Bu yol işaretlerini kullanarak, tam bir tanımı olmasa bile tekniğin hiç olmazsa yaklaşık bir tanımını formüle edebiliriz. Ancak şunu da akılda tutmalıyız: Bizim, farklı bireysel tekniklerle işimiz yok. Herkes belirli bir teknik uygular. Bunların hepsini bilebilmek de zor. Bu büyük çeşitlilik içinde yine de belli ortak noktalar, hepsinin paylaştığı belli eğilim ve ilkeler bulabiliriz. Bu ortak özellikleri büyük T harfi ile Teknik olarak adlandırmak uygun düşmez. Hiç kimse kendi özel tekniğini bu terminolojisinin gerisinde tanımayacaktır. Yine de bugün dünya çapında bir gerçeği, yani teknik olgusunu hesaba katmaktadır.
Bir sonucu elde etmek için her bir insanın kullandığı yöntemin aslında onun özel tekniği olduğunu kabul edersek, araçlar meselesi gündeme gelir. Gerçekten de teknik araç’tan ve araçlar topluluğundan başka bir şey değildir. Bu, elbette ki meselenin önemini azaltmaz. Medeniyetimiz her şeyden önce bir araçlar medeniyetidir. Modem yaşamın gerçekliğinde, öyle geliyor ki, araçlar amaçlardan daha önemlidir. Durumun başka türlü değerlendirilmesi, idealizmden başka bir şey değildir.
İşlem yöntemleri olarak görülen teknikler belli ortak özellikler ve genel eğilimler sergilerler, ancak kendimizi tümüyle bunlara adayamayız. Bunu yapmak, benim kafamda düşündüğümden daha uzmanlaşmış bir incelemeye götürür. Teknik olgusu, bireysel tekniklerde ortak olan özelliklerin herhangi bir sentezinden çok daha karmaşıktır. Bir teknik tanımına yaklaşmak istiyorsak, teknik işlem ile teknik olgusu arasında gerçekten bir ayran yapmalıyız.
Teknik işlem, belli bir yöntem uyarınca belirli bir sonucu elde etmek amacıyla gerçekleştirilen her işlemi kapsar. Çakmak taşını ufalamak kadar ilkel veya elektronik bir beyni programlamak kadar karmaşık olabilir bu. Her durumda işlemi karakterize eden yöntemdir. Üç aşağı beş yukarı etkili olabilir veya aşağı yukarı karmaşık olabilir, ama niteliği her zaman aynıdır. Bizi, teknik işlemlerde bir süreklilik bulunduğunu, modem teknik işlemi ilkel olanından ayıranın yalnızca bilimsel ilerlemeden kaynaklanan büyük incelik olduğunu düşünmeye sevkeden budur.
Her işlem elbette belli bir teknik gerektirir. İlkel insanlar arasındaki meyve toplama, ağaca tırmanma, meyveleri mümkün olan en kısa sürede en az çabayla toplama, olgunlaşmış ve ham meyveler arasındaki fark görebilme gibi işler bile. Bununla birlikte, belirli bir faaliyet içindeki teknik eylemi karakterize eden, daha fazla etkinlik arayışıdır. Tamamen doğal ve spontane çabanın yerini, getiriyi artırmak için tasarlanmış bir eylemler kümesi alır. Basit faaliyet biçimlerinden başlayarak teknik biçimlerin ortaya çıkmasını sağlayan da budur. Bu teknik biçimler, spontane olanlarından mutlaka daha karmaşık değildir, ama daha verimlidir ve daha iyi adapte olur. Sonuçta teknik, araçları yaratır fakat teknik işlem hâlâ onu yapan işçininkiyle aynı düzeyde gerçekleşir. Vasıflı işçi, ilkel avcıda olduğu gibi, bir teknik operatör olarak kalır; davranışları sadece azıcık değişir.
Ancak iki faktör teknik işlemin geniş alanına girer. Bunlar, bilinç ve muhakemedir. Bu ikili müdahale, benim “teknik olgusu” dediğim şeyi yaratır. Bu ikili müdahalenin özellikleri neler? Temel olarak, önceleri kesin olmayan, bilinçsiz ve spontane olanı alır; açık, gönüllü ve makul kavramlar alanına getirir.
Andre Leroi-Gourhan, Zuluların kılıç ve oklarının etkinliğinin en güncel silah bilgisi açısından tablosunu çıkarırken, kılıca şeklini veren Bechuanaland’lı kılıç ustasının yaptığından tabi ki farklı bir iş yapıyor. Kılıç ustasının biçim tercihi bilinç dışı ve spontaneydi. Şimdi artık sayısal hesaplamalarla gerekçelendirilebilirse de, bu hesaplamaların ustanın teknik işleminde hiçbir yeri yoktu. Fakat akıl kaçınılmaz olarak sürece girmişti çünkü insanoğlu faaliyetlerinde kendiliğinden tabiatı taklit eder. Tabiatı kopya etmekten başka bir şey olmayan başarılarınsa (örneğin, Ikarus’tan Ader’e kuş kanatlarının taklidinin) geleceği yok. Akıl belli özellikler ve belli soyutlamalar bakımından nesneler üretmeyi mümkün kılar. Bu da tabiatın taklidine değil, tekniğin mecrasına götürür.
Teknik işleme rasyonel muhakemenin müdahalesinin önemli sonuçlan vardır. İnsan, yeni ve farklı araçlar bulmanın mümkün olduğu bilincine varır. Akıl, pragmatik gelenekleri sarsar, yeni operasyonel yöntemler ve yeni araçlar yaratır. Daha kapsamlı ve daha az katı deneyler yapma imkanlarını rasyonel olarak inceler. Bu yollarla akıl, teknik işlemleri üst düzeyde bir çeşitliliğe taşıyarak çoğaltır. Fakat aynı zamanda ters yönde de çalışır; sonuçlan dikkate alarak tekniğin sabit sonucunu, verimliliği (etkinliği) hesaba katar. Tasarlanan her aracın başarabileceği şeyi dikkate alır, emrindeki çeşitli araçlardan en etkin olanlarını, arzulanan sonuca en iyi adapte olanlarını elde edecek şekilde seçer. Böylece, çok olan araç sayısı, bire, yani en etkin olana indirgenir. Burada kalır, açıkça teknik kılığına girmiş görünür.
Bunun yanında bir de bilincin müdahalesi var. Bilinç, açıkça ve herkese tekniğin avantajlarını ve başarabileceklerini gösterir. Teknisyen, alternatif imkanları değerlendirir. Bunun yakın sonucu, teknisyenin yeni yöntemleri, geleneksel olarak şansa, pragmatizme ve içgüdüye bırakılmış olan alan-larda uygulamaya çalışmasıdır. Bilincin müdahalesi, tekniğin hızla ve uzaklara yayılmasına neden olur.
Teknik olgusunu üreten teknik dünyasına akıl ve bilincin ikili müdahalesi, her alanda en iyi olan bir araç bulma arayışı olarak tarif edilebilir. Ve bu “en iyi olan bir araç” da teknik araçtır. Teknik medeniyetini üreten de bu araçların toplamıdır. Teknik olgusu, zamanımızın ana zihinsel uğraşısıdır. İnsanoğlu her alanda en etkin yöntemi bulmaya çalışır. Ancak incelemelerimiz bir sınıra ulaştı. Kullanımda olan başka araçlarla karşılaştırdığında önemli olan, artık en iyi göreli araç değildir. Tercih, potansiyel olarak uygulanabilir çeşitli araçlar arasında giderek daha az sübjektif bir tercihtir. Gerçekten mesele, mutlak anlamda en iyi aracı sayısal hesaplamalar temelinde bulma meselesidir. O halde, araçları seçen, uzmandır. O, tüm ötekilere tercih edilen aracın üstünlüğünü gösteren hesaplamaları yapabilecek durumdadır. Sonuçta, bir araçlar bilimi (devamlı geliştirilen bir teknikler bilimi) ortaya çıkar. Bu bilim, çok geniş alanlara uzanmaktadır. Tıraş olma eyleminden Normandiya’ya çıkartma yapmayı organize etme eylemine, sınır dışı edilen binlerce kişiyi yakmaya kadar değişir. Bugün için hiçbir insan eylemi bu teknik zorunluluğun dışına çıkamaz. Aynen bir arkadaşlık tekniği ve yüzme tekniği olması gibi, bir organizasyon tekniği vardır (Toynbee’nin tarif ettiği büyük organizasyon gerçeği, bu teknik olgusu anlayışına çok iyi uymaktadır). Bu durumda, teknik ile makinayı birbirine karıştırmaktan ne kadar uzak olduğumuzu görmek kolaylaşır. Mekanik tekniğe (ki en çok göze çarpanı olmakla beraber çok iyi bilindiği için tartışmayacağım) ve entelektüel teknik biçimlerine (kart indeksleri, kütüphaneler gibi) ilaveten, bu araç arayışının cereyan ettiği daha geniş alanlarda, modern tekniğin üç altbölümüne rastlıyoruz.
1)Ekonomik teknik, neredeyse tamamen üretime tabidir ve işgücünün organizasyonundan ekonomik planlamaya kadar değişir. Bu teknik, nesnesi ve amacı bakımından diğerlerinden ayrılır. Fakat sorunları, diğer tüm teknik faaliyetlerinkiyle aynıdır.
2)Organizasyon tekniği, büyük kitleleri ilgilendirir ve sadece büyük ticari ve endüstriyel işlere (ki sonuçta bunlar da ekonomik olanın yetkisi altına girmektedir) değil, aynı zamanda devletlere, idareye ve polis gücüne de uygulanır. Bu örgütlenme tekniği, savaşa da uygulanır; bir ordunun en azından silahlan kadar gücünün olmasını sağlar. Hukuki alandaki her şey de organizasyon tekniğine bağlıdır.
3) İnsani teknik, tıptan genetiğe ve propagandaya varıncaya kadar çeşitli biçimler alır (pedagoji teknikleri, mesleki rehberlik, tanıtım vb.). Burada insanın kendisi tekniğin nesnesi haline gelir.
Bu altbölümlerin her birinde tâbi olan teknikler çeşit olarak farklı olabilirler, teknikler olarak birbirlerine mutlaka benzemeyebilirler. Ancak aynı amaç ve uğraşıya sahiptiler, bu açıdan da ilintilidirler. Üç altbölüm, teknik olgusunun geniş boyutunu göstermektedir. Gerçekten, bugün hiç ama hiç bir şey teknikten kaçınamaz. Tekniğin başat olmadığı hiçbir alan yoktur. Bunu söylemek kolaydır, pek de şaşırtıcı değildir. Makinelere öylesine alıştık ki geriye keşfedilecek hiçbir şey kalmadı gibi geliyor.
Teknik gerçeğinin kendine özgü bir önemi yok mu? Yalnızca zamanın akışından mı kaynaklanır? Yoksa zamanımıza özgü bir sorunu mu temsil etmektedir? Tekniğin biyolojisini tartışmamız, bu sorunla karşı karşıya getirecektir. Fakat önemini tam olarak anlayabilmek için ilkin teknik olgusunun kapsadığı geniş alanı ayrıntılı biçimde incelemeliyiz.
Views: 67