Dökülenleri Topluyorum – Siren Kaya

0
1626

Yaza geliyoruz, uzun günlere güneşin doğuşu batışı, işim gücüm. Onlar bana içlerini dökmüşler önüm kırık dökük olmuş. Gülümsemeleriyle, aşağı inen gözlerle, titreyen dudaklarıyla, öfkeyle soluyan burunlarıyla, sıkılan terleyen elleriyle, soran yüzleriyle, gözyaşlarıyla önüme dökülmüşler… Savaş zamanı gibiydi hepsini dinledim. Koltuk değnekleriyle topallayarak bana yürümüşler, kekeleyip cümle başlarına ünlem koymuşlar. Zaman… zaman… kıymık kıymık çekiyorsun canımızdan, yıldızları gösteriyorsun, mora bürünen akşamları, yanakları al al sabahları, zaman… yüzümüze çiziyorsun kendini yüzümüzden dökülürlerken, dökerken… Delik değilim akıtamıyorum zaman, genişliyorum senin içinden. Senin kadar yol alıyorum. Yazdığın bütün büyük harfli cümlelerin sonuna noktaları koyuyorum, dökülenleri topluyorum…

Haziran 2009

Views: 264

Önceki İçerik52 Teknoloji Toplumu – Kitle İnsanı – Jacques Ellul
Sonraki İçerik53 Teknoloji Toplumu – İçgüdülerin ve Ruhsal Unsurların Entegrasyonu – Jacques Ellul
Almanya’da Giessen’de yaşıyor. Edebiyatta bazı yazar ve şairlere saplantısı yüzünden üni. eğitimi yarım bıraktı. Döngüsel olarak her güne Gülten Akın, Gunter Grass, “Garacaoğlan” okuyup başlıyor. Kitapçı raflarında karşısına çıkan her “G”li yazarın yapıtını alıp okuyor. Karşılaştığı yazılarda, bilmediği dillerin sözcükleri de içinde, “G”li sözcükleri belleğine kazıma çalışmaları yapıyor. En sevdiği sözcük başka anlamları da içinde “Gül”. Beslenmek, barınmak, giyinmek için orda burda her bulduğu onaylanabilir paralı kölelik edimlerini yerine getiriyor. En sevdiği roman J. Berger’in “G”si. Öyküye gelince sevdikleri çoksa da Kafka’nın “Ceza Sömürgesinde”si. Ceza Sömürgesinde el erimi yakınında duruyor hep. Şiir? İşte bu alanda seçim yapmak olanaksız geliyor; gezegenin, başka yıldızkümelerinin gezegenlerinin, böceklerin, çiçeklerin, insanların, denizyıldızlarının ve denizanalarının şiirlerinden hoşlanıyor. Basılı hiçbir şey oluşturmak istemiyor. Yazdıklarını beğenmiyor. Arada sırada “zorunda” kalmadıkça kimseye bir şeycik okutmuyor. Okuttuğu için önünde sonunda kocaman bir pişmanlık duyuyor. Ana dilini ulusçuluktan, kimlikçilikçilikten ve onlar gibi ezberletilmiş kurgusallıklardan dolayı değil, önemli bir şiir dili olduğu için seviyor. Almanca dışında başka dillerde çok az okuyor. Farsça bilmiyor; ancak onun ortalıkta salınan gül kokulu bir şiir dili olduğunu duyumsuyor. Belleğinde Hayyam’ın Hafız’ın, Hatayi’nin, Furuğ’un kimi dizeleri kakılı. Onları düşlerinde, uyanıkken, dalgınken, ayıkken elinde olmadan mırıldanıyor. Dolu zamanlarında şiirimsiler, öykümsüler fısıldıyor kendine. Canı isterse onları yazıya geçiriyor. Kentte yürürken, para kazanırken, araba kullanırken, durumlar ya da karşılaşmalarda elinde olmadan mırıldandıklarını yineleye yineleye oyalanıyor. “Güçlü derecede saplantılı” tanısıyla yaşıyor. Çöl hekimlerinin tanılarını umursanamaz buluyor. Bazen de fısıltılarını telefonuyla (ses kayıdı) paylaşıyor. İşte böyle bir şey benim öyküm de!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz