1964’te (18 yaşındayken) Franko’yu havaya uçurmak için taşıdığı patlayıcılarla Madrid’te yakalanmış ve 30 yıl hüküm giymiş; uluslararası kamuoyunun baskısıyla (ki bunlar Russell ve Sartre’ı da içeriyor) 3 yıl sonra serbest bırakılmış, akabinde The Angry Brigade (Öfkeli Tugay) ve Anarchist Black Cross (Anarşist Kara Haç) örgütlerinin kurucuları arasında yer almış Stuart Christie’nin yaşamöyküsünü anlattığı granny made me an anarchist (beni ninem anarşist yaptı) kitabının sunuşu:
Hayatımın En Kötü Günü
1 Eylül 1964 günü, İngiltere genel seçimlerde Harold Wilson ve Lord Alex Douglas Home arasında bir tercihte bulunmak üzere hazırlanırken ben “haydutluk ve teröristlik” suçlaması ile Madrid’de, Dava No: 1154-64 ile Birinci Daimi Askeri Mahkeme’de alelacele toplanmış bir heyetin –Consejo de Guerra sumarissimo– karşısındaydım.
On sekiz gün önce, ülkenin faşist diktatörü Generalissimo Franco’yu ve maiyetini Generalissimo Kupası finalleri esnasında bulunacakları Santiago Bernabéu Stadyumu’nun kraliyet locasında havaya uçurmak üzere kullanmaya hazırlandığım plastik patlayıcı ve fünyeler ile İspanya gizli polisine yakalanmıştım. Bu suçun cezası, boyna takılan bir nevi kelepçe ve buna bağlı cıvatalı sistem yoluyla boynu kırıp yavaş yavaş insanı boğmaya yarayan garrotte-viladlı tüyler ürpertici alete konulmaktı.
Madrid’in yakıcı eylül güneşi yüksek pencerelerden içeri sızıp loş duruşma salonuna ulaşıyor, benimle hâkimler arasında bir ileri bir geri yürümekte olan süvari binbaşının üniformasındaki altın rengi örgüleri ve kırmızı, ter basmış yüzünü aydınlatıyordu. Binbaşı ateşli el kol hareketleri yaparak Kastil İspanyolcası ile bağırıyordu, bense ne dediğine dair en ufak bir fikre dahi sahip değildim ve benim için bu konuşmayı tercüme eden biri yoktu.
Arada sırada binbaşı durup abartılı el ve kol hareketleriyle bana dönerek, aklını yitirmiş bir Lord Kitchener edasıyla eliyle beni gösteriyor ve sesini değiştirerek dişlerinin arasından dramatik birtakım sözler sarf ediyordu. Bir defasında, acaba arkamda bulunan başka birini mi gösteriyor diye geriye dönüp baktım ama şüphe yoktu, kesinlikle benim hakkımda konuşuyordu.
Benimle birlikte suçlanan kırk yaşında ve tek kelime İngilizce konuşmayan İspanyol bir marangoz olan Fernando Carballo Blanco ile tahta bir sırada yan yana oturuyordum ve iki yanımızda iki silahlı asker dikiliyordu. Duvarda, büyük bir varaklı çerçeve içerisinde bir İspanyol savaş lordunun portresi vardı. Beyaz atına binmiş, muzaffer bir eda ile poz veren kahramanın etrafında ise ölenler ve yenilmiş bir şekilde ölmek üzere olanlar yere serilmişti. Resimdeki kişi Generalissimo Francisco Franco de Bahamonde idi. Bir elinde kılıcı, diğer elinde kutsal emanetler ve dizginler ile karşısına kim çıkarsa başını vuracakmış gibi duran bu adam, Oliver Cromwell ile Torquemada’nın bir kırması gibiydi. Mahkeme salonundaki binbaşı ise yalnızca bu adamın öfkesini ve ilahi adalet fikrini aktarmak üzere orada bulunuyordu.
Bu karanlık alegorinin önündeki yüksek bir masada, göğüsleri madalyalarla dolu on bir subay oturuyordu; göğsünün iki yanında beşer madalya taşıyan en gösterişlileri ise mahkeme reisi Coronel Don Jesus Montes Martin’di. Her birinin merasim kılıcı önlerinde yatırılmış vaziyette duruyordu.
Salondaki tek dost canlısı sima anneme aitti ve salondaki tek kadın da oydu. Geriye kalanlar –ruhsuz bir şekilde oturup, bu yüksek tavanlı ve havasız salonda şakır şakır terlemekte olanlar- subaylar,Brigada Politico-Social’den simalarını çıkardığım gizli polisler, Franco’nun faşist basınından gazeteciler ve kara cübbeli rahiplerden ibaretti. Bunların yanı sıra iki İngiliz diplomat, konsolos ve yardımcısı, bizim savunma komitesi tarafından Londra’dan gözlemci olarak gönderilmiş tecrübeli avukat Niall MacDermott da salondaydı.Köşede, kendi masasında oturan kır ve gür bıyıklı kişiyse, Juzgado Militar Especial Nacional de Actividades Extremistas biriminden gelen uzun boylu, parlak kel kafalı tahkikat hakimi Yarbay Balbas Planelles’di. Solumdaki masa –işi sadece benim söylediklerimi heyete tercüme etmek olan, hâkimlerin sözlerini ise bana tercüme etmeyen- tedirgin tercüman yüzbaşı ile kovuşturma makamını temsil eden Comandante Auditor Don Ramon Gonzalez-Arnau Diez vardı ki, tam da o anda beni kovuşturmakla meşguldü. Sağımda hazırlıksız olduğu ve korktuğu açıkça belli olan, İngiltere konsolosluğu tarafından atanmış sivil avukat Don Gabriel Luis Echeveria duruyordu.
Durum gerçekdışıydı, sanki beni bir operanın son perdesine ışınlamışlar, müziği ve şişman kadını da oradan çekip almışlar gibiydi. Gerçekdışı olduğu kadar anlaşılması da imkânsız bir durumdu. Sonradan öğrendim ki binbaşı o sırada, 1939’daki Şanlı Ulusal Hareket’in zaferinden beri, bomba ve silah kullanarak İspanya’nın milli düzenini yıkmaya kendini adamış anarşist örgütlerin eylemleri tarafından ülkesinin nasıl da hem içeride hem dışarıda kuşatılmış vaziyette olduğuna dair hikâyeyi sahneye koyuyormuş. Tabii ki ben de bu anlatılan komplonun piyonlarından biriydim.
Ama o anda on sekiz buçuk yaşındaydım, Glasgow’un işçi mahallelerinden geliyordum ve hiç operaya gitmemiştim. Ya, allahaşkına benim oraya nasıl düşmüştüm?
Bu makalenin asıl adresi: http://polisantrik.com/guzel-adamlar-2-ofkeli-bombaci-stuart-christie-79
Çeviri muhterem dehri‘ye aittir. Kendisine teşekkür ediyoruz.
Views: 27