Su kime aittir? Bu soruya verilecek iki cevap var. Su herkese aittir veya su hiç kimseye ait değildir. Ben ikinci cevabı verenlerdenim. Su, bizim anladığımızı zannettiğimiz, bilimsel olarak açıkladığımız ama aslında tam olarak vakıf olamadığımız bir döngüye sahiptir. Buhar olur, yağmur olur, toprağın en derinlerine iner, kendini temizler, filtrelenir, tekrar yeryüzüne döner. Bağımsızdır. Tam olarak kontrol edilemez. Minicik deliklerden sızar, bir rüzgârla buharlaşır. Su kimseye ait değildir ama herkesin hakkıdır. Özgür ve sahip olunamazdır ve aynı zamanda kimseden kendini esirgemez.
Devletler ve şirketler suyu bir meta olarak görüyorlar. Suları barajlara hapsetmeye çalışıyorlar. Nehirlerin yolunu kesip nehir sularını boruların içine alıyorlar. Bir toprak parçasının sahibi olana parasını ödeterek yer altından istediği kadar su çekme hakkını veriyorlar. Suyun sahibi kimdir? Su nasıl satılabilir? Bir çiftçi yeraltı suyu ile tarlasını sulayabilir. Zira ne kadar su çekerse çeksin suyun döngüsüne müdahale edemez. Suyu su olarak kullanır. Alır tarlasını sular. Su yine yoluna devam eder. Su zaten kendini esirgemez dedik. Suyu kullanmak değildir problem olan. Problem kendini suyun sahibi sanmak, suyu gasp etmek, adil kullanımına engel olmak, başka bir şeye dönüştürmek, şişeleyip başka yerlere götürmek, alıp satmak, kirletmek ve döngüsüne müdahale etmekle başlar.
Adil kullanım hakkını çiğneyen hiçbir zaman küçük çiftçiler olmamıştır. Küçük çiftçiler değildir yeraltı sularını gasp eden. Bunu yapan devletlerdir, dev tarım firmalarıdır, fabrikalardır, sanayi tesisleridir.
Suyu çalmanın çeşitleri metotları vardır. Suyu şişelemek ve alıp başka yerlere götürmek bunlardan sadece birisidir. Suyu başka bir şeye dönüştürerek de çalarlar. Hem dönüştürür, hem de alıp götürürler. O zaman hırsızlık iyice görünmez olur. Bu yöntemi en iyi uygulayan sektörlerden biri meşrubat sektörüdür. Yarattığı algı yanılsaması çok boyutludur. Öncelikle yaşam için gereksiz olan bir ürün üretmekle birlikte sanki çok önemli, çok değerli ve hatta yaşamsal bir sıvı üretir gibi davranırlar. İnsanların bu ürüne talebini ve hatta alışkanlığını arttırmak için çeşitli yöntemler kullanırlar. Ürettikleri gazlı içeceklerin sudan yapıldığı gerçeği öyle küçük bir ayrıntı haline getirilir ki neredeyse görünmez olur.
Gazlı içecekler sudan yapılmaktadır. Su başka bir şeye, su vasfını yitirmiş, gereksiz bir içeceğe, üstelik insan sağlığına zarar veren bir sıvıya dönüştürülmektedir. Bu başlı başına korkunç bir uygulamadır. Kullanılan su, su döngüsünden çalınan sudur. Temiz sudur ve o su aslında herkese aittir.
Bu bir hırsızlık olmakla beraber yasal olduğu ve devlete bedelleri ödendiği için bu şekilde asla tanımlanmaz. Meşrubat üretimi ile suya yapılanlardan hiç bahsedilmez. Oysaki en temel soruyu sormak bile bu hırsızlığı anlamak için yeterlidir. Su kimindir ve nasıl satılabilir? Herkesin kullanımı için olan yaşamsal kaynaklar para karşılığında belli bir kesime hizmet eder hale nasıl getirilebilir? Fabrikalarının bulunduğu yerden en derinlere inen sondaj kuyuları tüm havzanın suyunu emerken buna nasıl sessiz kalınabilir?
Hindistan’daki insanlar bu soruları sordular. Sadece soruları sormak bile gerçekleri anlamaya yeterli oluyor bu gibi durumlarda. Gazlı içeceklerin halk sağlığını tehdit eden zararlı ürünler olduğunu ve faaliyetlerinin yasaklanmasını istediler.Meşrubatların insan sağlığına zararları elbette çok önemliydi. Ancak bu karşı duruşun altındaki asıl sebep su kullanım hakkı ile ilgiliydi.
Hindistanlılar bu soruları sorunca Plachimada adında bir köyde, suları kullanan ve kirleten gazlı içecek firmasına karşı bir mücadele başlamıştı. Bu mücadeleyi başlatan kişi Mylama adında 65 yaşında bir kadındı. Kadınlar temiz içme suyu bulmak için 16 km. yürümek zorundaydılar. Çiftçiler zor durumdaydı. Önceleri 45 metreden çıkan su, 150 metre derinlikten çıkar olmuştu. Şirket sadece yerel halkın suyunu çalmakla kalmıyor, geriye kalanı da kirletiyordu. Atıklar şirket dışına depolanıyordu. Depolanan atıklar yağmurlarla beraber tarlalara, kanallara, kuyulara karışıyordu. Şirketin çektiği su yüzünden yerel yönetimlerin zirai ihtiyaç ve içme suyu temini için açtığı 260 sondaj kuyusu kurumuştu. Su azalmıştı, kalan su ise zehirlenmişti. Mylama, köyün kadınlarını toplamış ve mücadeleyi başlatmıştı. Asla geri adım atmamaları, tehditlere, rüşvet tekliflerine boyun eğmemeleri üzerine 2004 yılında köydeki fabrika kapatılmıştı.
Bu olay Hindistan’daki uluslararası meşrubat firmalarına karşı büyük bir kampanyanın başlamasına sebep olmuştur. Halk gazlı içecek şirketlerini istemiyordu. Hindistan’da toplam 90 tesis bulunuyordu. Her bir gazlı içecek tesisi günde 1-2 milyon metreküp su çekiyordu. Günlük su çekme miktarı 90 ila 180 milyon metreküp arasındaydı. Bu miktar milyonlarca insanın günlük su ihtiyacını karşılayabilecek çok büyük bir miktardır. İnsan yaşamı için hiçbir kıymeti olmayan bir içecek için yer altı suları emiliyordu. Su rezervleri azalıyordu, havzalar kuruyordu, nehirler ve göller tehdit altındaydı. O yıllarda kampanya çok ses getirmiş, dünyanın çeşitli yerlerindeki insanlarca desteklenmişti.
Sonrasında dev firmalar ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar, diyebilmeyi çok isterdim. Ancak öyle olmadı. Meşrubat şirketleri bu büyük pazarı kaybetmemek için her şeyi yaptılar. Tazminatlar ödediler, reklam kampanyaları düzenlediler ve tepkileri bir şekilde azalttılar. Hindistan’da yerel başarılar tüm ülkeye ve hatta belki de dünyaya yayılabilecekken şirketler sınır dışı edilmedi ve kaldıkları yerden işlerine devam ettiler. Ama yine de birçok yerde şirket fabrikaları kapatıldı. Çok önemli satış noktalarında satılmalarına yasak getirildi.
Meşrubatların ambalajlarını da düşünürsek, hayata asla artı katamayacaklarını, her satış noktasına bir soğutucu bıraktıklarını düşünürsek, ne yaparlarsa yapsınlar asla enerji tasarrufu konusunda söylediklerinin bir masaldan öteye geçemeyeceğini anlarız. Evet, işin bir de bu boyutu var. Üretimde çıkan atıkların yanında ambalajlardan kaynaklanan atıklar ve sayısız soğutucu yaşamı tehdit ediyor. İnsan, piyasadaki soğutucu sayısını düşününce “Enerjide dışa bağımlıyız deyip duracaklarına, meşrubat dolaplarını kaldırsalar ya” diye düşünmeden edemiyor. Ama elbette zaten enerji ihtiyacı denilirken bu dev şirketlerin enerjiye duydukları ihtiyaçtan bahsediliyor, sadece onların doyması isteniyor.
Tüketirken fark etmediğimiz bir şey daha var. Bir litre kola üretmek için bir litre su harcanıyor mu sanıyorsunuz. Dünya geneline bakalım. 2006 yılında, en meşhur kolalı içecek üreticisi 290 milyar litre temiz sudan, 114 milyar litre içecek üretmiş. 176 milyar litre atık su çıkarmıştır. (Kaynak: Royte, 2008, s. 158) Bu rakamlar temiz suyun %40 ile meşrubat yapıldığını, kullanılan suyun%60’ının ise atık suya dönüştüğünü göstermektedir. Meşrubat gereksiz bir sıvı olduğuna, suyu yok ettiğine göre zarar aslında %100’dür. 2006 yılında 290 milyar metre küp su yok edilmiştir. Dünyanın temiz su rezervlerinin tükendiğini söyleyenler, bizlere su tasarrufu konusunda ahkâm kesenler bu durum karşısında ne diyorlar acaba? Suları tüketen işte bu dev firmalardır aslında.
Gazlı içecek firmaları su hakkı konusundaki haklılığımız karşısında çeşitli yöntemler geliştiriyor ve bu yöntemleri etkili bir şekilde kullanıyor. Maskeleri düşmesin diye büyük paralar harcıyorlar. “Yeşil Aklama” pazarlama yöntemi konusunda çok başarılılar ve bu noktada Truva Atı çevre örgütlerinden de yardım alıyorlar. Firmaların internet sitelerine bakarsanız “sürdürülebilirlik” sözcüğü ile karşılaşırsınız. Ancak sürdürülebilir olan yaşam mı, şirket varlığı mı? Sanki yaşamdan söz eder gibi anlatmalarına rağmen, kastedilen şirket kazançlarının sürdürülebilirliğidir. Artık alt yazıları okumaya başlama zamanımız çoktan geldi.
Mesela bir meşrubat firması internet sayfalarında üretimde kullandıkları suyu her yıl biraz daha azaltma hedefleri olduğu yazıyor. Hatta bununla ilgili grafikler de yayımlamışlar. Ancak grafikte yer alan rakamlar neyi ifade ediyor belli değil. Metre küp mü, kaç metre küp, milyon mu, milyar mı veya sadece bir takım oranlar mı? Bu tablo karşısında “Vay be, daha az su kullanmak için çok uğraşıyor olmalılar” dedirtmeyi amaçlıyorlar.
Evet, grafik su kullanım miktarını azalttıklarını gösteriyor. Bu iyi bir şey mi? Tebrik edilmeyi mi hak ediyorlar? Oysa bu tablonun anlattığı başka şeyler de var ve asıl önemli olan bu fısıltı yüksekliğinde duyulan bilgidir. Zaten tüm gürültü biz o sesi duymayalım diye çıkartılıyor. Fısıltının söylediği şey şu : “Meşrubat üretmek için çok fazla su kullanıyoruz. İnsan hayatı için gerekli olmayan bir sıvı üretmek için suyunuzu çalıyoruz. Hak olan, hayatın ta kendisi olan sularınızı tüketiyor, onu gasp ediyor ve sonra da dönüştürerek başka coğrafyalara kaçırıyoruz. Görüyorsunuz ama algılayamıyorsunuz.”
Nurşin Altunay
Not: Bu yazı Yeşil Direniş dergisinin 2. sayısında yayınlanmıştır. Yazının mahiyetinin bugün de güncelliğini koruduğunu düşündüğümüzden yeniden yayınlamaya karar verdik.
Views: 49
Yorumunuzu yazınız.
Elinize sağlık. Su hakkı coklukla gözardı edilen, çok önemli bir konu. Yazının neredeyse tamamına katılıyorum. Ufacık bir notum var, yazıda gazlı içeceklerin gereksiz olduğu vurgulanmış. Neyin gerekli neyin gereksiz olduğuna kim karar veriyor? Bana göre modern yaşantımızda sahip olduğumuz milyonlarca eşya gereksiz. Fakat bunların gereksiz olduğunu düşünmem subjektif. Su hakkı ise subjektif bir konu değil. Gereksiz ifadesinin kullanımı yazının hakliligindan bir parça pay çalıyor bana kalırsa.