Doksanlı yılların sonunda üniversitede öğrenciydim. Okuduğum sınıfta imam hatip lisesi mezunu iki öğrenci vardı. Biri erkekti. Konuşmayı çok sever, hep haklı çıkmak ister ve karşısındakini anlamak için pek çaba harcamazdı. Savaştan bahsettiğimiz bir gün söz savaşın kötülüğüne, işgal etmenin korkunçluğuna geldi. İstanbul’un alınması konusunda ahlaki bir tartışmaya girdik. O bunun kendi inancına göre günah olmadığını, islamiyete hizmet olduğunu, zaten Fatih’in Bizanslılara “Arkadaşlar gidin, şehri bize terkedin, işgal etmek zorunda bırakmayın.” gibi bir şey söylediğini, Bizans şehri boşaltmayınca da saldırmaktan başka çare kalmadığını söylemişti. Bu yüzden Fatih saldıran ve işgal eden sayılamazdı, o kibarca talep edendi. Böyle ilginç bir karakterdi işte. Kadın, erkek ayrımı yapmazdı ama kimliğini de asla saklamaz, hatta insanın gözüne sokmayı severdi.
Diğer imam hatip liseli kadın arkadaş uzun lacivert pardesülü, lacivert başörtülü, sakin biriydi. Onunla ilgili çok fazla ayrıntı hatırlamıyorum, hatırladıklarım hep başörtüsü yüzünden yaşadıkları ile ilgili. Fikir beyan ettiği konular muhakkak olmuştur ama demek ki o zamanki ben için bunlar çok kıymetli değildi. Sanırım merak ediyor, onun bu tercihini anlamaya çalışıyordum ve bu da zihnimi fazlasıyla meşgul ediyordu. Başörtüsü onun önüne geçmişti ve ben bir tek örtü ile ilgileniyordum.
Fakültenin kapısında polis dururdu. Lisede olduğu gibi öğrencilerin kılık kıyafetini kontrol ederdi polisler. Çok iyi hatırlamıyorum ama önceleri başörtülü öğrenciler rahatlıkla binaya girip çıkabiliyordu. Sonra dengeler değişti, yasaklar geldi. Sonrasında başörtülü öğrencilerin bir kısmı okula perukla girmeye başladı. Bir kısmı ise başını açıp giriyordu, sonra da kapatıyordu. Elbette taciz ediliyorlardı. Hocaların bir kısmının direkt değil ama ima ile onları eleştirdiklerini de hatırlıyorum. Dışlanıyorlardı. Fakültede başörtülü öğrenci sayısı çok fazla değildi. Bunu da hatırlıyorum. Onlar sessiz bir mücadele sürdürüyorlardı ve biz onlara karşı duyarlı değildik. Bizim için her şey çok basitti. Başörtülerini çıkarsınlar ve her şey onlar için normale dönsün.
Erkek olan imam hatipli arkadaş ise herhangi bir engellemeyle karşılaşmıyordu. O hiç bir zaman kıyafet kontrolüne takılmadı. Kıyafeti ile kimliği deşifre edilmiş hatta çırılçıplak bırakılmış gibi hissetmedi. Ne tuhaf ki biz kadın öğrenciler bu durumu çok fazla sorgulamak gereği bile duymuyorduk.
Öğrenci kimliği için vesikalık fotoğraf vermek gerekiyordu. Başörtülü arkadaşın da başı açık fotoğraf vermesi şart koşulmuştu. Beyaz başörtüyle bir fotoğraf çektirip fotoğrafın üzerine saç çizmişti. Fotoğrafı görmüştüm. Önce çok komik gelmişti bu yapılan. Sonra yavaş yavaş dehşete düştüm. Elbette öğrenci işleri bunu kabul etmedi. Sanıyorum perukla bir fotoğraf çektirip vererek meseleyi halletmişti. Neden en başta bunu yapmamıştı? Belki de peruk alacak parası yoktu. Bilmiyorum. Bu olayın birçok kişi tarafından eğlenceli bir şeye dönüştürüldüğünü hatırlıyorum. O zaman yavaş yavaş bir kapı açıldı kafamda. Küçük çocuklar gibiydik ve alay ediyorduk. Batılı görünmek bizim olmazsa olmazımızdı. Üniversite öğrencisi profiline uymayanlar için kılımızı bile kımıldatmıyorduk.
Daha sonra sınıfımızdan iki kadın öğrenci peşpeşe kapandı. Bu da elbette üzerinde çok konuşulan bir konu oldu. Aileleri tepki göstermiş, kızmış, kovmuş, hoca odasına çağırmış v.s. gibi şeyleri günlerce konuştuk. Biri son derece modern ve hatta makyajsız okula gelmeyen bir öğrenciydi ve onun kapanması bizde şok etkisi yaratmıştı. Onları anlamaya çalıştık mı? Hayır. Anlamak üzerine bir konuşma yapmadık. Ama vesikalık fotoğraf olayından sonra ben biraz da olsa değişmiştim ve hassasiyetim artmıştı.
Fakültede bir öğrenci derneği vardı elbette. Giyim tarzları belirlenmiş, havaları, gülüşleri, zevkleri aşağı yukarı aynılaşmış olan bu arkadaşlar duvarlara dövizler asarlardı. “Arkadaş boykoto katıl.” “Arkadaş çay zammını protesto et.” “Toplantıya gel.” “Baş kaldır.” “Tepki göster.” Bu dili hiç sevmiyordum. Neden emir kipi ile konuştuklarını anlamakta zorluk çekiyordum. Sanki ben talimat almaya hazır ve talimat almaktan çok hoşlanan bir şeydim. Zaten içimde tuhaf bir tepkinin yükselmesine sebep olduğu için azıcık gıcık olduğum bu solcu arkadaşlar başörtülü arkadaşım için hiç bir şey yapmadılar. Fakültede polisi istemiyorlardı. Ama başörtüsü yüzünden taciz edilen kadınlar polisi istememelerinin sebeplerinden biri değildi. Bir alevi alevi kimliği ile aralarında yer alabiliyor ve hatta ceme gitmesi, Hızır orucu tutması kültürüne ve etnik kökenine sahip çıkması noktasında destekleniyordu. Ama başörtülü bir kadın veya cumaya giden bir erkek öğrenci onların arasında var olamazdı. Niye? Çünkü din onlar için sömürü demekti. Azınlığın inancına gösterilen saygı başörtüsü mevzubahis olduğunda hükümsüzdü.
Sınıfımdan mezun olan kadınlardan formasyon alıp öğretmenlik yapmaya başlayanlar oldu, ben devlet memuru oldum, bazısı bankaya girdi. Ama lacivert başörtülü arkadaş bunların hepsinden mahrumdu. Acaba sonrasında ne yaptı?
Biz o insanları yalnız bıraktık. O kadınlar tekmelenip yerlerde sürüklendi. Başörtüleri başlarından zorla çekilip alındı. Artık bize güvenmiyorlar. Ben okula şortla gittiğim bir gün meseleyi kendi kafamda çözmüştüm ama daha fazla onların yanında olmalıydım ve onların mücadelesine destek vermeliydim. Bunu yapamadım. Bu yüzden en başta sınıf arkadaşımdan, sonra da o dönemde kıyafet özgürlüğü mücadelesi yürüten tüm kadın öğrenci arkadaşlarımdan tüm samimiyetimle özür diliyorum.
Şimdi roller değişti. Belki de hayat gerçekten üniversite sınavı gibi genel bir sınav da yapıyor hepimize. Çoğunluğumuz o sınavı veremedi. Keşke hep beraber daha farklı davranmış olabilseydik. Belki her şey çok farklı olurdu. Bir çoğu bize güvenmiyor ve bunda da çok haklılar.
Nurşin Altunay
Views: 41