vurgunların eşiğinde
Bu yurdu bilemezsin ey kutlu çocuk
yokluklar içinde her mevsim açan
kahır çiçeklerini
hüznün neşterlediği güzel düşlerimizi
öte yakaya geçmedin ki hiç
bir sürgün gibi
sırtlayıp korkuları kaçak gidişi
tek tek düşerken yanındakiler
yürek rahatlıklarını görüp insancıkların
kahırla terk etmedin ki bu toprakları
seni asla bırakmayacak görüntüleri
nakşederek gözlerine son kıyılarda.
Ayıramazsın günlerin olanca kirletilişlerini
aynalar gülmez bir daha gözlerine
yüzün sanki sokağınızdan geçen tanış biri
iç yakan bakışlar ele vermez kendini aynalarda
insanın kıyıcılığı mı
kendi sahillerimizden uzaklaştığımız bir koşu
kıtalar geçmiş boz gemilerin
gökyüzüne uzalı liman yorgunluğu
kadar bir sağırlaşma
bir vursan da duymazlık
ideolojik bir işgalin şaşkınlığı mı bu
inadı direnmeden terk edişimiz.
Yola çıktın yıldızlar gökte titrerken
sarı dikenlere değdikçe alaca ışık
yüreğin mi üşüdü hışırtıların esintisiyle
dönme artık isyanlar başlamışken içinde
yoksa darağaçları kurulur, çığlıklar uyandırır
tutukluları yine
belki yalnızca tutukluları geceleri
korkuyorsun, üşütüyor sabah güneşi bedenini
işte yine güldün, dalgınlıktan olmalı
bir unutuştan
sevdin bu durumu
yenilgilerde gülebilmeyi
ölümlerde bile ey kutlu çocuk.
Bense bir yabancıyım kendime
gizlice seyrettiğin
aynalar bana gülmez
gece beni de ürkütür, yalnızlık üşütür
içli türküler nedense ey kutlu çocuk
bozkırı, sıcak altında kalmış ipince
su arklarını
çatlamış toprakları hatırlatır bana
sonra hayaller sıralarım öte yaka üstüne
senin hayallerini de ey kutlu çocuk
senin hayallerini de.
Sıradan biri gibiydin ilk gördüğümde
meraktı gözlerinden
yüzümde saklı bilmecelere takılan
böğürtlenler, ellerin, parmaklarını boyayan hoşluk
önümde uzanan bir deniz
suçluluk duygusu mu bağladı ellerini
neden durdular, korku, mor
martıların kıyamet haberleri
kaç gün geçti
ayak izlerine basarak yürüdüğün zamandan
dalgalar çocukça bir yarıştalardı
yağmur başladı birden
kalın bir kemer düştü denize
iyi ki çabucak kaçıverdin benden
yalnızlık bir veba ey kutlu çocuk
insanı insandan ayıran
kül fırtınaları seyretmemelisin
işin değil mevsiminden erken gelmek
bu sahillere.
Şimdi yum gözlerini
rüzgar çarparken yüzüne
derin koylarda gürleyişleri dalgaların
beni de sindiren fırtınalar
ürkerek ayırırken zamanı
yalnızca umuda tutunmak
döndürmez insanı geçmişe
dönse
şafakta çocuk gözleri
sabah yıldızına yalvarır
düşlerimde şeytanın gözleri kara
saçları kapatıyor fırtınada gözlerini
bıraksam kendimi çağrılarına
şeytan bu, korkuyorum
bari sen git kutlu çocuk
hemen git
ben şeytanı ne eder oyalarım
sen karşı yakada papatya falına bak
baharlarda
boncuk boncuk terle çalışırken
sınırsız özle bir şeyleri
uyanınca ilk işin aynalara gülmek olsun
erkenden gülmek
git çok uzaklara git
rüzgarlar çalmasın senin de sesini.
Gemiler senin gözlerini mi taşıyor
kış seferlerinde
acılarla ölünmezmiş
umudum mu yoksa yaralarımı kavlatan
başka şeyler de vardır mutlaka
aşklar, rengi soluk arkadaşlıklar
ortak anılara küfürler, celladımız inkar
gizli acılarla ölünmezmiş derler
gizli acılara kurşun işlemez
bu nedenle sağaltmalıyım bedenimi
ey kutlu çocuk.
Yürümek
alaca sabahta öte yakaya
en uygun zamanı yolculukların
dönersen şafak bulaşır ayaklarına
dudakların mor bir rüzgar kokusu
kaşların, burnun, ille de gözlerin
kapatsan kapıları hemencecik
eşikte silkinsen, çırpınsan
boşuna ey kutlu çocuk
kurtulamaz insan çağrısından öte yakanın.
Gene uyandırdın içimdeki isyanı
kaçmıyorum yenilgilerden
bekleyişlerden
sana dokunabilme umudumdan
kalem kırsa yargıçlar
kızamıyorum
korkmuyorum hiçbir şeyden
seni göremeden ölmekten korktuğum kadar
seni suçlayamam kutlu çocuk
yıldızlar gökyüzünde tan oyunundayken
ben niye ayaktayım, neden gözlerim pencerende
sürekli
uyusam düşlerimde ulaşamam
öte yakada karanlıkta kalan tutukevlerine
bir ulaşabilsem kadın tutuklara
kızıl karanfiller atardım
çoktan hak ettiler
konaklamaların sessizliğinde dizlerinde parıltılar
açtıran kır savaşçıları
size karanfil vermezdim
hepinizin yerine iki saatlik ben gözlerdim çepeçevreyi
siz uyurdunuz, düşleriniz kıpkızıl bir deniz olurdu
bir eliyle utku imi yapan ince bir deniz
sonra bir bardak sıcak çay kokusuna uyandırırdım sizi
ne ara demledin diye şaşardınız gülerek
ne yazık, çok yazık
uçak, helikopter gürültüsünde koptu düşlerimiz.
Düşüp
dağılan sırçalı bir vazoydu
son düşümde kara bir gül açmış yüreğim
bağlanılmaz sevgilinin saç telleriyle bile
yaklaş ey kutlu çocuk
gecenin sızamayacağı arasızlığa yaklaş
bilmesin kimse çocukla bu şiiri düşlemleyenin
iç içeliğini.
Şubat 1987
iz
Bakışımın iziydi
yüzünde yersarsıntıları koparan
depremler, depreşmeler
çaresiz bakışımın izi
dilim mühürlü
boynumda bir dervişin armağanı
minik bir teslimtaşı
dudaklarımda aynı iz.
Bir gölge sokaklarda
yabancısı kaldırımların
acemi yürüyüşünde aynı iz.
Soluklanıp imgeler kurmak
dar ve uzun bir Karadeniz kenti gibi
kıyı boyu, dağ boyu uzanan
düşlemlerimde, düşümde aynı iz.
soluk soluğa bütün sesler
beklerken merdiven başlarında
belki de bitti diyor gözlerin
üzüncünde, yüzünün gecesinde aynı iz.
Gitmek
geçip gitmek ardıma bakmadan
unutulmaz yenilgilere katlanabilmek
için
dağlara, koyaklara sığınmak
boynumda teslimtaşı, ellerimde bin yenilmişliğin
titrekliği
dudaklarım kıpırtısız
içimdeki sızıların mühürlediği.
Haziran 1987
Views: 219