Bu mide bulantısı en beyaz yerlerden geliyor. Birazdan bu beyaz gökyüzünün altından yürüyüp geçerek uzunlamasına gri bir apartmanın içine girip orada başkalarıyla nefes almaya hazırlanıyorum. Bir nefesle gözlerini alıp diğer nefesimle ona kulaklarını veriyorum. Önünüzdeki harfler yere damlıyor tek tek toplamanın önemi yok, küçük lekeler ve üzerine basılıp geçildikçe kaybolacak zaten, gri halıfleks biraz daha koyu gri lekeler halinde… Açık kahve ahşap sandalyeler onlar üzerlerine oturan her ağırlıktan bir hatıra alıp saklamışlar. Kolçaklarındaki cilaları sinirli bir tırnakla sökülmüş bir zaman kim onun üzerindeyken sıkıldıysa… Birazdan oraya gideceğimi biliyorum. Saat 14.30. Üç ile dört arası demişti. En iyisi üçbuçuk. Üçte çıkmak gerek zaten. Rakamları ağzımızın içine böyle yerleştiriyoruz, parmaklarımızın arasına, hayatımız onların arasına… üç müydü, on kala çıkalım, araç gelene kadar, kırmızı yanana kadar, kapı açılana kadar… rakamların sesi uğuldayıp duruyor bütün rujlu dudaklara yapışmış bir ekmek kırıntısı gibi rahatsız edici bir şekilde öyle duruyor. Bu yine en beyaz ofislerden birinin içinde ben ayaklarımı gıdıklamaya gelecek kırmızı şapkalı cüceyi bekliyorum…
Diğer taraftan tabii eğer bu cüce pazar günü siyah ve beyaz kuğulu parkta herbir dalına yeşil kelebekler konmuş da hepsi birlikte kanat çırpıyormuş gibi yaprakları hışırdayan kavak ağacının altında beni bulmadıysa bundan sonra işi biraz daha zor. Ben daha çok büyüdüm çünkü. Orası buluşmak için güzeldi. Çimlerin üzerine uzanmış kan gibi mavi gökyüzüne doğru uçan yeşil kelebeklerin kanat çırpışını izlerken başımı yana çevirdiğimde kocaman uzayan yamaç çimenlerinin arasında küçücük bir böcektim çünkü o gün ben ki ona rağmen parkın bekçisi geldi ve bana bunlar yamaç çimleri üzerine oturmayın, uzaması gerekiyormuş dedi. Pazar günü dünya bir alemdi çok… Pazar günü turuncuydu ben genelde turuncu mavi ve yeşil içinde kalmaya büyük gayret gösterdim. Güneş batarken gökyüzünün altında yeşil çimenlerin üzerinde.
Bu beyaz ofisteki nemli yemekhanede yediğimiz sarı tavuk, sarı sert patates kızartması, kırmızı ketçap ve beyaz makarna… yemekler yarattığı mide bulantısı ile getirdiği bunalımlı ruh hali yemin ederim ki alabileceğimiz herhangi bir kimyasal plastik çeşitli renklerdeki asid hapları kadar etki yapıyor üzerimizde… Hepimiz gün boyunca burada birbirimizin nefesini alıp verdiğimiz saatler boyunca öyle mutsuzuz sanki. Dışarı çıkıp geliyoruz, dışarıda gözlerimize görüntüler yüreğimize kuruntular toz duman halinde yapışırken silkelenip temizlenemiyoruz, buranın beyaz ışığı çok görünür kılıyor bunu. Tek kelime ile kelimelerimiz kelimelerimiz değil. Kelimelerle göz ve ekran boyuyoruz. Şimdi durup bu şarkıyı dinlemeliyim “ı want paint it black”.
İnsan kendisini bu kadar unutsa mı iyidir, hatırlasa mı? Siyah anladım ki tüm bunların içinde en temiz renktir…
Aralık 2008
Views: 175