İlk işimiz, farklı terimlerin çeşitliliği bağlamında anarşinin anlamını netliğe kavuşturmak olmalıdır. İşe anarşi ve anarşizm üzerine düşünmekle başlayalım. Bunlar birbirinden ayırt edilmelidir, aynen “ilkel komünizm” ile Marksist komünizmin birbirinden ayrılması gerektiği gibi. Marksist komünizm teferruatlı bir sosyolojik sistem, bir tarih felsefesi ve mülkiyetin ortaklaşa paylaşıldığı bir toplumun koşullarını yaratma fikridir. “İlkel komünizm”, mülkiyetin ortak olduğu “arkaik” ya da “ilkel” topluluklar içinde görüldüğü düşünülen bir ekonomi türüne gönderme yapar. Burada mülkiyet sözcüğünden anlaşılması gereken, zenginlik yaratan yaşamsal kaynak ve araçlardır. Aslına bakılırsa, böyle toplumlarda komünal olarak sahip olunan şey her zaman topraktır; araç gereçler, hayvanlar ve diğer kaynaklar (mesela balık avlama alanları) şahıslara aittir. Her halükârda Marksist teori, Marksist komünizmin hedeflediği ilkel komünizmi ima etmez. Zımni olarak, tarihsel sürecin, insanların ilkel komünizm ile başlayıp, nihayetinde daha yüksek bir düzeyde komünizme döndüğü büyük bir çevrim içerdiği de söylenebilir; bu fikir Giambattista Vico’nun “ilerlemeci döngüsel” kuramını hatırlatır.
İki komünizm arasında ayrım yaptığımıza göre, anarşi ile anarşizm arasında da ayrım yapmalıyız. Anarşi hiçbir yöneticinin olmadığı bir toplum durumudur; yönetim yoktur. Bu kavram, başka aşağılayıcı sıfatların yanı sıra “arkaik” ve “ilkel” de denen toplumlarla açıkça bağlantı içindedir. Anarşizm, 19. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkmış, anarşi fikriyle bağlantılı olan, fakat aynı zamanda insan özgürlüğünü ve bireyciliği en üst düzeye koyan daha kapsamlı, özbilince dayalı bir değerler kuramının parçası ve sonucu olan sosyo-politik bir kuramdır. Böylece, anarşist teoride ilk önerme, Josiah Warren’in bireyin egemenliği dediği şeydir ve bunu, yönetim ve devletin bireyin özgürlüğünü ezdiği, dolayısıyla bunların lağvedilmesi gerektiği önermesi izler. Fakat, aynı zamanda, anarşistler baskıcı olarak nitelenen diğer kurumların lağvedilmesini de isterler: Kilise, patriarkal aile ve “irrasyonel” otoriteyi kutsayan herhangi bir sistem buna dahildir. Anarşist teori eşitlikçidir, hiyerarşi karşıtıdır ve ademi-merkeziyetçidir. “Irka, renge, inanca” ya da cinsiyete dayalı herhangi bir ayrımcılığa her zaman karşıdır. Anarşistler muhtemelen kadın özgürlüğünün ilk savunucularıdır.
Anarşist teori, eski sistemin yerine, kendi kendini denetlemeyi ve gönüllü işbirliğini savunur. Sosyal ilişkiler, iki tarafın da eşit yarar gördüğü yahut karşılıklı özgür sözleşmeye dayanan anlaşmalarla yürür. Proudhon için “yardımlaşma” anarşinin temel taşıdır. Yardımlaşma kolaylıkla karşılıklılık olarak görülebileceğinden, Proudhon’un yardımlaşma mefhumu, Mauss ve Levi-Strauss’un çağdaş antropolojik kuramıyla ilginç bir benzerlik ve uygunluk içerir. Levi-Strauss’a göre bir takas olan karşılıklılık, toplumun temel yapısal kaidesidir; bir tür “düşünce kategorisi”dir, o kadar temeldir ki insan zihninde yer etmiştir. Levi-Strauss geleneğini izleyen Pierre Clastres, “cebri gücün”, yani hem devletin hem de yönetimin karşılıklılık özelliği taşımadığını, zira bir yöneticinin bir uyruktan daha fazlasını aldığını ve böylece eşitlik dengesini bozduğunu ileri sürer. Buna bağlı olarak devlet ve yönetim toplumsal yaşamın temel prensiplerine ters düşmektedir; toplum devlete karşıdır. Son bölümde, Clastres’ın tezine, genel karşılıklılık konusuna ve cebri gücün ortaya çıkışına tekrar döneceğim. Burada sadece anarşist teori ile antropolojik teorinin çakıştığına işaret etmek istedim.
Başka kuramcıların yanı sıra, Proudhon ve Bakunin, yardımlaşmaya ek olarak, giderek daha geniş alanlara yayılmış ve daha fazla sayıdaki insan topluluğu arasındaki ilişkileri kolaylaştırmak amacıyla tasarlanmış olan federalizm fikrini de vurgulamışlardır. Federalist planın ilk inşa blokları “yüz yüze olan” yerel gruplardır; bunlar ortak uğraşlardan kaynaklanan çıkarları olan kişiler ya da komşulardır; her koşulda bir ya da daha fazla amaç için birlikte çalışmakta karşılıklı ortak bir çıkarları vardır. Böyle gruplar kendi özel amaçlarını oluştururlar ve bunlara ulaşmakla uğraşırlar. Bu hedeflere ulaşmayı kolaylaştırmak amacıyla bölgesel bir federasyon oluşturmak üzere diğer benzer gruplarla birleşirler ve sonunda, bölgesel federasyonlar diğerleriyle birleşip daha geniş bir federasyon kurarlar. Her durumda, bir kişi farklı entegrasyon seviyelerine yükselirken, organize grup içinde toplanmış olan güç azalır. Bakunin ve diğerlerinin söylediği gibi, sistem “yukarıdan aşağıya değil, aşağıdan yukarıya” kurulur. Federasyonun her üyesinin, çoğunluğun önerdiği faaliyete katılmadığı takdirde çekilme hakkı vardır.
Burada, özellikle Afrika’daki pek çok anarşik rejimdeki, seg- menter soy sistemi özellikleri ile anarşist federalizm arasındaki benzerliği fark etmek ilginçtir. Her iki durumda da bütünü oluştu- ran segmentler, her segmenti oluşturan alt segmentler vb. vardır. Her iki durumda da en etkili otorite en küçük birimdedir, daha geniş entegrasyon seviyelerine çıktıkça güç doğrudan azalır, böylece “tepede”, federasyonun zirvesinde pek az nüfuz vardır. Ayrıca her iki durumda da, sayısız küçük grubu daha büyük entegre bü- tüne dahil eden daha geniş bir ağ kurmak için elimizde bir teknik vardır. Öte yandan, iki sistem arasındaki temel bir zıtlık, federalizm gruplar arasında işbirliğine dayanırken – yardımlaşma ya da karşılıklılık ilkesi – segmenter soy sisteminde işleyen ilkeninse aynı seviyedeki gruplar arasında karşıtlık ya da çatışma olmasıdır.
Anarşist federalizm, John Calhoun ve on dokuzuncu yüzyıl başı diğer Amerikan siyasi düşünürleri tarafından savunulan “konfederasyon” ile karıştırılmamalıdır. Anarşistler böyle bir bakış açısına, ancak, merkezi yönetimi çoğu yetkesinden yoksun bırakmayı önerdiği ve üye eyaletlerin uygun gördükleri takdirde sistemden çekilmelerine izin verdiği takdirde sempatiyle yaklaşacaktır. Bununla birlikte, anarşist bir bakış açısından, Calhoun ve sempatizanları, asıl olarak Birlik içindeki çeşitli devletlerin gücü- nü azamiye çıkarmakla ilgilendiklerinden, görüşlerinde tutarsızlık vardır. Şayet tek tek üye birimlerin özgürlüğüyle ilgilenmiş olsalardı, vilayetlerin eyaletlerden, kasabaların vilayetlerden ve kişilerin de kasabalardan çekilme hakkını meşru kabul ederlerdi.2
Anarşizm kısacası karmaşık bir kuramsal yönelimdir. Öte yandan, monolitik tek bir anlayış ya da diyelim Marksizm ile karşılaştırılabilecek büyük bir kuramsal sistem olarak düşünülmemelidir. Tersine, anarşizm birbiriyle bağlantılı, fakat çoğu zaman da farklı bakış açılarını gerektirir. Nitekim, hiçbir anarşist kuramcı entegre bir kuramsal sistem sunmamıştır. Fakat tüm bir anarşist teorinin birey ve özgürlük, devlete karşı olma ve gönüllü işbirliğine dayalı bir sistem kurma arzusu olmak üzere ortak bir kaygısı vardır. Anarşistlerin tasarladığı türde bir toplumun mevcut olmadığı; kısa ömürlü ve münferit birkaç girişim haricinde hiç var olmadığı aşikârdır. Mamafih birtakım anarşi örneklerine sahibiz – bunlar, başlarında bir yönetimin ve devletin olmadığı toplumlardır.
Nasıl ki Marksist komünistler işleyen bir “ilkel komünizm”den tam anlamıyla hoşnut kalmayabilirlerse, biz de anarşistlerin mevcut anarşik rejimleri onaylamasını bekleyemeyiz. Çoğu kişinin bu rejimlerin bazı nitelikleri karşısında dehşete kapılacağı aşikârdır. Bu toplumlar yönetimden yoksundur, evet ama göreceğimiz gibi genelde ataerkillik egemendir; bir tür gerontokrasi veya yaşlı er- keklerin hakimiyeti hiç de ender değildir; dinî müeyyideler çok sayıdadır; çocuklar şaşmaz şekilde “ikinci sınıf” konumdadır; kadınlara ender olarak erkeklerle eşit muamele edilmektedir. Aslında, grup geleneklerine uyma yönünde ciddi bir baskı vardır. Fakat bu topluluklar hayli ademi-merkeziyetçi olduklarından, başlarında bir yönetim ve devlet yapısı bulunmadığından, anarşi örneği teşkil ederler. Bu nedenden dolayı, biz de bu sistemleri anarşi uygulamasının örnekleri olarak görmek durumundayız.
İnsan topluluklarının büyük bir grubu için “anarşi” terimini kullanmanın etnosentrik olacağı ve toplumsal sınıf laşmayla ideolojiyi birbirine karıştırabileceği ileri sürülebilir. Bu, Avrupa- Amerikan kültürel gelenekleriyle tanımlanan çok net ideolojik çağrışımlara sahip, duygusal olarak hayli yüklü bir sözcüğü alıp, anarşist ideoloji ve değerlerin olmadığı başka kültürlere uygu- lamak manasını taşır. Bu nedenle, sadece sözcük çarpıtılmış olmakla kalmaz, aynı zamanda bu kültürlerdeki anlamı da çar pıtılmış olur.
Fakat eğer bu durum “anarşi” sözcüğü için doğruysa, “demokratik”, “yönetim”, “yasa”, “kapitalist”, “komünist” gibi, sosyal bilimciler tarafından her gün kullanılan, günlük konuşmalardan alınmış daha pek çok başka terimin kullanımı için de geçerlidir. Sosyal bilimler, diğer kültürlerdeki genel toplumsal bağlamlara uygulanan ortak kullanıma sahip terimlerle doludur. Böyle bir prosedürün elbette ki tehlikeleri vardır. Terimle birlikte alakasız bir ideolojik bagajı taşımak çok kolaydır. Diğer yandan, eğer böyle kültürler arası tüm transferleri yapmazsak, saf jargon olan, netlik yaratmaktan ziyade bulanıklığı arttıran bir uydurma kelimeler bolluğu içinde kalırız. Gene de, dünyanın her yerinde görülen sosyal fenomen türleri vardır. Bilimsel anlayış, her kültürel unsuru, her şahsi algıyı tek ve eşsiz yapan türde radikal bir fenomenoloji değildir. Pek çok antropolog, kendi kişisel ve kültürel değerlerinin tasarımında, bir yönetime sahip olmayan, dolayısıyla anarşik olan toplumlara gerçekten açıklayıcı terimi uygulamayı inatçı bir şekilde reddeder.
2 Proudhon’un federalizme dair günümüze uygun düşünceleri yakınlarda Ka- nada federalizminin ve dolayısıyla Kanada ulusunun yapısıyla ilgili bir tartış- mada gündeme getirilmiştir (bkz. Proudhon, 1979).
Harold B Barclay
Views: 40