudretini kendine gördüğü için özne kavramının kendisi başlı başına faşizan bir şeydir. Özne kendini nesneye karşı konumlandırır, nesne burada pasiftir, özneye nesneye şekil verir, onu yönlendirir vs. Kısacası özne istediği her şeyi yapar, bir diğer ifadeyle nesneye hükmeder. Bu yüzden deyim yerindeyse insanı yoldan çıkaran araçsal aklın aslında yok edilmesi gerekir. Gerçek anlamda akıl insanı yanıltmaz, doğru yoldan çıkarmaz, gayri insani yollara sevk etmez.
Sonuç olarak bu açıdan bakıldığında “Haddimi bilirim” diyen İslam aklı, “Her şeyi yaparım” diyen modern akıldan çok daha insanidir; ahlaki ve insanlık için yararlı bir akıl…
Anarşist Doğu Araştırmaları Merkezi – itaatsiz.org
Views: 70