Antropoloji ve Anarşizm – Anarşistler ve Antropoloji: Kropotkin, Bookchin, Clastres, Zerzan – 3 – Brian Morris

0
1860

Anarşistler ve Antropoloji: Kropotkin, Bookchin, Clastres, Zerzan

Kropotkin oldukça iyi bilinir. Fakat bir anarşist olmak yanında bir coğrafyacı olarak ve Asya’yı boydan boya gezip görmekle de Kropotkin oldukça fazla etnografik ilgiye sahiptir. Bu en açık şekilde onun 1903’te yayınlanan “Karşılıklı Yardımlaşma” adlı klasik çalışmasında ifadesini bulur. Kropotkin bu kitapta organik ve toplumsal yaşamın laissez-faire rekabeti ve mücadelesinin alanı ve “en sağlıklı olanın yaşaması”nın  tek norm olmadığı fakat bu alanların “karşılıklılık” ve “ortak yaşamla” karakterize edildiğini göstermeye çalışır. Bu Darwin’in düşüncesinin ekolojik boyutlarıydı ve Türlerin Kökeni’nin (On the Origin of Species) son bölümünde ifade edilir. Bu, Kropotkin için çok önemlidir. Evrim sürecinde mücadele değil işbirliği önemli faktördür. Bu her yerde bulunabilen yosun ile örneklendirilebilir. Bu en temel yaşam formlarından biri ve pratik olarak her yerde bulunabilir. Kropotkin’in kitabı sadece Buryat ve Kabyle (şimdi Bourdieu’nun yazıları vasıtasıyla oldukça iyi bilinmektedir) gibi avcı-toplayıcı benzeri halklarda karşılıklı yardımlaşmanın geniş boyutlu değerlendirmesini sunmaz, aynı zamanda çağdaş Avrupalı toplumlar ve ortaçağ şehrinden de değerlendirmeler verir. Sosyal Antropologlar Birliği’nin (Association of Social Anthropologists) Sosyalizm üzerine monografisinde ( 1993’te Chris Hann tarafından hazırlanmıştır) çağdaş halklar arasında anarşiye dair özellikle iki makale göze çarpmaktadır. Johanna Overing, Venezuella’nın bahçeci Piaroaları arasında  “anarşi ve ortaklaşmacılık”ı tartışırken, Alan Bernard, Kalahari avcı-toplayıcılarında “ilkel komünizm” ve “karşılıklı yardımlaşma”ya bakar. Barnard’ın denemesin alt başlığı bazı antropologlar arasında anarşizmin halen canlı bir konu olduğuna işaret eden “Kropotkin Bushman’i Ziyaret Ediyor”dur.

Kropotkin insanlık tarihinin “klan dönemi”nde yaşayan insanlar olarak tanımladığı “yaratıcı deha”yı ve karşılıklı yardımlaşma kurumlarının gelişmesini incelemeyi düşünmekteydi. Fakat bu pek çok çağdaş antropologdan farklı olarak bireysel olarak kendinden fazla emin olmayı şarta bağlamadı.  Kropotkin bireysellik, kendini-onaylama ve bireycilik arasına bir farklılık koydu.

Murray Bookchin ise tartışmalı bir şahıstır. Yurttaş konseylerini ve beledi özyönetimi savunması, potansiyel ekolojik cemaat olarak şehre vurgusu ve onun derin ekolojistlerin eko-mistisizmini ve insanlardan nefretinin rahatsız edici eleştirisi – pek çok hırçınlığı –  ve pek çok tartışmanın merkezi olmasından dolayı muhtemelen iyi biliniyordur. Fakat Bookchin’in süreç-ayarlı diyalektik bakış açısı ve onun tarih anlayışı – insan ruhunun başarılarında yaşayan – onu kaçınılmaz olarak antropolojik çalışmalara sürüklemiştir. Onun çalışmalarını asıl etkileyenler her ikisi de yerli Amerikan kültürüne karşı hassas olan alimler Paul Radin ve Dorothy Lee’dir. Onun Özgürlüğün Ekolojisi (The Ecology of Freedom) (1982) adlı eserinde ilk insanlığın kabile-toplumunun önemli özelliklerine vurgu yapar ve onu “organik toplum” olarak tanımlar. Kitabın bir bölümünü buna ayırır: ilk eşitlik ve hükmeden ve zorlayıcı değerlerin yokluğu, akraba cemaati ve birey arasında birlik duygusu, ortak mülkiyet duygusu, kullanım hakkı ve karşılıklı yardımlaşmaya vurgu, tahakkümden ziyade karşılıklı ahenk olarak doğal dünya ile ilişki. Fakat Bookchin avcı ve toplayıcıların yaşamını romantize etmekten ziyade derslerimizi geçmişten aldığımızı, yazısız insanların kültüründen öğrendiğimizi düşünür.  Onları daha az taklit etmeye çalışmalıyız.

Pierre Clastres bir anarşist ve bir antropologdur. Onun Güney Amerika’nın Yerli cemaatleri üstüne – özellikle orman Guayakileri (Ache) üzerine – olan küçük klasiği anlamlı olarak Devlete Karşı Toplum (Society Against the State) (1977) adını taşır. Clastres, Tom Pain ve eski anarşistler gibi toplumsal ilişkilerin bir modeli olarak toplum ve devlet arasına açık bir ayrım kor. “Arkaik” toplumlar olarak adlandırdığı toplumların esasının – avcıtoplayıcı ya da bahçeci (neolitik) halklar – toplumsal yaşamdan ayrılmış olan iktidarı engellemek için kurumsallaşmış olmak anlamında etkili olmasını tartışır. Batının siyaset felsefesinin “hiyerarşikleşmiş ve otoriter emir ve itaat ilişkileri” (S. 9) ile bağlantılı olmak hariç iktidarı görmemiş olmasına hayıflanır ve bundan dolayı zorlayıcı gücü güç ile eşitler. Güney Amerika halklarının etnografik edebiyatını incelerken – Inka devletinden ayrı olarak – Clastres onların “demokrasi anlayışları ve eşitlikten hoşlanmaları” ile ayrıldığını ve hatta yerel şeflerin dahi zorlayıcı güçten yoksun olduğunu tartışır. Clastres’e göre arkaik toplumun bünyesinin temelini oluşturan değiştokuş, zorlayıcı güç ve özünde karşılıklılıktan yoksun olmasıdır. Kabile cemaatlerinin saldırganlıklarının büyük oranda abartıldığını ileri sürer ve bir geçim ekonomisinin açlığa karşı sonsuz bir mücadeleye işaret etmediğini, normal şartlarda bolluk içinde ve yemek için çok çeşitli şeylerin olduğunu iddia eder. Böyle cemaatler esas olarak eşitlikçidir ve insanların çalışma faaliyetleri ve yaşamları üzerinde yüksek derecede kontrolleri vardır. Fakat Clastres için “arkaik” ve “tarihsel” toplumlar arasındaki kesin “kırılma” tarımın gelmesi ve neolitik devrim değildir ama devletin ortaya çıkması ve tarımın kuvvetlenmesinin karıştığı “politik devrimdir”.

Clastres’in analizinin esas noktaları yakın zamanlarda John Cledhill tarafından onaylanmıştı. (1994, S. 13-15). İktidarı zorlayıcı otorite ile tanımlayan batılı siyaset teorisinin değerli bir eleştirisini sunar. Devletten miras sömürüye ve merkezileşmiş ihlallere direnen ve insan faaliyetlerinin bir süreci olarak kendi otonomisini kuran tipoloji ile daha az bağlantılı olarak tarihe bakmayı önerir.

Clastres ve Bookchin’e göre siyasal tahakküm ve hiyerarşi tarımın kuvvetlenmesi ve devletin ortaya çıkması ile başlarken, John Zerzan’a göre bitki ve hayvanların evcilleştirilmesi insanların otantik ve özgür bir yaşam sürdüğü bir dönemi müjdeler. Tarım kendiliğinden bir yabancılaşma biçimidir; düşünce tarzının idare edilmesini ve doğal dünya ile bağlantının kaybı anlamına gelir. Tarımın ortaya çıkışı bundan dolayı “masumiyetin sonuna” neden olur. “Cennet Bahçesi”ni bırakan insanlık olarak “altın çağ”dan feragat edilmesidir. Aslında Cennet bir bahçe ile değil fakat avcı-toplayıcılığın var oluşu ile tanımlanır. “İlkelciliğe” dair bu savununun şaşırtıcı olması oldukça zordur. Çünkü Zerzan (1988, 1994) iddialarını ispat etmek için antropolojik verileri kullanır ve avcı-toplayıcıları otantik, eşitlikçi ve “insanlığın şimdiye kadar elde ettiği en başarılı ve kalıcı uyum” (1988, s. 66) olarak resmeder. Avcıtoplayıcılarla alakalı olan sembolik kültür ve şamanizm Zerzan tarafından doğayı ya da diğer insanları kontrol ve manipüle etmek için bir yönlendirme kastı olarak görülür. Zerzan vahiysel ve hatta gnostik bir vizyonu sunar. Avcı ve toplayıcılarımızın geçmişi otantik yaşam ve erdemli kırsal yaşama olarak açıklanır. Son sekiz bin yıl ya da sonraki insanlık tarihi – düşüşten sonra (tarım) – duyguların uyuşturulmasının dahil olduğu, herhangi bir kendiliğindenliğin rutine mahkum olduğu makineleşme, hiyerarşik kontrol, tiranlıklardan biri olarak görülür. İnsanın yaratıcı tasavurunun tüm ürünleri – çiftçilik, sanat, felsefe, teknoloji, bilim, kent yaşamı, sembolik kültür – monolitik bir anlamda Zerzan tarafından olumsuz olarak görülür. Bize söylenen geleceğin “ilkel” olduğudur. Halihazırda hemen hemen altı milyar insanın yaşadığı bir dünyada bu nasıl başarılacaktır (deliller göstermiştir ki avcı toplayıcıların yaşam biçimleri sadece her km2de 1 ya da 2 insanı kaldırabilir) ya da “gelecekteki ilkel” gnostik bir tarzda bir tanrı olmayacak fakat gerçekten avcı-toplayıcıların yaşamlarını sürdürmelerine mi yol açacaktır; Zerzan bunu bize anlatmaz. Radikal ekolojistler köylü tarımının altın çağını överken, Zerzan avcı-toplayıcıları övmekte – antropolojik literatürde seçici bir ayıklama ile – Van Der Post’un beğenisini takip eder. Böyle “Yeşil ilkelciliğin yanıltıcı görüntüsü”, kendi kendilerine, doğa (ve insan) dünyasında varlıklı kent sakinleri ve entelektüellerin yabancılaşma – Bookchin (1995) ve Ray Ellen’in (1986) iddia ettiği gibi – belirtisidir.  Değerlendirmeyi başkalarına bırakıyorum.

Çev.: Alişan Şahin

İtaatsiz.org’un notu: Bu makale https://theanarchistlibrary.org’da yayınlanmış olan metnin çevirisidir. Brian Morris’in makalelerinin toplanmış olduğu “Anthropology, Ecology, and Anarchism: A Brian Morris Reader” isimli kitabında yer alan bir makaledir. Kitap 2018 yılında Kolektif yayınlarınca Türkçeleştirilip yayınlanmıştır. Bu çeviri kitapta yer alan çeviriden farklı bir çeviridir.

Views: 80

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz