Erkek dünyaya erkekçe bakıyor. Erkek kadın adına dünyaya bakıyor. Erkek kadından daha iyi biliyor kadın için neyin iyi olduğunu. Kadın buna uymalı ve dünyaya öyle bakmalı ve yüz yıllardır da bakıyor. Kadınlar da erkek artık. Yüzyıllardır. Kadınlar erkeğin kozmolojisini savunan ve erkeğin erkek kültürünü yayan yaşatan ve sürdürendir.
Kadın ve Erkek kavramlaştırmasıyla mevcut olan bu zıt hal ve dünya görüşü aslen erkeğin tahakküm dünyası ve kadının tahakküm dünyası olarak ayrılması gereken ve tahakkümüm rıza kültürünü yaşanır kılan çelişkiler yumağı olarak mevcuttur. Yani; Erkek ve Kadın mevcut tahakküm kültürünün yaşatıcısı, kurucusu olarak her gün bunu tekrar ve tekrar üretiyorlar.
Bu şu anlama gelir: Kadın ve erkek ikilemi yalan ve yanıltıcı bir ikilemdir. Özcü feminist tasavvurların artık geride kalmış iddiaları yalana dayanır ve yanıltmadır. Hakikati gizleyen ve tahakkümün bütün olarak kavranması ve anlaşılması için bir perdeleme halidir.
Bu feminist teorilerin bugüne gelen halini reddetmek anlamına gelmez. Cinsler arası çelişkilere vurgu yapan genellemeler genelleme olmalarından dolayı zaten – her genellemede olduğu gibi – hakikati gizler ve hakikati önemli noktalarda eksik bırakırlar.
Daha önce ifade ettiğim gibi; madun’un yeri, kim olduğu hangi şart altında ortaya çıktığı her an, şart ve durumda değişen bir şeydir. Bu, mevcut her türlü teorik tema, günlük yaşama indirgemelerle yaklaşan her türlü genellemeye karşı söylenmiş bir cümledir. Türkiye özelinde söylersek ve duruma dair birkaç örnek verirsek; Kürt – Türk – Ermeni- Zaza- Çingene vb. etnik ve ulusal kimlikleriyle matuf olan hiçbir aidiyet – bu kimlikleriyle içinde bulunmuş oldukları madun konumlar ve şartlar ne olursa olsun – toplu bir kimlik sahibine aidiyet duyan kişileri madun kılmaz. Şöyle ki; her biri bir genelleme olan bu kimlikler hakikatle ilişkisi anlamında her bireyin özgüllüğünü görmez. Her birey farklı kimliklerle kendine göre bir ilişki içerisindedir. Kürt olan biri aynı zamanda Müslüman – Alevi – Sünni – Hıristiyan – Ateist -İşveren – İşçi – Doktor – Seks İşçisi (Küçümseyen bir vurgusu olsa da Fahişelik) -Muhasebeci- Bir politik partinin mensubu – Kadın – Erkek- Homoseksüel – Lezbiyen vs. olabilir. Bu kimliklerin hepsi ya da bir kısmı kişiyi çeşitli anlar ve durumlarda madun durumuna sokabilir. Kimi anlarda ve durumlarda bu kimliklerden bazıları baskılayan ve kişiyi o an için madun durumundan mağrur durumuna sokabilir. Bundan hareketle sabit kimlikler yok fakat bir birine geçmiş, şarta ve durma ve ana konjonktüre göre değişen haller var.
Bundan harekete sabit olan tek hal – devamlı değişen – madun olma halidir.
XXX
İşte tam burada vurgulayalım ki; İtaatsiz.org’un Facebook sayfalarında arkadaşlarımızın Sarıgazi’de fahişelik pazarlığı yapan bir kadına karşı Halk Cephesi mensuplarının reva gördükleri davranışı bir çeşit protesto babında ifşa etmeleri madunun yanında yer almak anlamında önemli bir davranıştı. Fahişelik elbette hoş bir şey değil, aynen bir fabrikada ya da maden ocağında çok az bir maaş için saatlerini ve hayatını heba etmek gibi bir şeydir. Hele ki mahremin ahlak olarak göründüğü ve mahremin ve kapatılmanın tahakküm kültüründe başat ahlaki tema olduğu toplumlarda – “cinsel devrim” denilen ne idiğü belirsiz şeyin yapıldığı söylenen Batılı Kapitalist toplumlar da dâhil – fahişelik onu yapan kişiler için oldukça ağır bir iştir.
Bizce sadece o kadının bu muameleye maruz kalması asıl mesele değildir. Asıl mesele toplumu ayrık otlarından temizlemeye çalışan; saflaştırma, kendine benzetme ve herkes kılma olarak adlandırılabilecek olan “olağan faşizmin” solculuk olarak ortaya çıkmasıdır. Bu o düşünceyi, ezilenlerin yanında durmak fikriyatına sahip olan düşünceyi pratiğiyle kirleten bir vakadır.
Fakat arkadaşlarımızın temas ettikleri bir başka tanımlama da var idi: Stalinizm. Evet. Stalinizm’de tarihin gördüğü, göreceği en büyük katliamların ve başka bir minvalde saflaştırma ve ayıklama ve temizleme düşüncesinin vücut bulmuş hali ve durumudur. Bu anlamda bu tanımlamanın hareketin kendisine dair kullanılmış olması belki daha iyi bir ifade biçimdir.
XXX
Devlet’in fahişeliğe ve uyuşturucuya karşı vermiş olduğu mücadele ile bu eylem arasında aslen bir fark yoktur. Bu hareketin fahişeliğe karşı ve mahallenin namusunu kurtarma çabası o mahallelerde var olmak, tutunabilmek, yer edinebilmek kaygısının da bu eyleme teşvik edici faktör olduğunu düşünmekteyiz.
Böyle düşünmemizin nedeni hem bu hareketin tarihi açısından bildiklerimiz, hem de kendisini yıllardır içinde konumlandırdığı toplumsal hareketlerin fahişelik ve fahişelere dair tutumlarını bilmemiz ve bu harekete mensup insanların destek oldukları devrim deneyimlerinde böyle bir pürist davranışa ve onları olumsuzlayıcı bir fikre sahip olmadıklarını biliyor olduğunu bilmemizdendir. Kulaklarımızla işittiğimiz ve bildiğimiz şey Allende’ye karşı yapılan darbe sonrasında Şili’li fahişelerin Allende taraftarlarını Pinochet faşistlerine karşı nasıl korudukları ve hayatlarını nasıl feda ettikleridir. Onların bunu da bildiklerini farz ediyoruz.
Diğer taraftan Küba bu hareketin halen dokunulmaz olarak addettiği bir ülkedir ve Castro ailesi halen iktidarda ve bu hareket tarafından savunulmaktadır. Küba devriminden sonra otuz bin kadar fahişeyi eğitmek için bir araya getirip çalışmalar yapan Küba devleti böyle bir temizleme hareketini başlatmış fakat Küba’nın tek başarısı ekonomisine katkı yapan fahişelerin sayısının – kırk – elli binlere ve belki daha fazla – çıkması olmuştur. Küba ve sosyalizm hayalleri ile Küba’ya giden birçok “sosyalist’in daha sonraları Küba’ya gitme nedenleri arasında sosyalizme duydukları hayranlığı saymak saçmalamak olur. Onların bir çok açıdan kendilerini konumlandırdıkları deneyimlerden kendilerini azade kılacak tecrübeler içinde olmaları anlaşılmaz geliyor.
Devlet’in hegomonya alanında devlet gibi davranmak ve düşünsel olarak devlet gibi düşünmek mevcut devlet aygıtının zihin dünyası ve pratiğine hizmet etmek anlamına gelir. Sistem dışı olmak olağan, orta sınıf, halinden memnun hareketlerin ve kişilerin yapacağı bir şey değildir. Onlar ya muhafazakârlaşırlar ya da en iyi ihtimalle sistem dışı olanlara hayranlık gösterip alkış tutarak kendilerini “devrim için bir şeyler yapıyorum” hissiyle mutlu kılarlar. Ama madun’un yanında yer almazlar. Sokakta gördükleri Suriyeli göçmeni görmezler ama sosyal medya’da Suriyeli ya da Arap göçmenlere dair paylaşımlarda bulunurlar. Kimi solcular ise tarihin bu aşamasında ırkçılıklarını yabancı düşmanlığı üzerinden ifşa ederler de bunun faşizm olduğunu bilmezler.
Halk Cephesi’nin yapmış olduğu bu muhafazakâr çıkışın arka planını bu hareketin homofobiyi destekleyen açıklama ve yazıları da açık kılar. Homoseksüelliğin bir hastalık olduğunu söyleyen – aynen devletlü faşist Doğu Perinçek gibi – bu harekettir. – 12 Eylül şartlarında devrimcilerin Hasta olduklarını ispat etme çabasındaki Türk-İslam sentezcisi Ayhan Songar’la aynı kafa yapısına sahip olmaları ise ayrı bir acı vakadır.
Son olarak: Halk Cephesi’nin bu kötü ve kınanacak “eylemi” onun muarızlarınca bu hareketi karalama ve tamamen yok sayma vesilesi kılınıyor. Buna mukabil Halk Cephesi bir savunma refleksiyle düşüncelerini ve faaliyetlerini savunmak durumunda kalıyor. Bunu görmek için internet üzerinden arama motoruna birkaç kelime yazmak yeterlidir.
Bu minvalde; bir anarşist olarak kendimi sol ve sağ içerisinde görmesem de mağdurun yanında yer almaya temayüllü hareket ve insanların hakikat adına hakikati gölgeleyen zıtlaşmalar içerisinden olmalarından rahatsızlık duymaktayım.
Umarım ki grupsal ve kişisel hırslar bu kötü dönemde hareketleri ve kişileri yanlış yönlere temayül göstermekten alıkoyar.
Views: 106