O gün Marmaray’a binerken Hakan’la karşılaştık. Çoktandır görüşmemiştik. Konuştuk, havadan sudan… Çocukları bir an gördüğümü hatırlıyorum. Hepsi bir direğe tutunmuş dört çocuk. Başlarında güvenlik duruyordu ama o an bir anlam veremedim bu duruşa. Üzerinde de pek durmadım. Ayrılık Çeşmesi’nden bindim ve bir sonraki durakta yani Üsküdar’da indim.
Neden bilmiyorum perona inince yürüyüp gitmedim ve yüzümü Marmaray’a döndüm. İtişmeyi mi farkettim, gerçekten emin değilim. Güvenlik kız çocuğunun kolundan çekiyordu ve koluyla beraber kızın uzun saçları da elindeydi. Diğer güvenlik de diğer çocukları direkten koparmaya çalışıyordu. Çocuklarsa hem birbirine hem direğe yapışmıştı. İki tanesi hayli küçüktü ve adeta görünmüyorlardı. İçimde ilk patlayan şey neydi? Kızın saçı çekiliyordu. Kocaman adamlar çocuklara dokunuyordu. Sonra olanlar videoda var zaten.
Bırakın, dokunmayın vs. dedim. “Çocuklara döndüm hadi gelin inelim” dedim. İndiklerinde yanlarında olurum, iyi olur diye düşündüm. “Biz eve gidiyoruz” dediler. Evleri Yenikapı’daymış. “İnmeyiz” dediler. Çok ciddi bir direniş halindeydiler. Evlerinin nerede olduklarını bilmeyen birileri çocukları alıp istasyonun önüne mi koyacaktı? Eve nasıl döneceklerdi? Dilenci bunlar dediler, yolculardan şikâyet var, dediler. Bunlar hep böyle, dediler. O an bir şey yapmıyorlardı ki. Dilenmiyorlardı. Dilenseler ne olurdu ki. Eve nasıl döneceklerini düşünmeden çocuğu nasıl atarsın trenden?
Hava kararmış. Akşam olmuş. Onlar çocukları çekiştirdi durdu. Ben çocuklara dokunmayın dedim durdum. Biri geldi kapıda durdu ve kapının kapanmasına engel oldu. Ben vereceğim kaç para ise yol paralarını, dedi. Bir kaç genç arkadaş daha tepki gösterdi. Ama güvenlikler illa indirecek aşağıya. Marmaray hareket edemedi. Dilenciler… Dilenci olunca istediğin gibi davranabiliyor musun insanlara? Yanında ebeveyni olan bir çocuğa dokun da göreyim. Bir kız çocuğunu saçından çekmeyi bırak, saçına dokunabilir misin? Ama onlar mülteci… Onlar dileniyor. Onlar nezih hayatlarımızın dekoruna uygun değil, ondan mı bunca şiddet?
Onlara acıdıysan al evine götür, dedi biri bana. Neden dilenir çocuklar? Diyelim ki ebeveynleri sahip çıkmıyor. Diyelim ki herkes o küçük ruhları taciz ediyor. Bu bize onlara her şeyi yapabilme hakkını mı veriyor?
İki küçükten biri ağlamaya başladı. Hakan video çekiyormuş. Güvenliğin biri ona engel olmaya çalıştı. Marmaray hareket edemeyince çocukları bıraktılar. Hakan, in sen, biz burdayız gibi bir şey söyledi. Yenikapı’ya dek vagonda kalacaklarından emin oldum… Perona indik. İki güvenlik de indi ve güvenlik müdürü de geldi. Trenden benle beraber inen ve “Çocuklara böyle davranamazsınız” diyen bir kaç kişi, konuşmak denir mi buna bilmiyorum, Marmaray gitti, biz devam ettik konuşmaya… “Şikayet edin madem”, “Ben saçını çekmedim çocuğun”, “Yalan mı söylüyorum. Saçlar elindeydi.”, “Çok acıdıysan evlat edin” gibi cümleler.
Ne denir böyle bir cümle karşısında? “Şunu merak ediyorum” dedim. “Trene binmişler. Seyahat etmeye herkes kadar hakları var, trenden nasıl indiriyorsunuz, evlerine nasıl dönecekler?” Ama onlar dilenci. Onlar acı çekmez, zor durumda kalmaz, onlar alışıktır kötü muameleye… Tüm cümlelerin alt metni böyle şeylerdi işte.
Orada güvenliklerin adını aldık. İkisi kardeşti veya akraba, bilmiyorum. Soyadları aynıydı. Onlar iyi aile babasıydı. Kendi çocukları var mıydı, var gibi geldi bana, ya onlara böyle davranılsaydı? Sonra sevgili güvenlik müdürü bana şov yapıyorsun, dedi. Tıkandım yine. En fazla gülümseyebildim. Ne anlatmaya çalışıyorum ki. Haklılıklarından emin adamlar. İstediği gibi davranma hakları olduğundan eminler. Öyle çok ‘madem’leri, ‘ama’ları var ki…
Çocuklar yola devam ettiler. Bir problemi çözemedik ama günü kurtardık. Sakince dağıldık. Yürüyen merdivenlerde isimleri birbirimize söyledik bir kaç kişi. Şikâyet edelim falan dedik. Ancak gerek kalmadı. İyi ki Hakan vagondaydı. Yoksa şikâyetimizi ederdik de ne sonuç alırdık bilmiyorum.
Çocuk tacizinin azı veya çoğu olmaz. Orada olan bir tacizdi. İnsanlık dışıydı. En azından kişiler değil ama kurum özür diledi. Herhalde kurum personeli için, insanlara nasıl davranmaları gerektiği üzerine küçük bir eğitim aldırma planı yapmıştır. Rahatsız olunan şeyi görünmez kılmak problemi çözemiyor, büyütüyor.
Aklıma Süleymaniye geldi. Külliye civarında dilenenler hemen oradan kovalanıyordu. Savaşın ilk yıllarıydı. Zira orası turistikti. Rezil olmamamız ve nezih görünmemiz gerekiyordu. Oysa bir alt caddede insanlar baraka bile değil, molozların arasında yaşam mücadelesi veriyordu. Onları sakladılar da ne oldu? Sonra mesela biliyordum, dilendirilen ve üzerlerinden para kazanılan çocuklar vardı. Ne kadar kazanırlarsa kazansınlar, para başkasına gidiyordu ve onlar sadece beş lira alıyorlardı. O beş lirayı kazanabilsinler diye onlara para veren, bile bile veren, bu düzeni bozamadığından, en azından yaşayabilsinler diye o parayı aktaran nice insan tanıdım. Ayakkabı aldığımız çocuğu ertesi gün yine ayakkabısız gördüğümde utanmıştı ve “abla napiyim ayakkabım olunca para vermiyorlar” demişti.
Dilenci… Mülteci… Bu çocuklar bir gün büyüyecek. Neye dönüşecekler? Öfkeli insanlar mı olacaklar? Nefret mi saçacaklar veya şiddet? Hepsi çok iyi olsun. Dilerim tüm bu karanlığa rağmen aydınlık insanlar olsunlar. Olmazlarsa da suçlu onlar olmayacaklar sanki.
İtaatsiz’den NeA
Views: 1072
[…] yazı ilk olarak itaatsiz.org‘da […]
[…] article was the first disobedient.orgposted […]