İtaatsiz’deki yazılarımı takip edenler bilir: Birçok yazımı özellikle anarşistlerin basiretsizliklerine ve basiretsiz solcuların peşine takılmalarına dair yazdım. Buna sebep kendimi de anarşist olarak görüyor olmam ve reel politike dair dikkatli yaklaşımlar içinde olunmasına inanmamdı. Kimi dindarlar için politika ne denli tehlikeli ve bozucu ise anarşistler için de o kadar bozucudur. Bu anarşistlerin tarihinde sabit olduğu gibi dine karşı dinle mücadele eden toplumsal mücadele tarihinin mağdurları için de o kadar sabittir.Bu durumu temellendirmek maksadıyla daha önceki yazılarımda politika tanımına özellikle müracat etmiştim. Politika tanımının anarşistlerin içinde bulunacak bir alan bırakmadığına gönderme yapmıştım. Öyle ya, yönetme bilimi de denen politika ile ne yöneten ne de yönetilen olma olarak ifade edilecek bir hikmet duruşunun savunucularının politika ile ne alakası olur?
Bundan hareketle düşünsel bir izan kurduğumuzda yapılması gereken şeyler ve durulması gereken noktanın anarşistler açısından sarih olduğunu düşünüyorum. Bunların başında reel politikte uzak durmak ve sokaklara, hayata temas etmeye çalışmaktır. Bunun için belediyecilik faaliyetleri de dahil olmak üzre tüm politika alanlarından uzak durmak ve örgütlenmeyi bunun üzerine inşa etmek ve politika ve politikacıların manipülasyon ve yalanlarını hakikat arayıcıları olarak açığa çıkaracak faaliyetler içinde olmaktır.
Gördüğümüz hiç de böyle olmadı. Gördüğümüz anarşistlerin büyük yekününün HDP ve benzeri örgütlerin dümenine su taşıyacak duruşlara sahip olduklarıdır. Madun ve mağrur arasındaki ayrımı genellemelere oturtarak mağdurları temsil ettiğini farz ettikleri örgütlerin arkasına yedeklendiler. Bu durumdan solculuktan gelme ve anarşist olduklarını söylemelerine rağmen solcu düşünme paradigmasını ve solculuğunu aşamamış özellikle öne çıkan anarşist karakterlerin de büyük payı vardır.
Bu şahsiyetler temsil ve temsiliyet kavramının anarşizme ne kadar uzak olduğunun ayırdında olmayan ya da farkında olsa da bu fikri duruşu görmemezlikten gelen şahsiyetlerdir. Günlük yaşamın her anında duruma ve yere ve zamana göre madunun konumunun değiştiğini anlamamaya ısrarla direnmişler; geleneksel politik arenada solcu politika yapma biçiminin takipçileri gibi davranmışlar ve anarşistleri de buna meze yapmışlardır. Örneğin kimileri seçimlerde CHP’ye oy verilmesini savunmuş ve kimileri de HDP içinde bizzat politika yapmış ve anarşistleri oy vermeye çağırmışlardır. Sistem partilerinin bizzat savunucu olan bu şahsiyetleri anarşizmin alanının dışında bırakmak gerekirken özellikle bildiğimiz kişiler dahi bu şahsiyetlere prim vermişlerdir.
Daha ötesi bizzat itaatsiz içerisinde bulunan bazı arkadaşlarımız dahi reel politikin içinde analiz yazılarında – gel gitler yaşayarak – kişisel çağrılar dahi yapmışlardır.
XXX
Kobane vakası başka bir konudur. HDP ve PKK çevresi vasıtasıyla/üzerinde yürüyen manipülasyon ve medya çalışmaları ile devletin ve sistemin manipülasyonları arasında mağdur olarak gördükleri tarafın yanında yer alarak PKK ve Abdullah Öcalan’ın Bookchinci belediyecilik ve ekolojik toplum söyleminin “anarşist”liğinden haraketle bu örgütün bizzat savunuculuğuna soyunanlar başarılı bir şekilde kimi anarşistleri yanına çektiler. Bu durum sadece Türkiyeli “anarşistler” tarafından değil dünya çapında bilindik akademisyen anarşist entelektüeller tarafından da benimsendi ve Kobane’de anarşist bir toplum kurulduğuna dair yazılar yazdılar. Orta Doğu’daki taşları oyuncuların nasıl oynadığının biraz da olsa farkında olan insanlar meseleye daha temkinlik yaklaşırlardı. Anlık ve propaganda temelli yazılardan hareketle kobane’de anarşizm, özerk yönetim dalgalarına kendilerini kaptırmazlardı.
Öz yönetim deyince aklı tutulan kişilerin tarihte bir sürü öz yönetim biçiminin bulunduğunu – Tito’nun Yugoslavya’sı – ve kooperatif ve alternatif işletmeler deyince Deutsche Bank gibi bankaların küçük işletmeleri çoğaltmak için açtığı kredileri ve tekellerin karlılıklarını arttırmak amacıyla böyle işletmelere gereksinimlerinin olduğu gerçeğini unutmamaları da gerekirdi. “Her alternatif, alternatif değildir”in ayırdında olmaları beklenirdi.
Bundandır ki bazı anarşist gruplar Kürdistan’a gittiklerinde “Biji Serok Apo” sloganı kendilerine attırılmış ve dünyanın her tarafında yersiz-yurtsuz olmaları gereken bu anarşistler Kürdistan bölgesinde yabancı olmayı benimsemişlerdir. Bu kanıksanma hali aslında kendini Türk olarak görmenin de bir işareti ve baskın “ulusa ait bir özne” olarak Devletin yüzyıllardır işlediği kabahatlerden dolayı kendini mahcup hissetmenin de bir ifadesiydi. Çünkü içsel olarak kendilerini baskın ulusa ait hissediyorlar ve bu kimliği benimsiyorlardır. Bu ruh haliyle – problemli olmakla beraber – dünyanın her tarafında karşılaşılması mümkündür. Bu noktadan bakıldığında anarşistler olarak ortada duran kişiler ve grupların halet-i ruhiyesindeki problemlerle karşılaşıyoruz ki bunun anarşizmin gelmiş geçmişiyle alakalı bir tarafını bulmak zordur.
HDP vasıtasıyla seçimlerin oluşturduğu iklimde oldukça farklı yerlerden gelen anarşistler oy çağrılarına bigane kalmayıp ideolojik bir parti olmaktan Türkiyelileşme gibi ayıp bir başlıkla bilindik bir burjuva kitle partisi olma çabasında olan bir partiye sempati ve katılım çağrılarına destek verdiler. Bu da Türkiye anarşizminin tarihine kara bir leke[1] olarak yazılmalıdır.
Anarşizmin politikanın tanımı gereği politika ile alakası olmamasını söylemek bir yana, reel politik denen alanda kendine yer açma çabasında olan ve darbeciler ve askerlerin yargılandığı mahkemelere anarşist bayraklarla giden ve CHP gibi bir partinin adaylarını iktidara ve sistemin bir diğer partisinin liderine duymuş oldukları husumetten dolayı seçimlerde destekleyen ve halen piyasada anarşist olarak dolaşan kişilerle aynı iklimi paylaşıyoruz.
Bu şahsiyetler ve gruplar halen faaliyette ve mutlu mesut anarşizmlerine devam ediyor ve yazıyor ve anarşizm adına ahkam kesiyorlar.
Kendilerine neden anarşist deme gereği hissettiklerini anlamıyoruz dersem kendime güldürür müyüm?
Anarşistlerin izansızlıklarına gösterilecek oldukça çok şey var.
Mesela anarşistlerin birbirlerini eleştirme alışkanlıklarının olmaması ve olası eleştirileri Solcuların ‘Devrime ve devrimcilere saldırıyorlar’ gerekçeleriyle eleştirileri savuşturmak isteyip, hakaretlerle eleştirirleri karşılamalarına benzer şekilde hakaretlerle ve küfürlerle, aynen solcular gibi karşılamaları bu izansızlığa örnek gösterilebilir.
Bu iklimde konuşan susturulmakta. Konuşulmaması için birçok araca başvurulmakta. Konuşmayı engellemek için bir yöntem canhıraş saldırmak, yalan söylemek, iftira atmak hakaret etmekken bir diğer yöntem ise görmemezlikten gelmek olarak göze çarpıyor. Bunun bir iktidar olanın tavrı olduğunu yıllara varan tecrübelerimizle biliyoruz. 1987’den sonra ilk anarşist dergiler ortaya çıktığında kendi küçük hegomonik alanlarında bu tavrı anarşistlere uygulayan bilumum Marksist ve solcuyu unutmayan insanlar vardır halen.
Anarşistler arasında anarşist olan ya da olmayanlara karşı kibir ve snobluk hali, oldukça uzun bir zamandır, yaygın davranış hallerinden biridir. Sokakta ve okulda ve her yerde kendilerine anarşist tanımını yakıştıran bu insanların snopluklarına rastlamak ve görmek mümkündür. Anarşizmi bir erdem hareketi, bir özgürlüğe varış hareketi olarak görmekten münezzeh olanların ruh halidir bu. En basitinden bir çeşit sosyal merkez olan mekanlarına giden görebilir. Bu hem cesaretsizlikten hem de entelektüel yetersizlikten kaynaklı bir halin yansıması olarak okunabilir.
Zamanımız bize olanak tanırsa bu konuya devam edeceğim…
Numan Bey
[1] Daha önce değinmedim ama sırası gelmişken değineyim: Siyonizme övgüler dizen ve İsrail devleti’nin varlığını savunan yazıların olduğu 10. Sayısı ve son sayısı Türkiyeli anarşizmin tarihinde kara bir leke olarak anılabilir.
Views: 46