Nedir gerçek demokrasi?” böyle sesleniyor yaşam boyu iktidarda ve devletin başında olup, tüm muhalif sesleri kısan ve kovuşturmalara uğratan Küba’nın diktatörü Fidel Castro. Ve şöyle cevap veriyor: “Halkın arzularını yerine getirmektir.”
Biliyoruz ki Küba bir Amerikalı devlettir. Siyasal ve askeri örgütlenmesiyle bir devlet olarak örgütlenmiş ve mevcut siyasal partinin hegomanyasının dışında başka bir muhalif harekete ve düşünceye izin verilmemiş bir devlet; diktatörlüktür.
Sadece bir devlet olmasından dolayı Küba’ya dair, yıkmak ve lağvetmek fikrinin dışında, anarşizm bağlamında yazacak fazla bir şey yok gibi görünüyor. Öyle ya! Küba bir devlet ve yıkılmalıdır. Halkın doğrudan demokratik ve gönüllülük üzerine kurulu insan ilişkilerinin yüz yüze olduğu, otoritenin ve hiyerarşinin olmadığı bir hayattır istediğimiz. Ama mesele o kadar kolay olmuyor her zaman. Gene ortalık karışık. Bir şeyler denmelidir ve açıklama yapılmalıdır. Bir şeyler yanlış gitmekte ve sırtımızı kaşımaktadır…
Fidel Castro’nun ölümünün ardından eski arkadaşlarımızın bazılarının ve çevremizde dost bildiğimiz kimi insanların onun ölümünü ağıtlar yakarak karşılayan ve “ne güzel abimizdin sen Castro” laflarıyla bir diktatörü uğurlayan insanlar olduklarını gördük. Bu yazının yazılma nedeni de bizzat budur.
Bu arkadaşlarımızdan biri özellikle Latin Amerika’daki devlet başkanlarının üçüncü dünyacı, anti-Amerikancı iktidarları ve diktatörlüklerine sadece “solcu” olmalarından dolayı – eleştirilerinin dozunu pek hissetmediğimiz bir şekilde- övgüler dizmeye devam ediyor. Castro’da bu övgülerden ziyadesiyle payını alıyor.
Sadece bu niteliklere sahip ziyadesiyle diktatörlük var; tarihte solcu ve sosyalist olup Amerikan Emperyalizmine tavır koyan Afrika’dan Asya’ya onlarca benzerini göstermek mümkündür.
Ayrıca Küba savunusunu genellikle batı demokrasisine sahip ülkelerin siyasal yapılarıyla kıyaslayarak Küba diktatörlüğüne meşru bir alan açma çabaları ve diktatörlüğü liberal “demokratik” ülkelerin kimi taraflarıyla kıyaslamak metod olarak da doğru değildir. Bunun sadece manipülatif bir savunu olduğunu söylemekten de imtina etmem. İsviçre “demokrasisini” görmeyip Küba’daki diktatörlüğü demokrasi olarak satmak da bir manipülasyondan ibarettir. Böyle bir demokrasi arayışında olunsaydı İsviçre daha ileri bir aşamadadır ve ona övgüler dizmek gerekirdi! Ya da İsrail’in Kibutzları ona demokrasi demek için belki de yeterdi!
Öyle ki Küba’da yaygın olan fahişeliğe dair yapılan savunu fenasının fenasıdır. Bu işin dünyanın her tarafında yapıldığı gibi bir savunma mızrağın çuvala sığmadığını işaret eder.
Bu savunuların ardında sosyalist demeye dili varmadığı bir ülkeyi ve diktatörlüğü aklama çabası vardır demekten kendimi alamıyorum. Bir diktatörü allayıp-pullayarak demokrasi kahramanı ilan etmek için nasıl bir ruh haline sahip olmak gerektiğini bilmiyorum ve bunu söylemek de başkalarına kalsın.
Bugün Küba’da tek işletme sahibi başında Lideri Raul Castro’nun olduğu Küba Komünist Partisi ve Castro’nun ekibidir. Tüm işletmelerin sahibi ve tek yetkilisi odur. Küba halkından herhangi birinin girip içinde bulunamayacağı işletmeleri sadece turistlere ve yabancılara açıktır ve Dolar en rağbette olan para konumundadır. Sovyetler Birliği’nin Nomenklatura’sı bugün Küba’da yaşamaktadır.
Küba “Devrimine” Dair Kısaca
Batista’yı devirdikten sonraki süreç içinde nüfusunun % 20’sini sürgüne yollamış ve binlercesi deniz yoluyla kaçarken ölmüştür. Küba’yı devletin kölesi haline getirmiş, birçok kurumu ve sendikayı yasaklamıştır. Devlet partisi hariç Siyasal partileri yasaklamış bir diktatörlüktür Küba. Küba homoseksüllere karşı kovuşturmalarda bulunmuş ve sansür devletin bekası için önemli bir araç olmuştur.
Küba’yı ve peygamberleri Castro’yu anlamak için Amerika’da olduğu gibi Küba’da da ırk ayrımcılığıyla karşı karşıya kalmış binlercesini anlatmak gerekmektedir. Castro iktidara geldiğinde ırk ayrımcılığının artık bittiğini ilan eden kişidir de! Sovyetler Birliği’de aynı şeyi yapmıştı ama hiç bir zaman slav milliyetçiliğinin üstesinden gelmemiş ve devam ettirmişti. Benzeri Küba için de geçerlidir.
Afro-Amerikalıların fikirlerini ifade etmeleri sonucunda dövüldükleri ve ölüm ya da tecavüz tehditleriyle karşılaştıklarının bir vakıa olduğu iddiası her zaman var.
Castro ve Küba devleti neler yapmıştır. İsterseniz bir bakalım. Onu yaptıkları ve yapmadıklarıyla değerlendirelim.
SSCB’nin Bir Uydusu ve Kolu Olarak Küba
Castro’nun Anti- Amerikancı olması Apartayt rejiminin Güney Afrika’sına karşı tavır alması onu aklamaya yeter mi? Ya da Tıp alanında bir şekilde kazanmış olduğu ün onu “iyi diktatörler” kategorisine yerleştirir mi? Yoksa soğuk savaş döneminin Türkiye’si gibi bir role sahip olduğunu ifade etmemiz daha mı doğru olur.
Öyle ya 1970’lerde Etopya Diktatörü Mengistu Haile Mariam’ın davetine icabet ederek Küba askerlerini oraya yollayan Küba’dır. 1974’te Amerika’nın desteklediği İmparator Haile Selasiye’ye karşı darbe yapmış ve muhalif olan herkesi katletmişti. Kastro bu katliamı, herhangi bir çekince taşımadan, Küba’nın desteği için yolun temizlenmesi olarak ifade etmişti.
Tüm amacı Yemen ve Somali’yi de Sovyetlerin kampına dahil etmekti. 1989’a kadar Küba askerleri Etopya’da kaldı. Mengistu isyanla karşı karşıya kalıp Havana ve Moskova’nın desteğini kaybedince Küba’ya dost olan diktatör Mugabe’nin Zimbabve’sine sığındı. Bugün Etopya, Amerika’nın en yakın müttefiki ve insan hakları ihlalleri devam etmekte. Afrika’ya bir huzur değil bir huzursuzluk getiren ülkelerin başında Amerika ve diğer Emperyalistlerle beraber Küba gelmektedir.
Bu onu sadece ve sadece soğuk savaşın taraflarından biri haline getirir. Füze krizinde Türkiye ve Küba iki taraftır. Biri Amerika ve Batılı emperyalistlerin diğeri SSCB Emperyalizminin ve Doğu blokunun tarafındadır. Sosyalizm mi? Hak getire… Sovyetler Birliği sosyalist miydi? Hak getire… Sosyalizm ve Marksizmin teorisince dahi sosyalist oldukları su götürür bu ülkelerin…
Soğuk savaş döneminde Prag Baharı’nın liderlerini kınamış ve Varşova Paktı’nın 200.000 askerle Çekoslavakya’yı işgaline destek vermiş bir ülkedir Küba ve Lideri Castro. Bu işgal sırasında sivil itaatsiz eylemler olmuştu. İşgal sonucu ise 76 kişi öldürülmüştü.
Bu mevzuyu burada tartışmanın yeri değil şimdilik. Devam edelim…
Elli yıldır bulunduğu ve asla terk etmeyi planlamadığı iktidar koltuğunda iktidarın politikalarına ve uygulamalarına dair eleştirilere karşı hoşgörüsüz ve acımasızdır. Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü Küba’daki diktatörlüğün insan hakları ihlallerine yıllardır dikkati çekmişlerdi.
Sadece rejimin ideolojisine ters düşen yüzlerce insanı cezaevinde yıllarca tuttuğu tutuklularıyla ve ülkesinden kaçmak isteyen binlerce insanıyla da oldukça meşhur bir ülkedir Küba. Bu ülkenin lideri ve diktatörünün hayranı solcularının bunlara dair de bir sürü “ama”lı gerekçeleri var.
Küba Anayasası ifade özgürlüğüne “izin veriyor” – tıpkı bizim 12 Eylül anayasasında olduğu gibi – fakat muhaliflerin haklarına 62. Maddede sınırlıyor. Şöyle ki: “Vatandaşlar için tanınan özgürlük sosyalist devletin var oluşuna ve hedeflerine ya da Küba halkının sosyalizm ve Komünizmi inşa etme kararına karşıt olarak kullanılamaz. Bu prensiplerin çiğnenmesi hukuk yoluyla cezalandırılır.”
Yani devlet kendisi gibi düşünmeyenleri Küba halkı adına cezalandırmaya, cezai kovuşturmalara uğratmaya yetkili kılmaktadır. Bundan hareketle hiçbir fiili kalkışması olmayan insanları da cezaevlerinde tutmaya kendini yetkili kılmıştır.
Türkiye’deki uygulamalara ne kadar da benziyor desek yanlış yapmayız. Kemalist paradigmanın yıllardır uyguladıklarıyla benzerlikleri sadece bunla sınırlı değil. Yarattıkları Fidel Castro kültü ve devrim kutlamaları da benzerlikler göstermektedir. Komünist değilim ama Castro’yu çok seviyorum diyenlerin sayısı da az değil. Devrim kutlamalarında tüm okulların tören alanlarına zorla toplanmaları ve parti üyelerinin zorla alanda bulundurulmaları da bu benzerliğin başka bir örneğidir. Küba’ya bir çeşit Kemalist diktatörlüktür benzetmesi esasen yanlış değildir.
Aslen Küba’nın varlığı ve var oluşu eşitlikçi bir toplumu bize göstermez , anti-emperyalist bir ülkenin var oluşu da değildir ama o sadece üçüncü dünyacı bir “sosyalizm” ve zamanında SSCB’nin uluslararası alandaki aparatı olarak telaki edilmelidir.
Küba’da Anarşizme Dair Kısa Bir Değini
Küba’da Castro iktidara geldiği andan bugüne kovuşturmaya uğrayan ve sürgüne yollanan, hapse atılan anarşistlerin ve liberallerin sayısı binlercedir.
Batista devrildikten sonra kendisine devrimin fiili lideri yakıştırması yapılan Eski Santiago yargıcı Manuel Urrutía hükümet tarafından Castro’ya “devrimin en yüksek lideri” (“maximum leader of the revolution”) ünvanı verilmek istenince red etmiştir. Ardından istifaya zorlanmış ve yolsuzlukla itham edilince iltica etmek zorunda kalmıştır.
En kötüsü en yakın politik müttefiki ve hükümet üyelerinden birinin başına gelmiş: Tarım Reformu Yasasının yazarı, anti-komünist ve isyancı ordunun komutanı Humberto Sorí Marín “devrime karşı komplo” suçlamasıyla Nisan 1961’de idam edilmiştir.
Bir diğer eski isyancı Hubert Matos kışkırtma ve isyan suçlamasıyla istifa ettirilmiş ve 20 yıl hapis cezasına çarptırılmış ve 16 yıl yatmıştır.
Bir diğeri İspanya’nın Duritti’sine benzetilerek Duritti yakıştırması yapılan Aziz Camillo olarak bilinen Camilo Cienfuegos’un kaybolmasıdır. Halen yok olması gizemini koruyor.
Anarşistlerin tarihinde bir başka hikaye ise şöyledir:
Kübalı olmayan Alman Anarşist Agustín Souchy Küba hükümeti tarafından Havana’ya davet edilir. Küba Tarımın durumunu çalışması için çağrılmıştır. Avrupa’da oldukça bilinen bir dergide yazılar yazmaktadır ve İsrail’deki Kibutzlar üzerine yazmıştır. Küba hükümetinin maksadı da benzer bir şeyin onlar için de yazılabilmesidir. O sıralarda Kübalı anarşistler de Agustín Souchy’ı takdir etmektedirler. Olası bir yazının Küba’daki anarşistler ve anarşist medyada Küba hükümeti için propagandası olacaktır.
Souchy adayı dolaşır ve duruma dair yaptığı analiz beğenilmez. Bundan daha fazla karamsar olamazdı denir. Küba’nın Sovyet modeline çok yakın olduğu ve bireysel özgürlüklerden ve bireysel insiyatiften yoksunluğun, halihazırda tüm ekonomide görüldüğü gibi tarım sektöründe merkezileşmekten başka sonuç doğurmayacağı sonucuna varır. Analizleri resmi sansürden geçmeden Testimonios sobre la Revolución Cubana’da yayınlanır. Üç gün sonra Souchy, Küba’dan ayrılır ve basılı tüm dergiler toplanır ve Castro hükümetince imha edilir. Castro ifade özgürlüğü, iletişim ve sendikal faaliyetleri yok edecek olan Marksist-Leninist bir hükümete eğilim göstermiştir.
Küba da sendikaların bir kısmının Grupo de Sindicalistas Libertarios ve Agrupación Sindicalista Libertaria adları altında yaptıkları (Declaración de Principios) deklerasyon yayınlanır. 1960’ın yazıdır.
Sekiz maddelik deklerasyon “Her türden devlete” saldırmaktadır ve aynen şöyledir:
1. Liberter düşünceyle uyumlu olarak gerçek ekonomik rolleriyle uyumlu olarak federasyon ve sendikaların fonksiyonlarını ifade eder
2. Toprakların “onda çalışanlara” ait olması gerektiğini ilan eder.
3. Hükümetin Tarım Reformu Yasası’nın aksine “kolektifleri ve kolektif çalışmayı” destekler.
4. Çocuklar için özgür ve kolektif eğitim için çağrı yapar.
5. Milliyetçilik, militarizm ve emperyalizm gibi “zararlı şeylere” ve halkın militarize edilmesine karşı çıkmaktadır.
6. “Bürokratik merkeziyetçiliğe” karşı ve federalizmin yanındadır.
7. Kolektif özgürlüğü sağlamak anlamında bireysel özgürlüğü önermektedir.
8. Küba Devrimi’nin bir derya gibi “herkes için” ve “devrimin bağrında bir taşma olarak otoriter eğilimlere” kesinlikle karşı olduğunu ilan eder.”
Bunlar rejimin ideolojik bakış açısına doğrudan ilk saldırıdır. 1960 Ağustos’unda, Küba Komünist Partisi (PCC) Genel Sekreteri Blas Roca’nın imzasıyla Deklerasyonu yazanların “Yankee’nin ajanları” oldukları ilan edilir.
Daha sonraları var olan anarko-sendikalist sendikaların içine sızılarak lağvedildiği bir süreç yaşanır. Hatta zorla el konur. Yoldan çıkmış elemanları yok etmek için geçici olarak el korlar. Ardından sürekli bir el koymaya dönüşür bu ve ortalıkta sendika adına sadece devletin bir organı kalır.
Tıpkı bugün Türkiye’de yaşanan Kayyum terörüne benzemiyor mu? Temizlik böyle oluyor. Yöntem hiç değişmiyor. Mao’da aynısını yapmıştı ve Stalin bu konuda en ünlüsü değil midir?
Şu nesnel tespitleri ifade etmek zorundayız.
Devrimci rejim denen şey esas olarak bir oligarşinin denetimi altındadır. Bu manada tüm bireysel haklar kaldırılmıştır.
Politik ve ekonomik iktidarını merkezileştirmiştir. Batista’nın baskıcı rejiminden daha fena şekilde terör araçlarını inşa etmiştir.
Topraklar köylülere, ailelere, kolektiflere ve kooperatiflere dağıtılmamış tam aksine devlet araçlarının ve kurumlarının fiili mülkü olmuştur.
Özel şirketlerin kamulaştırılması işçilerin lehine olmamıştır. Sanayii işçi birlikleri tarafından idare edilmemekte fakat devlet iktidarı tarafından idare edilmekte eski ücretli köleler devlet makinasın kölelerine dönüşmüştür.
Halkın eğitimi devlet tekelindedir. Ailenin tercihleri göz ardı edilerek, devlet, gençleri kendi istediği eğitime tabi tutmaktadır.
Rusya ve diğer totaliter devletlerde olduğu gibi çocukların ve gençlerin militarize edilmesi için karşı-devrime karşı hazırlanma zorunluluğu söylemini bir bahane olarak kullanmaktadır.
Grev hakkı tamamen yasaklanmıştır. İş yerlerinde işçilere deklere edilen tüm emirlere kayıtsız şartsız uyulmalıdır. Sendikalar ve birlikler bağımsızlıklarını kaybetmişlerdir.
Gerçek bir yargı bulunmamaktadır. Muhalifler iddia edilen suçlardan dolayı değil devrimci fikirlere ve kanaatlere göre cezalandırılmaktadır.
Fidel Kastro’nun iktidarı bakın nasıl özetlenebiliyor
Devletten başka bir şey yoktur!
Devlete karşı hiçbir şey yoktur!
Her şey devlet için!
Bunlar ve bu süreç bugün Türkiye’de diktatörlük naraları atan solcu, anarşist vb. kimliklere sahip insanların Castro’ya bir diktatör ve Küba’ya bir diktatörlük dememelerini anlamsız kılıyor.
Diktatör diktatördür, kedi de kedi… Değil saygı duymak katlettiği insanlardan dolayı ve aynen SSCB’de olduğu gibi insanlığın umudunu talan ettiğinden dolayı kınanmalıdır.
Numan Bey
Kaynak:
1.The Cuban Revolution A Critical Perspective, Sam Dolgoff . http://dwardmac.pitzer.edu/anarchist_archives/bright/dolgoff/cubanrevolution/toc.html
2.Anarchism in Cuba, Wikipedia maddesi
3.Fidel Castro, What is a Real Democracy, July 26, 1959 Speech By
Fidel Castro
4.Cuban Anarchism: The History of A Movement, Frank Fernández
5.Gazeteler…
Views: 67
Numan Bey’den Tayyip Bey icin guzellemeler yazmasini bekliyorum. Gerci yazmadan da bu ornekte oldugu gibi dolayli guzellemeler yapma becerisine sahip… Mao’dan Stalin’e, ordan M. Kemal’e baglayabiliyor Castro’yu ama suan icinde yasadigi topraklardan yanlizca bir “kayyum teroru” gecistirmecesiyle habersiz cekiyomus gibi yap panpa diyor akli sira. Sosyalistler ve komunistlerden baskasina atacak tasi olmayan kofti anarsizm bu iste. Tarihe gomulup icinde yasadigi islami fasizme bir kum tanesi atmayan guvenli sularda sirt ustu yuzen tatli su anarsistligi…
Numan Bey,Küba’da ideal bir sistem yok!Yanlız halkın kazanımlarından söz etmemeniz kötü niyetli olduğunuzu gösteriyor.Yıllarca abluka altında yaşayan küçük bir ada bunları biliyor olmalaısınız.Kendi adıma anarşizme uzak biri değilim.Ama sizelr kendi ülkenizde ve etrafımızda yaşananlarla ilgili pek kafa yormuyorsunuz.İnsanlığın yerlerde süründüğü ülkemizi değil de Küba’yı sorun etmeniz izaha muhtaç.İslami faşizmde hümanızma aramak için kırk takla atarken Küba halkına kara çalmaktan vaz geçin.