“Somut şartların somut tahlili” olarak bilinen bilimsellik kisvesinden, dogmatizme saniyeler kalaya solcuların ve bazı solcu anarşistlerimizin hal-i pür meali…
Evet, bu yazı serilerine başladığımdan bu yana dikkat edilirse temel mevzumuz sol, solcular, anarşistler ve kendimizi ele almak oldu. Öyle de olmasında yarar olduğu kanaatindeyim. Nedeni ise bana göre oldukça ikna edicidir. Birincisi, sol ve solculukla anarşistler ya da Türkiye’deki anarşistlerin bağının yeterince kopmamış olması; bu durumun solcuların on yıllara dayalı olan davranış ve düşünüş tarzının bizzat anarşistler içinde de varlık alanı bulmasıdır. Sol ve solculuğun halinin yansımaları grupların siyasal bakış açılarından günlük yaşamın küçük olaylarına kadar her alanda anarşistleri etki altına almaktadır. Ya da işin daha reel ifadesi genellikle solculuk arka planına sahip olup anarşizmi o kadar külliyata rağmen bilme çabası içinde olmayan, halen “Stalinist” ya da “Marksist” olup, Anarşizme temayül ediyor görünmeleridir. İkincisi ise, bu alandaki problemlere temas ederek bir çeşit “kendi alanımıza dair eleştirel fikriyatı ve kültürü geliştirmek.
Bu girizgahtan sonra aslen temas etmek istediğim konuya dönebilirim:
Alt başlığa konu olan ve solcuların konuşurken ve yazarken olmazsa olmaz mottoları haline gelmiş olan “somut şartların somut(1) tahlili” cümlesinin aslında sadece bir söz olarak kaldığını ve bunun aksine solcuların “somut şartları” görme ve anlama kaygılarının aslında olmadığını; asıl kaygılarının sahip oldukları ideoloji ve ona bağlı olan düşüncelerini doğrulatmak için hakikati eğip bükmek için yobazca çaba sarf ettiklerini söylemek daha doğrudur. İşte bu eğip bükme alışkanlıklarının çeşitli tezahürleri her an ve şartta gözlerimize batmaktadır ve gözlerimize batmaya da devam edecek gibi görünüyor.
Son on yılda devleti yöneten ve devlet yönetiminde yer alan ve onu paylaşmak için mücadele içinde olan kesimler arasında politik mücadelelerin (suikastları, provokasyonları, komploları, darbeleri ve yargılamaları da politik mücadeleler içerisine dâhil ediyorum) her türlüsüne şahit olduk. Burada kaba bir şekilde siyasal partileri değişik sınıfların farklı temsilcileri olarak yaftalayıp sınıf tahlili yapmış olduğunu sanan siyasal hareketler gibi bir tahlil yapacak değilim ama daha gerçekçi olarak görülebilir olan iki siyasal partinin durumuna değinmekten de geri durmayacağım.
Mevcut siyasal sistemin tıkanma noktasına gelip dayanmasından sonra sistemi işler kılacak seçenek AKP’nin yeni bir enerjiyle iktidara gelmesi ve bürokratik ve askeri vesayet altındaki devletin idare edemez hale geldiği yapısını düzeltmek için pragmatik yöntemlerle gel-gitler içerisinde sistemi kendi içerisinde reforme etmesi oldu. Bu süreç gerek Anayasa’daki kimi maddeleri değiştirmesi ve gerekse de bürokrasi ve ordu bürokrasisinde yeni temayüllerin ortaya çıkmasını sağlayacak tedbirler alması ve nihayetinde darbelerin ve sistemin kendi içerisinde üzerine gitmeyi dahi göze alamadığı bir çok mevzunun kamuoyu önüne getirilip tartışılması, soruşturma komitelerinin kurulması, darbeci generallerin ve hatta eski genel kurmay başkanlarının hapse atılması ve yargılanması ve en sonunda, bugün, Kürt açılımı adı altında PKK’nin sınır dışına çıkarılması ve çatışmaların durma noktasına gelmesine varmıştır. Bu süreçte iktidarda kalmak için ve iktidarda kalıp kendi programını uygulamak için reel politiğin gereği pragmatik davranışlarına ve kimi zaman politik tutarsızlıklarına rağmen – bu davranışların esas motive edicisi oy oranlarının azalması ve artmasıyla orantılıdır – AKP’nin devamlı bir şekilde bir rotadan ilerlediğine şahit olduk. Daha da önceleri başlamış olmasına rağmen bugün Kürtler ve diğer etnik grupları sistem içerisine daha rasyonel olarak entegre etmenin yöntemlerini hayata geçirme sürecinin en azından söylem olarak sonlarına gelmiş durumdayız.
Bu süreç içerisinde solcuların ve anarşistlerin tavırlarında belirleyici olan şey AKP iktidarına karşı muhalefetin yanında öyle ya da böyle yer almak şeklinde olmuştur denebilir. Kendini sadece sistem içi muhalefetin içerisinde konumlandıran bir sol elbette ki kendini kısırlaştıracaktır. Kendisi adeta gözle görülmeyen ve kavranamayan bir Geist haline gelmiş ne olduğu belli olmayan Devrim, sistem içi muhalefetin dilini renklendiren, radikalizm temayüllerini de bu sistem içine hapseden bir çeşit renk haline gelmiştir.
AKP bu süreç içerisinde aslında eski devletin içerisinde sistemin işlemesinin ve devletin daha rasyonel ayaklar üzerinde inşa edilmesinin yanında olan tarafları yanına almış görünüyordu ve süreç bugüne gelinceye kadar da böyle devam etmiş oldu.
Bu süreçte AKP ve Yeni rasyonel devletin yaptığı en önemli şey Kemalist devlet ve onun ideolojisinin paradigmalarını dağıtmak olmuştur. Bu paradigmanın ulus devleti oluşturma sürecindeki oturduğu iki ayak vardı: birincisi bölücülük ve bölünme korkusuna karşı reaksiyon oluşturmak, ikincisi, dinsel düşüncenin devletin yönetim alanına ve yönetebilirliğine mani olabilecek bir seviyeye erişmesini engellemek maksadıyla; taassuba karşı laisiteyi, hem de militarist bir laisiteyi hayata geçirmek şeklinde olmuştu. Aslına bakılırsa kendisi de korkulan ve şeriat getireceğine dair gizli acendası olduğu söylenen ve bu manada niyeti okunan AKP’nin laisiteyi bilindik anlamda kırmadığı ama Batı toplumlarının ve Hindistan’ın yıllardır tartıştığı ve hayata geçirdikleri çok kültürlü toplum modelini her iki paradigmayı da aşındırıp yerle bir ederek, olası muhalefeti sistemin içine çekmekte politik ve pragmatik açıdan başarılı olma yolunda olduğunu söylemek daha doğru olur.
Bu süreç içerisinde PKK, BDP, solcular ve anarşistlerin büyük bir kısmı fiili olarak iktidarda kim varsa onu sistem olarak görüp, çeşitli vesilelerle politik gündemde eski devlet tarafında konumlanmışlardı. Öyle ki anayasa değişikliğinde kendisi siyasal partilerin kapatılmasının yasaklanmasının taraftarı olsa dahi bu maddenin geçmemesinin asıl müsebbibi BDP olmuştur.
CHP’ise her daim eski devletin savunucusu olarak kalmış ve demokrasi söylemleri ve ulus devleti ve kemalizmi savunusu bu süreçte daha da açığa çıkmış olsa da, solculuk ve sol yaftası solculara onun sosyal demokrat bir siyasal parti dahi olmadığını söylemekten imtina ettirmiştir.(2)
Görünen o dur ki, eski devlet kısmen yenilmiştir. Yeni devlet kendini daha rasyonel temeller üzerine inşa etme sürecini devam ettirmektedir. Bu süreçte devlet bildiğimiz pragmatist, emperyal ve kapitalist devletler gibi kendini her olay karşısında daha rasyonel ayaklar üzerinde inşaa edecek ve kitleleri ve muhalif her şeyi kendi sistemi içerisine çekerek yönetebilirliğini arttırmak çabasındadır. Yönetebilirliğin alanı desantralize olmak ve bu minvalde iktidarı içselleştirmektir ve toplumun her alanına nüfuz etmektir. Süreç ve kürt açılımı adıyla yapılan şeyler ve Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın bu meselenin çözülmesi için yeter şart olarak görülmesi temayülleri de bunun böyle olacağı intibaını oldukça arttırmaktadır.
Sonuç olarak: bu süreç içerisinde solcular bir taraftan kürt hareketinde baskın ve etkin siyasal güç olan ve söylemi neye tekabül ederse etsin milliyetçilikle mukim bir siyasal hareketin etki alanının dışına çıkmamış, tam tersine her daim pragmatik politik çıkarlar adına solu bu milliyetçiliğin dümen suyuna sokmuştur ve bunun etkisi anarşistleri de etkisi altına almış; seçimlerde anarşistleri kürt siyasal hareketinin bir partisine oy vermeye davet etme cesaretini gösterecek ‘anarşist’lerin ortaya çıkmasına dahi vesile olmuştur.
Sol açısından bir diğer bölünme; bir çok solcu görünen örgüt ve hareketin bu milliyetçi bölünmede kendini Türk milliyetçiliğinin bir şekilde yanında görmesi olmuştur. Türk milliyetçiliğinin bir çok siyasal izdüşümü Türkiye solu’nun damarlarında akan ve onu karakterize eden kan gibidir ki buna ilişkin bir çok çalışma mevcuttur literatürde.
Bu sürecin yeni bir devletin kurulması süreci olduğunu bilmeyen ya da bilip de bilmiyormuş gibi yapan siyasal örgütlerin, Türk ve Kürt milliyetçilerinin yanında konumlanmaları solun siyasal, iktisadi ve sosyal bakış açılarında gelişmeler kat edecek hareketi de köreltmiştir. Bir taraftan da eskiden Sovyetler Birliği, Çin ve Arnavutlukçu olma temayüllerinin bugüne bir yansıması olarak Venezuella ve Çavez hayranlığını sosyalizm ve ideal toplum olarak piyasaya sürmeye ve bir başka yerde ise İran ve Suriye diktatörlerini sadece Amerika’ya karşı olduklarından dolayı destekler tavır içerisinde olmaya itmiştir.
‘Somut şartların’ bence her zaman öznel olması gereken ve aslında her daim öznel olan değerlendirmesinin gerçekliğe tekabül eden tarafı budur.
Evet. Karşımızda bir devlet var, üstelik bu yeni bir devlet. Daha akıllı ve yaptığını daha da bilerek ve kitlelerden onay almaya ve kitlelere kendini ve yaptıklarını onaylatmaya daha temayüllü ve meşruiyet arayışında olan bir devlet bu. Bu meşruiyeti rıza alarak yapmaya daha fazla temayül edecektir ve ediyor. Onun yalanlarını ve bizim elimizde aldığı şeyleri, bizden aldığı yetkileri tekrar geri alarak yıkmak zorundayız. Bunun içinse bu devleti daha iyi tanımak ve yalanlarını daha da fazla açığa çıkarmak zorundayız. Yalana ve manipülasyonlara başvuran ve başvuracak olan bu aygıtı ancak gerçekleri uygun araçlarla açığa vurarak yapmak mümkün. Onun araçlarının hiç birini kullanmadan. Sadece hakikate vurgu yaparak…
Numan Bey / itaatsiz.org
——————————–
Dipnotlar:
*Bu makale bir reel politik değerlendirmesidir
(1) Her ne kadar sözün kendisi anlam olarak eleştiriye çok açık bir şey olsa da, somut tahlil denen şeyin ne olduğunu anlayamamaktayım ama gönderme yaptığı yeri anlamakta olduğumuzdan dolayı bu mevzuyu geçiyorum.
(2) Avrupalı siyasal partilerin sol ve sağda konumlanmalarını hesaba katan İdris Küçükömer’in CHP’yi sağ’da konumlandırması tekrar anılmalıdır burada.
Views: 46