DAF (Serkan-Çiğdem Bayrak) Vakası ve Bir Dayanışma Birliği Olarak ‘Tarikat’ ve Şeyh-ül Rezalet – Numan Bey

0
1261

Gündemin sıkıcılığı ve hayatın getirdiği dayanılmaz şartlardan dolayı olsa gerek uzun zamandır elim bir şey yazmaya, dert anlatmaya ve kendimi ifade etmeye yönelik bir kelime dahi yazmaya gitmedi. Anarşizm ve güncel meseleler hiç bile kimsenin derdi değildi ve benim de sıtkım sıyrılmıştı. Halen de aynı duygular içindeyim ve meramımı ya birkaç kişi ile ya da kendi içimde kendimle boğuşarak ve nefsimi dizginleyerek gidermeye çalışıyordum.

Taa ki Serkan Bayrak ve Çiğdem Bayrak ve örgütünün anarşizm adına yedikleri herzeleri duyuncaya kadar… Burada yazacaklarımdan sonra da coşkuyla yazacağım diyemiyorum. Aksine dediğim gibi sıtkım sıyrıldı.

Özellikle 12 Eylül Cuntası’ndan sonra otoriter fikriyatın baskın olduğu, liberteryanizm ve pasifizm kelimesinin bir hakaret olarak algılandığı bu topraklarda anarşizmin varlığı gerek marksist ve gerekse diğer otoriter düşünceler açısından görülmemesi ve dikkat çekilmemesi gereken küçük vaka olarak algılanıyordu.

Kendiliğinden ve yavaşça gelişen bir büyüme trendi ile ancak bugün bu kadar, bildiğimiz boyuta geldi. Daha önceleri düşünce ifade etmek ve bu düşünceleri yaymak adına ortaya çıkan küçük dergiler ve onun etrafındaki grup yapılanmaları küçük olmalarından dolayı da olsa gerek arada sırada ortaya çıkan otoriter kişiliklerin varlığı olsa dahi pek gelişme göstermemişlerdi. Her daim dağılma ve herkesin kendi mecrasında anarşizmini yaşama – olabildiğince – ya da düzen içinde olabildiğince var olma çabasıyla devam etmişti.

Bu arada içinde bulunduğumuz kimi tartışmalarda şiddet kullanma maksadıyla yola çıkan, toplantı basan ve yalanlar yayan ve bu konuda hiç de devletin yayın organlarından farklı olmayan yayınlar yapan anarşist aymazlar da oldu. Onları da bir tarafa bırakmadan yad etmiş olayım.

Bu gruplar içerisinde şahsi gözlemim olarak aktarabileceğim en temel problem, belki de sosyolojik bir vaka olarak da çalışılmış ve ifade edilmiş olan grup psikolojisi içerisinde ortaya çıkan otoriter kişilik ve tabi olan kişilikler arasındaki gerilimdir. Otoriter kişilik[1] gruba hareket etmek için tabi kişiliklere dinamizm kazandırırken tabii kişiliklerin kimi zaman ortaya çıkan egolarının harekete geçtiği anlarda itirazları bu dinamizmi daha da körüklemeye yarıyordu.

Dediğim gibi bu vaka adeta doğal ve bilinen bir olgu olarak normal kabul edilebilir ama normalleştirilemez. Nitekim gerilim de bu noktalarda başlıyordu. Kavgalar, gürültüler, kişiliklerin uyuşmaması, ego çekişmeleri ve dolayısıyla hırslar vb. vb.

Meselenin esasına gelirsek:

On yıldan fazla bir süredir ismini duymaya aşina olduğumuz ve kimilerince “aferin, güzel işler yapıyorlar” denerek onore edilen bir teşkilat DAF. Her daim içimizde ukde bırakan ismi ve kendi içine kapalı yapısı (aslında aleni bir konumlanışa sahip gibi görünüyor), sokaklarda ve mitinglerde gördüğümüz genç kitlesi ile Serkan ve Çiğdem ismi ile özdeşleşmiş teşkilatı ile anarşizm arasında bir illiyet bağı kurmak en azından benim açımdan her zaman zor olmuştu.

Dev-Yol gibi bir örgütlenmeden kopup anarşizm keşfederek bağımsız bir örgüte sahip olan gruplardan biri AGF idi sanırım. Bir diğeri de anarşistlerin devrimcisi olarak ortaya çıkan DAF. Zaten hep “EN” biri olmak amacıyla ortaya çıktıklarından o zaman kadar kendine anarşist diyenleri de aşarak ayrım noktasını devrimcilikle çizen bir örgüt olmuşlar. Bu arada doğrudan Dev-Yol’dan mı – aslında Dev-Yol diye bir şey de ortada yok idi ama bir şeyler var idi – AGF’den mi ya da AGF’nin isim değiştirmiş hali mi olduklarına dair bir fikrim yok.

Zaten “EN” olmaktan hareketle anarşizmlerinden çok şey kaybettikleri benim nazarımda varid idi fakat kendilerine anarşistiz demelerinden hareketle bunlar anarşist değil demek de ne benim ne de bir başkasının işiydi. Anarşist tarihe baktığımızda birçok provokatif örgütün ve kişinin var olduğu ve o tarihte yer aldığını zaten biliyoruz. Toplumsal mücadelelerin tam da böyle bir şey olduğu da zaten bilinmesi gereken bir şey…

Son günlerin olayı mürşidine bağlı ve hatta mürşidine Allah’tan daha fazla bağlı müridler topluluğu görünümü verdiği “müridlerinin” ifşası ile ortaya çıkan bu yapının içinde vuku bulmuş hadiseler oldu. Üzerine ölü toprağı serpilmiş bir hareketsizlikle var olduğunu bu vaka sayesinde fark ettiğimiz anarşistler ve anarşizme yakın kimseler ses verdiler.

Buradan anarşizmin genel hatları ile ne olduğu ve olmadığını anlatmak derdinde değilim fakat anarşizmin ne olmadığını ispatlayan bir yapı ile karşı karşıyayız. Bu yapı halen varlığını özeleştiri ve yeniden yapılanma adı altında devam ettiriyor.

Peki bu ifşalarda neler vardı.

– Serkan ve Çiğdem adı ile bildirilen şefler örgütte her şeyi belirleyen tek otorite imiş.

– Serkan ve Çiğdem bu yerlerinden dolayı bir hiyerarşi oluşturmuşlar ve bu hiyerarşideki kişilerin yerlerini de Serkan ve Çiğdem belirlemekte imiş.

– Bu ikili beğenmedikleri elemanlarını dövmekte, taciz etmekte, varlıklarına el koymakta, geceleri uyutmamakta ve adeta işkence etmekteler imiş ve bu konuda tamamen keyfi davranmaktalarmış.

– Bu ikili örgüte dahil olan insanların mal varlıklarına el koymakta, borçlandırmakta ve kendilerine hizmet etmek maksadıyla kullanmakta yani dayanışma ve kardeşlik duygularını sömürmekte imiş.

– Grubun sahip olduğu kafelerde insanları angarya usulü çalıştırmakta ve kafelerin gelir ve giderlerini hiç kimseye hesap vermeden harcamakta imişler (Tabi bu arada yurt dışında anarşist ve anti-otoriter kuruluşlardan gelmiş olabilecek yardımları da düşünmeden edemiyorum).

Ben 12 Eylül öncesi dönemde Stalinist ve Maoist bir örgüt içerisinde yer almış biri olarak şunu söyleyebilirim. Böyle bir örgütlenme ve ilişki biçimlerine hiçbir yerde rastlamadım. Duymadım da.

“Anarşistlerden” ya da kendine anarşist diyen insanlardan oluşan bir örgütten bahsediyoruz! Yani özgürlükçü insanlardan, tahakküm ve otoritenin olmadığı bir dünya için mücadele eden ve bunu bugünden, ilişkilerimizden başlayarak yok etmeye çalışan ve sistemin tüm tahakküm aygıtlarının ve ideolojisinin dışına çıkıp başka ilişkilerle yeni bir yaşamı kurmak amacında olan özgürlükçü insanlardan…

Yukarıda fiili olarak gerçekleştirilmiş kaba olarak anarşizmin hiçbir temel kriterine uymayan bir yapı görmüyor muyuz? Neydi onlar: anti-hiyerarşik, anti-otoriter, dayanışma ve kardeşlik üzerine kurulmuş, şiddet karşıtı olmak vb.

Buna anarşist diyen herkes bu örgütle yoluna devam edebilir. Bizi de ilgilendirmez.

Sorgulanması gereken Serkan ve Çiğdem değil sadece. Bu ilişkileri görüp de orada bugüne kadar duran ve hatta durmaya devam eden. Bugüne kadar en azından ifşayı gerçekleştirmeyen… Ayrılan ve sessiz olan anarşistler de kendini sorgulamalı. Etrafına bakmalı.

İfşalar ortaya çıktığında mırın kırın ederek ifşalara şüphe ile yaklaşma temayülü gösteren ve uzak duran kişi ve yapılar kendilerini sorgulamalı. Neyiz, ne oluyoruz demeli…

“Kol kırılır yen içinde kalır” sözünü benimseyen anarşistler bilinki bu söz tahakkümün sözüdür. Her şeyi açın. Dışarısı ve içerisi yok… Dışarısı olan sadece devlet ve tahakkümdür. Kendinizi çok yüksekte görüyorsanız bilinki varlığınız sadece ve sadece bir tektir kimseden ne bir artınız ne de bir eksiniz var. Kendinizi rahat hissettiğiniz kimlikler birer zincirdir, anarşizm dahil…

Bundan sonra neler yapılmalı ve ne yapmalı gibi bildiriler yazıp yayınlayan anarşist kişi ve gruplar… Çökmüş ve çürümüş bir örnek göz önünde iken ortaya çıkıp anarşizm ve anarşist ahlaktan dem vurmak hamasetten öte bir şey değil ve en iyisi siz değilsiniz. Kendinize ve benliğinize dönüp ahlak ve erdem sorgulaması yapınız.

Şahsi önerim şudur: Kendine anarşist diyen bu tip örgütleri dağıtın ya da içinde bulunduğunuz örgütleri terk edin.

Kısacası:

DAF ve Serkan Bayrak’ın liderliğindeki tüm örgütler kendilerini dağıtmalıdır. Ya da ona uygulanacak bir kampanya ile lağvedilmesi sağlanmalıdır.

Başka türlü temiz kalınması mümkün değil.


[1] Burada not etmem gerekiyor: Otoriter ve Tabi kişilik tanımı etken ve edilgen kişilik olarak da ayrıştırılabilir ve belki durumu ifade etmeye daha uygundur, emin değilim. Ama bir başka ifade ile Nefs yani benliğinin çeşitli seviyelerde topluluk içinde baskın kişilik olarak ortaya çıkana otoriter kişilik demek daha uygun olur. Bunun dereceleri kişinin yapısına ve kendi dünyasındaki hallerine göre değişir. Özellikle anarşist bir düşüncenin önerdiği kişilik “ne emreden ne itaat eden” olarak tarif edildiğinden durumun vehametinin böyle durumlarda vardığı merhale her zaman tartışmalı olur.

Visits: 435

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz