14. Anarşinin Antropolojisi – Anarşist Bahçivanlar – Harold B. Barclay

0
3351

Sayıları 50 bin civarında olan ve Kuzey Togo’da yaşayan Konkombalar aslen hububat ekip biçerler;  süpürge darısı, akdarı ve yam yetiştirirler. Tipik olarak babasoylu Afrika segmenter  soy sistemine  sahiptirler  (bkz. Lugbaralar). Konkomba  yurdu,  her biri çeşitli klanlara bölünmüş muhtelif kabilelere ayrılmıştır. Bir klanın üye sayısının 250’yi geçtiği nadirdir. Klanlar temel iskân birimlerdir ve kendilerine ait belli bir toprak parçasıyla tanımlanırlar. Klanlar iki ya da daha çok sülaleye bölünmüştür.

Bir sülale içindeki en yaşlı erkek o sülalenin reisidir, klanın reisi ise muhtelif sülalelerinin başlarının en yaşlısıdır. Klan içinde iş üzerinde karşılıklı yardımlaşma görülür; işbölümü, klanın soy segmenti üyeleri arasında ise daha yaygındır. Klan aynı zamanda hakim bereket dininin ibadet yeridir; üyeleri ekin ekmekle ve kutsal toprağa kurban vermekle ilintili temel ritüellerden sorumludur.  Klan sadece ekonomik, dini ve akrabalık işlevleriyle tanımlanmaz,  sosyal kontrolün  de  ana  mekanizmasıdır.  Klan içindeki anlaşmazlıklar uzlaşma ile çözümlenir, şiddete müsamaha gösterilmez. Klan dışındaki kişilerle yaşanan anlaşmazlıklar zorunlu bir hakemlik gerektirmez, kişi güce başvurabilir ya da misilleme tehdidinde bulunabilir. Klanın atası kurallara uyulmasını ister, ama bu kararını dayatacak güce sahip değildir. Sahip olduğu güç kanuni olmaktan ziyade ahlaki ve ritüel niteliktedir. Şef ve en yaşlı akraba olarak, klandaşları ona karşı ahlaki bir yükümlülük duyarlar; bu yaşlı kişinin, kutsal atalara en yakın kişi olması da bu durumu pekiştirir. Ayrıca o toprakların koruyucusudur. Klan içindeki ihlaller, söz konusu kişiyle ilişkiyi keserek yahut verdiği zarara ceza olarak bir değer biçerek ele alınır. Eğer ikinci durum söz konusuysa, klandaşlarının kınaması ve ahlaki-ritüel bir mecburiyet duygusu dışında ödemeyi dayatacak bir yöntem yoktur. Öte yandan, ateist ya da sinik tek bir kişinin bile bulunmadığı, herkesin “inandığı”, sıkı sıkıya kenetlenmiş küçük bir toplulukta böylesi yaptırımların  çok güçlü olduğunu  unutmamak  gerekir. Pigmelerden bahsederken belirttiğimiz gibi, en korkunç suçlar insanlar tarafından cezalandırılmaz. Konkombalarda olduğu gibi, eğer kişi kendi klanından birini öldürürse, kendisi de ölür. “Tanrı,” der Konkomba, “kardeşini öldürmüş birinin yaşamasına izin vermez ve kardeş katli için ne bir ritüel ne bir tıbbi korunma yöntemi vardır” (Tait, 1950, 275). Bununla birlikte Tait klandaş cinayetinin bilfiil gerçekleşmeyeceğine inanır.

Bir klan içindeki yaşlıların yanı sıra nüfuza sahip bir diğer kişi de, ünü geniş bir alana yayılabilen falcıdır.

Normalde klanlar arasındaki ilişkiler nispeten düşmancadır, fakat komşu klanların ve ritüel olaylarda işbirliği yapabilen diğerlerinin ilişkileri uyum içindedir. Böyle gruplar, özellikle de yakın ritüel bağları olanlar arasında kan davası güdülmez. Yakın akrabalık bağı olan, yahut öyle olduğu farz edilen, klanların da kan davası gütmeyeceği farz edilir. Gene de Tait, yakın bağ içindeki iki klanın aralarındaki kan davasının dile düştüğünden,  öyle ki Konkombalar arasında bu olayın otuz yıl sonra bile hatırlandığından bahseder.

Aynı kabile içindeki klanlar kan davası güttüğünde, düşmanlığa, usulen,  görüşüp  uzlaşarak ya da savaş oklarını ritüel  bir şekilde gömerek son verebilirler. Fakat farklı kabilelerin klanları

arasındaki kan davalarının bir sonu yoktur ve barışı getirecek resmi bir araç bulunmaz. Açıkçası, savaşanlar sonunda bu savaştan bıkıp yorgun düşerler.

Konkombalar arasında kabile amorf bir oluşumdur. Bir adı ve birlikte tanımlandığı bir toprak parçası vardır. Bu toprak, kabilenin parçası olan klanların “sahip olduğu” toprakların toplamıdır. Yüzdeki işaretler genelde kişinin mensubu olduğu klanı gösterir. Fakat kabilelerin lider konumundaki ataları, ritüel liderleri ya da şefleri yoktur. Kabileler arasındaki savaşlarda aynı kabilenin klanları kardeşlerinin yardımına gelir.

Özetle, Konkomba, tipik segmenter  çizgide organize olmuş, oldukça ademi-merkeziyetçi  bir rejimin örneğidir. Afrikalı bahçeci topluluklar  arasında  bulunabilecek  oldukça net  bir anarşi örneğini temsil eder.

Tivler

Tivler bir bakıma Konkombalara benzer, fakat soysal düzenleri çok daha nizamidir. Bir milyondan fazlası Orta Nijerya’da, Benue ırmağının  kıyısı boyunca uzanan  düzlük arazide yaşar. Nüfus yoğunluğu bir mil kareye 100 kişinin üzerindedir. Konkombalar gibi Tivler de geçinmek için hububat  ve yam ekip biçerler. Çeçe sineği probleminden dolayı az sayıda sığırları vardır. Yerleşimleri daha ziyade dağınık haldeki evler topluluğundan oluşur; her bir ev topluluğu daire halindeki kulübelerden ibarettir ve diğerlerine bir patikayla bağlanır. Sosyal örgütlenmelerinin  temel prensibi segmenter babasoylu sistemdir.

Her Tiv kendini bir tar ile tanımlar;  bu “ülke” gibi bir sözcüktür,  baba nesebiyle bağlantılı belli bir yeri ifade eder. Çoğu erkek kendi yurt tar’ında ikâmet eder, fakat çoğu tar içinde başka tar’lardan kişiler de kalır. “Tivler, savaş zamanlarında, kişinin ityo’suna (baba soyuna) yardım etmek için kendi tar’ına dönmesi gerektiğini söyler” (Bohannan, L, 41).

İtyo kendi içinde daha da segmentlere ayrılır. Nihai birim bir ailenin evler topluluğudur – genelde bu bir geniş ailedir. Burada, normalde yaşlı bir adam olan kıdemli bir erkek, o ailenin üyelerinden ve onların edimlerinden sorumludur. Sürekli sorun çıkardığı düşünülen biri bu yaşlı kişi tarafından topluluktan sürülebilir. Yaşlı kişi kendini, huzuru korumak için günlük sorunları ve anlaşmazlıkları çözme işine adar. Barış ve düzeni korumak için yeterli bilgiye sahip olmalı, dolayısıyla hukukî görenekleri, soyağacını ve akrabalarının tarihini, sağlık ve bereket büyülerini bilmeli, cadılığın özüne –tsav –  hakim olmalıdır. Meşru güç, barış ve bereket sağlayan mistik bir niteliğe sahip olmaya bağlıdır.

Bohannan, Tivler arasında “kesin bir otorite”nin olduğu dört ilişki sayar. Bunların üçü akrabalık rolleridir:  yukarıda bahsedilen, evler topluluğunun kıdemli üyesinin konumu, baba-oğul ilişkisi, karı-koca ilişkisi. Pazar yerindeki polis ve yargıcın rolünü içeren dördüncü bir ilişki aşağıda tartışılmaktadır.

Ek olarak Tivler arasında prestij ya da nüfuza sahip adamlar da vardır. Bunlar genelde yaşlılardır, fakat başkaları da olabilir. Zengindirler, cömert ve zekidirler. Eskiden köle de satın alabilir, yabancılara para karşılığı koruma sunmak ve başkalarını soymak için çete kurabilirlerdi. Böyle kişileri kontrol etmesi zordur. Yaşlıların elinde olan büyü ve cadılık, yaşlı olmayan bu kişileri kontrol etmenin yegâne yoludur. Bununla birlikte, aynı zamanda yaşlı da olan prestijli kişiler bu doğaüstü güçleri de kontrol edebilirler, böylece onları durdurmaya yönelik böyle çabaları etkisiz hale getirebilirler. Bu nedenle seyyahlar sürekli olarak koruyucu bir güce ihtiyaç duyarlar.

Bir soy içindeki yaşlılar cadılık9, büyü ve lanetlemeyle bağlantılı olarak ortaya çıkan çeşitli problemleri ele almak için toplantıya çağırılabilir. Bu toplantılar ölüm, hastalık, düşler, kısırlık ve “talihsizlik” ile ilgilidir. Toplantıda mesele tartışılır, ama bulunan çözümleri dayatacak bir mekanizma yoktur. İyi “hükümler”, davalının çözüm olarak kabul ettiği ve Tiv geleneklerine uyan hükümlerdir. Bir yaşlının en fazla yapabileceği bir öneri sunmak ve herkesin kabul edeceği bir çözüm bulana dek uğraşmaktır. O bir arabulucudur,  yargıç değil. Cadılık suçlaması Tivler arasında bayağı yaygındır ve farklı pek çok olayın sebebi olarak görülür. Yaşlılar prestijli birine karşı yöneltilen suçlamaları tartışmak üzere toplanmayı pek istemezler.  Böyle durumlarda,  kurbanın mensup olduğu yaş kümesinin üyeleri ve sonra da kendi sülalesinin üyeleri yaşlıların huzura çıkar ve tahkikat talep ederler.

Diğer problemler için tartışma ya da tahkikat olmaz. Daha ziyade, olaya karışan kişi bir yaşlıyı arayıp bulur ve ondan aracılık yapmasını ister. Eğer bir hırsız yakalanırsa, mağdurlar doğrudan hırsızın yaşadığı evler topluluğunun başına gidip, telafi talep edebilirler. Kayıtsızlık halinde kişi doğrudan suçluya gidebilir.

Nesep grubu kişinin yegâne koruma kaynağı değildir. Tivler yaş kümelerine de ayrılırlar. Her genç erkek belirli bir yaş grubuna kabul edilir ve hayatı boyunca, kendi küme arkadaşlarıyla birlikte, çeşitli kademeler boyunca bir kümeden ayrılıp, her birinin kendine has toplumsal sorumlulukları olan başka kümelere geçer. Yaş kümesi karşılıklı yardımlaşmaya dayanan bir akran grubu işlevi görür. Soy çizgilerini keser ve farklı sülalelerden, ancak aynı yaştaki kişiler arasındaki ilişkileri sağlamlaştır. Dolayısıyla bir kişi cadılara ve cadılık suçlamalarına karşı kendi yaş kümesinden koruma talep edebilir. Arazi temizleme ya da diğer çiftçilik işleriyle ilgili olarak yahut parasal konularda yardım isteyebilir. Eğer herhangi bir nedenle kişinin sülalesi ondan doğaüstü korumasını çekerse, kişinin koruyucu olarak yaş kümesi vardır. Yaş kümeleri, üyelerinden birinin sağlığını soruşturmak için de bir araya gelebilir.

Tivler arasındaki yaş kümesi sistemi başka pek çok Afrika halkı içinde olduğu kadar teferruatlı değildir; aslında Tivlerdeki amorf bir örgütlenme biçimidir. Yetişkin genç erkekler açısından en önemli olanın, koruma ve karşılıklı yardımlaşma olduğu anlaşılmaktadır. Genç erkeklerin doğaüstü güçlere, özellikle de yaşlı adamların elinde olduğu farz edilen kötücül cadılık güçlerine karşı temkinli olmak için gerekçeleri vardır. Dolayısıyla, bu evrede dayanışma yaşamsal bir önem kazanmaktadır. 40 yaşlarında erkekler yaşlılık rollerine geçerken, yaş kümesinin işlevi, kıskançlığa ve kızgınlığa karşı yaşlıların müktesep çıkarlarını koruma fonksiyonuna döner. 50 yaşından sonra küme üyeleri, hissi bir birlik kurarlar: Artık rakip değillerdir.

Soy segmentleri arasında sık sık husumet görülür ve daha büyük segmentler arasındaki kavgalar çok şiddetli olabilir. Fakat Tivler anlaşma ve barış yapma mekanizmalarına da sahiptir. Barışçıl bir ticaret ilişkisini sürdürme arzusundaki soy segmentleri, güvenli bir ortam isteyen diğer segmentlerle anlaşma yapar, aksi takdirde orada yabancılar esir alınır ya da öldürülür. Bu anlaşmalar “anlaşmaya yapmış taraflar arasında kan dökülmesini ve buna yol açabilecek herhangi bir edimi yasaklar” (Bohannan, L, 62).

Pazar anlaşmaları ana yerel pazar merkezinde güvenliği sağlar. O toprağa sahip olan ve pazar yerini kontrol eden tar ile bağlantılı bir pazardır bu. Soy segmenti, pazar yerinde pazarın güvenliğini korumak için önem taşıyan büyüyü kontrol eder, fakat yine düzeni sağlayan pazar polisi ve yargıcını da o tedarik eder. Dolayısıyla karşımızda, anarşik bir rejim içinde, sınırlanmış ve çevrelenmiş bir alandaki yönetimsel rejim vardır. Öte yandan bu polis kuvvetinin pazar yeriyle sınırlı olduğu ve bu sınırların dışında geçerli olmadığı unutulmamalıdır.  Bu durum,  Tivlerin pazar yerindeki düzeni bozan ihlallerle başa çıkmak için geleneksel sosyal kontrol tekniklerini yetersiz bulduğunu, dolayısıyla olaya polisi soktuğunu düşündürmektedir. Konkombaların da pazarları vardır; bu pazarlar, pazarın kurulduğu toprağın sahibi olan klanın kontrolündedir. Öte yandan onlarda polis yoktur. Daha ziyade, pazarın yaşlısının bir pazar mabedi üzerinde ritüel bir kontrolü vardır ve bu kişi doğaüstü güçleri yardımına çağırabilir. Konkombalar gizli kalmış bir hırsızın, mabet civarında yaşayan arılar tarafından sokularak öldürüleceğine inanırlar. Suçunu itiraf eden bir suçlu ise pazar yaşlısına mabette kurban edilmek üzere bir Gine tavuğu verir.

Tivler başsız toplumların en geniş alana yayılmış ve yoğun nüfuslu olanlarından biridir. Konkombalarda olduğu gibi, segmenter sistem siyasi düzende temel bir öneme sahiptir. Bu, söz konusu düzenin büyük kısmının akrabalık terimleri kapsamında algılandığını düşündürür.  Fakat Tivler, barış ve düzeni korumak için bir dizi tali sisteme bağlıdırlar. Yaş kümeleri akran gruplarının çıkarlarını korumak için önemli araçlardır. Pazarlarla ilişkili olarak çeşitli anlaşmalar, paktlar ve ilkel bir yönetimsel yapı vardır. Tüm bir sistemde öne çıkan nokta ise bilhassa topluluğun yaşlı üyelerine dağılmış bir güç olan dini yaptırımların gücüdür.

Tiv toplumu kuşaklar arası gerilimlere bir örnek teşkil eder: otoritelerini dayatan  yaşlılar ve buna  içerleyen  gençler.  Fakat gençler yaşlılığa terfi ettiğinde, onlar da hakim konumlarını koruyup güçlendirmeye çalışırlar. Herhangi bir yaş derece sisteminde kişiler kendilerini aşağı konumda bulabilirler, fakat eninde sonunda kendilerinin de o pozisyona ulaşacağının bilmenin doyumuna sahiptirler; zaman içinde o da yığının tepesine tırmanacaktır.

Yayla Tongaları

Yayla Tongaları Güney Zambia’da yaşayan anasoylu bir halktır. 150 binin üzerinde nüfusu ile mil kareye 60 kişiden fazla düşer. Tongalar sığır sürüleri güderler ve aynı zamanda nöbetleşe ekim de yaparlar; mısır, akdarı ve süpürgedarısı yetiştirirler.

Dört ila sekizi hanenin bir mahalle kümesi oluşturduğu çok küçük köylerde yaşar. Hem toprağın verimsizliği hem de nöbetleşe ekim nedeniyle bir köyün yeri sık sık değişir ve kişilerde de ciddi bir hareketlilik vardır, yeni bir mesken kurmak için bir yerden bir yere sık sık taşınırlar.

İkâmete dayalı bağların yanı sıra, her Tonga, üyeleri toprağın çeşitli yerlerine dağılmış olan anasoylu klanına bağlıdır. Bu klanlar hayli amorf bir karakter gösterir: Kolektif gruplar değillerdir; yaşayan üyeleri asla bir grup olarak karşılaşmaz ve bir liderleri yoktur. Fakat bir Tonga’nın bakış açısından, ata hayaletleri aracılığıyla mistik bir bağ klan üyelerini bir arada tutar. Klanın işlevi, evlilikleri düzenlemekle – kişi klan içinden biriyle evlenemez – ve diğer klanların üyeleriyle şaka ilişkileri tesis etmekle sınırlı görünmektedir.  Bu açıdan klan, sosyal bir kontrol mekanizması işlevi görür, zira böyle bir ilişki, kişinin şaka yapan akrabasına küsmemesini emreder. Rahat, kaygısız ilişkiler kurar ve muhtemelen  çatışmadan,  açık düşmanlık  ifadelerinden  kaçınır. Şaka yapma ilişkisi, sakınma ilişkisi gibi, normalde çatışma yaratmaya yatkın olduğu düşünülen bir ilişkide huzuru korumak için tasarlanmış bir tekniktir.

Bir Tonga, klan içinde anasoylu bir gruba da aittir. Bu aynı zamanda dağınık bir nüfustur,  fakat klan üyeliğinden daha sabittir. Böylece belli bir köy belli bir akraba grubunun üyelerini daha yüksek oranda barındırma eğilimi taşır.  Tonga sistemi, diğer Afrika halklarında gördüğümüz babasoylu segmenter  sistemin anasoylu mukabili olarak görülmemelidir. Tongalar şecere hesabıyla pek ilgilenmezler. Grup içindeki bir kadının çocukları arasında dahili bir segmentasyon ya da farklılaşma olmadığı gibi, farklı kadınların çocuklarıyla da öyle bir şey söz konusu değildir. Teorik olarak, üyelik ana tarafından doğrulanabilir bir soy bağı gerektirse de, anasoylu bir gruba dahil olmak çok da güç değildir. Grubun müşterek karakteristikleri de vardır. Yani, üyelerine başlık parası sağlamaktan ve husumetlerde üyelerini savunmaktan müştereken sorumludurlar. Aynı zamanda, evlenen kızlar için alınan başlık parasını paylaşırlar; içlerinden biri öldürüldüğünde, soyulduğunda ya da yaralandığında toplu olarak intikam almakla yükümlüdürler. Miras da anasoylu grup üyeliğine göre yönetilir; bununla ilgili olarak da karşılıklı ritüel yükümlülükler vardır.

Her Tonga kendi kandaşlarının yanı sıra diğer akraba gruplarıyla da karmaşık bir ilişki ve yükümlülük modeli içinde yer alır. Dolayısıyla kişi babasının anasoylu klanının fahri üyesi olur. Her hane sadece kocanın anasoylu grubuyla değil, aynı zamanda onun karısının, kocanın babasının ve karısının babasının anasoylu grubuyla da ilişki içindedir.

Her klanın dış evlilik yaptığını daha önce söylemiştik, fakat evlilikle ilgili başka düzenlemeler de vardır; bu düzenlemelerde, evliliklerin geniş bir çeşitlilik içindeki farklı gruplarla yapılması, böylece azami sayıda ittifak ilişkisi kurulması zorunluluğunun etkisi vardır.

Kişinin yaşadığı mahalle de ona, bu sefer akrabası olmayan insanlara ilişkin bazı yükümlülükler yükler. Mahalleler toprak kullanımını, avcılığın, balıkçılığın ve diğer kaynakların kullanımını  kontrol  eder. Orada yaşayanların çok çeşitli faaliyetlerde karşılıklı yardımlaştığı bir sistemi şart koşar. Her mahallenin kendi mabedi vardır ve yerel bir “kilise” oluşturur. Tüm bir mahalle, bu “kilise” aracılığıyla, sakinlerinden birinin ölümü durumunda yas tutmak, yağmur ve bereket duası yapmak, toprakları canilerden temizlemek ve hasadı kutlamak üzere toplanır.

İkâmete ve akrabalığa dayalı bağlardan başka, Tongaların bir mahalle içinde kuşaklar arası bağları güçlendirmeye hizmet eden amorf bir yaş gruplama sistemleri vardır. Kişi, sığırlarının bir kısmını başkalarına ödünç verebilir. Bu durum yeni sosyal bağlar kurar; aynı zamanda salgın hastalık ya da baskın sebebiyle kaybedebileceği hayvan sayısını en aza indirir. Son olarak, biraderlik paktları vardır; bunların amacı özellikle anlaşmaya varmış farklı mahalleler arasındaki ticari faaliyetlerde barışçıl bir ortamı  garantiye almaktır.

Köylerin ve mahallelerin reisleri vardır ve mahallenin reisi aynı zamanda yerel mabedin rahibidir. Anasoylu grupların liderlerinin daha az önemi vardır. Son olarak, falcılar ve yağmur ruhlarının konuşmasına aracılık eden kişiler gibi başka din görevlileri de vardır. Bir erkek bu konumlardan birden çoğunu edinerek önemini artırabilir. Buna rağmen, Tonga liderleri daima yerel bir öneme sahiptirler: Tüm Tongaların ortak liderleri ya da şefleri yoktur.

Prestijli ve nüfuzlu konumlar, kişinin zengin bir adam olarak ününü ispatlamasıyla edinilir. Liderler yandaşları tarafından kolayca terk edilebildiklerinden, liderlik konumları istikrarsızdır. Başlar danışman,  arabulucu ve koordinatör olarak işlev görürler. Bir tartışmaya müdahil olabilirler; fakat karşılaştığımız tüm diğer arabulucular gibi, bakış açılarını dayatacak bir otoriteleri yoktur. En iyi ihtimalle doğaüstü güçleri yardıma çağırabilirler. Husumet, klanlar ve farklı mabetlere sahip mahalleler arasında görülür ve ödenecek zararda fikir birliğine varmak suretiyle sona erdirilebilir. Tongalar asla birleşik tek bir bütün olarak hareket etmezler. Böyle bir hareketliliği yaratacak araçları yoktur. Tongalar düşmanlıkları tetiklemeye hevesli değillerdir. Diğer anarşik halklar gibi “kızgınlık yaratma ihtimalinden kaçınmak adına, kişinin kendini dizginlemesinin önemini vurgularlar.” Colson şöyle belirtir: Bir Tonga “hemcinslerinin onları bir tartışma içine çekmesine izin vermeye isteksizdir, yan çizmeye çalışır ve eğer çevresindekiler bir kavgada ısrarlı görünüyorsa ortadan kaybolmayı dener. Yahut, kesinlikle dövüşçülerle ilişki içinde olan yakın destekçiler, ellerinden silahlarını ya da zarar verebilecekleri herhangi bir aleti alarak, nazikçe baskı uygulayarak, dövüşü bitirmeyi salık veren sakinleştirici sözler söyleyerek, onların davranışlarını kısıtlamaya çalışır. Taraf olmak [veya intikamcı birinin garezini çekmek] istemezler” (1974, 39).

Tonga toplumunda merkezi sosyal kontrol mekanizması, belli bir kişinin farklı grupların üyesi olması gerçeğine dayanır. Sonuçta bu sayede o kişi, daha öte yükümlülükler ağının parçası olur. Dolayısıyla bir ilişkiler ağının sonucu olarak, o kişi ya da gruba karşı uygulanan herhangi bir negatif tavrın, diğer kişi ya da gruplarla ilişkilerden doğan kısıtlayıcı etkiler de görülür. Herkesin kendi anasoylu grubuyla, babasınınkiyle, annesinin babasınınkiyle ve babasının babasınınkiyle yakın bağları olduğunu hatırlayalım. Bu durum dört klan arasında bir bağlantı teşkil eder. Bu klan ilişkileri, şaka ilişkileri ve evlilik anlaşmalarıyla daha da genişler. Dahası, kişi, diğer türlü sosyal ağının parçası olmayan in- sanları da barındıran bir mahalleye mensuptur. İlaveten, kişi sığır ödünç vermekle ve biraderlik paktları ile de bağlantılar kurar. Şu ya da bu ilişkiyle kişi, etkin kısıtlayıcı önlemlerin, sahip olabileceği tüm önemli sosyal ilişkileri kapsayacak şekilde örüldüğünü fark edecektir. Karşılıklı olarak birbirini dengeleyen yükümlülüklerin ince ağı Tonga toplumunu bütünleştirir ve en azından yüzeyde formsuz bir toplum olarak görünen Tonga toplumuna bir düzen verir. Tongaların bu araçları, merkezi otorite ve entegrasyon kadar, “şefleri” de gereksiz kılar.

Anasoylu toplumlarda kadınların erkekler ile eşit olduğu şeklinde yanlış bir kanaat vardır. Anasoyluluk anaerkillik değildir. Soyun kadın üzerinden aktarılması, yönetimin kadınların elinde olduğu anlamına gelmez. Anaerkilliğin bilinen hiç kaydı yoktur ve Tonga gibi anasoylu toplumlarda da erkeklerin egemen olduğunu, kadınlara verilmeyen hak ve ayrıcalıklara sahip olduklarını görürüz. Anasoylu toplumlarda kadının genelde diğer toplumlara göre daha fazla iltimas sahibi olduğu tabii ki doğrudur, zira mal mülk ve statü kadınların soy bağı üzerinden devralınır. Anasoyluluğun bazen babasoyluluktan daha istikrarsız tarzda bir sosyal örgütlenme yarattığı gözlemlenir, zira anasoyluluğun özünde bir çatışma  yatar  – kalıtım kadınlar üzerinden  aktarılırken, sosyal düzeni kontrol edenler erkeklerdir. Bu çatışma genelde, Tongalar dahil Afrika örneklerinde görüldüğü üzere, babasoyluluğa doğru güçlü bir baskı yaratır. Çünkü Tongalar “eski zamana ait” ana- soylu tipten sapmışlardır; yeni evliler kocanın evinde barınır ve babanın nesep grubuna en ufak bir nüfuz bile atfedilmez.

Marjinal İki Örnek: Anuaklar ve Ibolar

Tivler ve Lugbaralar bir erkeğe onu kral yapmadan belli güçler veriyor olsa da, Güney Sudan’ın Anuakları belki de kralın statüsünü, sembolik hilelere sahip, ama güçlerinden arınmış olarak tesis ederler. Bu bahçeci halk köylerde yaşar. Her köyün, kendi “saray maiyeti” olan, köyün davul ve tespih gibi kutsal amblemlerini muhafaza eden bir reisi vardır. Diğerleri ona yaklaşırken saygı işareti olan hareketler yaparlar; onunla konuşurken özel bir söz dağarcığı kullanırlar ve başlarını eğerler. Evi diğerlerininkinden daha iyi olmamakla birlikte, çit direkleri, halkına verdiği ziyafetler için öldürdüğü hayvanların kafataslarıyla süslenmiştir. Krallığın hilelerine sahipken, reisin aslında çok az gücü vardır ve büyük oranda köylülerin merhametine kalmıştır. Ziyafet verdiği sürece köy içinde iyi konumdadır ve “sarayındaki” reise herkesin tam bir saygı gösterdiğini köylüleri görür. Diyelim köy içinde işlenen bir cinayet durumunda,  üçüncü tarafların yardımıyla, hem öldüren kişiyi tazminat ödemeye hem de maktulün kandaşlarını bunu kabul etmeye ikna edebilir.

Öte  yandan,  Anuaklar  bir  kişinin  reislik konumunu  uzun süre  devam ettirebileceğine inanmazlar  ve açıkçası, maiyetine gerektiği gibi ziyafet veremeyen bir kişi artık desteği hak etmez. Yandaşlarının kendisini terk ettiğini görür. Reise karşı olan ve artık ona saygı duymayan ana bir gruplaşma ortaya çıkar ve reisin karşısına çıkartılan rakip, önceki reislerden birinin oğlu olmak zorundadır.  Böyle bir olay kavgaya yol açar ve bunun sonucunda eski reis görevinden alınabilir. Reislik, etrafını saran kavga ve entrikalara karşın, köyün işlerinde birleştirici bir kuvvet olarak işlev görür; bu işler, başka açılardan, daha önce tartışmış olduğumuz segmenter soy biçimindeki bir örgütlenmeye benzer. Bir köy içinde farklı gruplaşmalar ortaya çıkabilse de, bunlar devrimci nitelikte değildir: Kimse reisin konumunu ilga etmeye kalkışmaz.

Güneydoğu Anuaklarında reis, Anuak ülkesinin dışından geldiği açık olan “soylu” bir klana mensup olmak durumundadır. Kolyeler, mızraklar, tabureler ve davullar o konumun amblemleridir ve bu objeleri elde etmek için bayağı bir kavga, entrika, tartışma olur. Bunları muhafaza eden kişinin, Anuak yurdundaki başka bir yerde olduğu gibi, kendi köyünde de çok az otoritesi vardır; şayet silahlı bir gücü harekete geçirebilirse nüfuz alanını genişletebilir, hatta komşu köyler üzerinde genelde yüzeysel bir kontrol bile kazanabilir.

Dolayısıyla, Anuaklar arasında, başlangıçta ayinsel ve sembolik bir role dayanan ve bildik yağmacı örgütlenme tarzı biçiminde güneydoğuya doğru genişleyen otoritenin merkezileşmesinin başlangıç işaretlerini görürüz.

Ibolar

Oluşum halindeki yönetimsel yapının bir başka örneği, Güney Nijerya’nın ikinci en büyük etnik grubu olan Ibo halkında görülür. Şu anda sayıları yedi milyon civarındadır ve geleneksel olarak köylerde yaşayan bahçeci topluluklardır. Pazara ürün çıkarma ve ticaret bu halkın başlıca faaliyetlerindendir; işle ilgili faaliyetlerde saldırganlıklarına ve bireyciliklerine dair anekdotlar  vardır. Ibo yurdu sınırları içinde en azından iki tür farklı rejim vardır. Dolayısıyla, bazı Ibo kasabalarının “kralları” ve Ibolar için tipik olmayan, zorlayıcı bir yönetimsel yapıları vardır. Ibo yurdunun büyük kısmında ise geleneksel, oldukça ademi-merkeziyetçi  ve başsız bir siyasi sistem hakimdir.

Ibo sosyal yaşamının büyük kısmı segmenter  bir soy yapısı içindeki katılıma bağlıdır; bu sistemin temel birimi, kıdemli bir erkeğin gözetimi  altındaki  ev topluluğudur.  Akraba ve komşu soy segmentleri ile ev toplulukları, normalde en büyük sosyal entegrasyon ve kontrol birimi olan köyleri oluşturur.  Köy içindeki şikâyetler ve yasal işlemler, ev topluluklarının başları tarafından veyahut bir anlaşmazlığı çözüme ulaştırması için çağrılmış, arabuluculuk yapan üçüncü taraf grupları tarafından ele alınır. Ama böyle arabulucuların kararlarını dayatacak güçleri yoktur. Dolayısıyla, süreçten memnun kalmayan bir kişi, başka kurumlara başvurabilir. Her köyde mevcut olan ve belli bir yaş mertebesi oluşturan yaşlılar, yasama, yargı ve yürütme işlevlerini yürüten, zarara uğrayan tarafın başvurabileceği bir organ oluştururlar.

Yaşlılar kendilerinden istenmediği sürece harekete geçmezler. Bir mahkeme işlevi görürler, suça ve masumiyete karar verirler, ceza biçerler. Cezalar yaş mertebe birliğinin genç üyeleri tarafından uygulanır. Yani, Tivler gibi İbolarda da, her bir mertebe ile bağlantılı mesuliyetlerin olduğu yaş mertebeleri vardır. Daha genç mertebe üyeleri, başka işlerin yanı sıra, tanıkları ve sanıkları mahkemeye getirmekten,  mahkeme tarafından uygun bulunan cezaları uygulamaktan sorumludur.  Diyelim birisi hırsızlıktan suçlu bulunduysa, günlerce yiyecek verilmeksizin bağlı tutulabilir yahut suçüstü yakalandıysa, çaldığı şeyle birlikte köyün içinde dolaştırılır, sokaktakiler ona lanet eder, tükürür ve alay eder. Ölüm cezasını uygulayacak bir güç yoktur, fakat yakalandığı takdirde bir katilin kendini asması beklenir.

Bu yönetimsel tekniğin dışında, Ibo toplumunun başka yaptırım uygulama yöntemleri de vardır. Bunlar ciddi oranda nüfuza sahip, unvan cemiyetleridir. Bu örgütlenmeler bir adamın satın alabileceği ve böylece prestij sahibi olacağı çeşitli unvanlar sunar. Dinî yaptırımlar, din görevlilerinden oluşan dibia cemiyeti tarafından uygulanır. Şifacıların, büyücü doktorların ve falcıların da cemiyetleri vardır; her biri hatırı sayılır miktarda giriş ücreti talep eder ve cemiyet içinde bir üyenin “rahip” olarak görevlendirilmesine başkanlık eder. Böyle kişiler arasında en önemlisi, tanrının sözlerine aracılık eden, tahminler yapan, sorulara yanıt veren ve böylece insanların davranışlarını yönlendirmede temel bir güç olarak işlev gören kâhinlerdir.

Bohannan’ın terimleriyle konuşursak,   Ibo toplumu çokmerkezli bir güç sistemine sahiptir; çok sayıda farklı güç merkezi vardır. Iboların bir yönetimi vardır, fakat bu yönetim yalnızca küçük bir nüfusa ve küçük bir alana egemendir, ayrıca onun içinde bile ademi-merkeziyetçi ve dağınık düzenlemeler mevcuttur. Buna ek olarak Ibo toplumu tabakalı bir toplumdur.  En altta, savaşta tutsak edilmiş olan ve statüleri – belli bir tanrıya adanmış kişiler olan – kült kölelerinden az daha yüksek olan köleler vardır. Kölelerin üzerinde “rehineler” vardır; bunlar genelde genç kızlardır ve borç karşılığı rehin olarak tutulurlar. Iboların büyük çoğunlu hür insanlardır fakat avamdan olan kişiler ve elit grup üyeleri olarak bölünmüşlerdir.  İkinciler arasında,  otorite sembolü olan tahta sopa gibi objeleri taşımasına izin verilmiş minör sülalelerin yaşlı erkekleri vardır. Üst kademedeki diğerleri unvan cemiyetlerinin ve çeşitli dibia cemiyetlerinin üyeleridir. Dolayısıyla Ibo dünyasının bu üst seviyeleri, zenginlikleri (unvan cemiyetleri) ve bilgileri ile (dibia cemiyetleri) elit statüsüne ulaşmış olanlar kadar, yüksek statüleri kıdemli soydan bir erkek olmalarına atfedilen kişileri de kapsar.

Yeni Gine

Geleneksel Yeni Gine, yüzlerce farklı dil grubunun konuşulduğu, tropikal dağların yamaçlarına kurulmuş ya da tenha vadilerin içlerine gizlenmiş, kültürel olarak farklı binlerce özerk köyün bulunduğu bir Babil Kulesi’dir. İnsanlar çeşitli kökler, yumru kökler eker ve domuz yetiştirirler. Enerjilerinin çoğunu ayinlere, şenliklere, kan davalarına ve bu davaları çözüme ulaştırmaya harcarlar. Temel sosyal birim köylerdir. Bu topraklarda binlerce kişi yaşar, çoğu soyunu ortak bir atadan ve erkek üzerinden ifade eder ve böylece bir nesep grubu oluşturur.  (Yeni Gineliler arasında az sayıda anasoylu grup da vardır.) Böyle soy gruplarının üyeleri, komşu köylerdeki diğer sülalelerden kişilerle evlenir, böylece onlarla da bağlarını sağlamlaştırırlar. Herhangi bir köyde, literatürde “Büyük Adamlar” diye söz edilen, prestijli mühim kişiler vardır. Bunların kendilerine bağımlı bir maiyetleri olur; bunlar büyük adam’a bir şekilde borçlu kişilerdir. Service’ın literatüründe,  Büyük Adam, zenginliğin “baş yeniden dağıtıcısı”dır; bir yeniden dağıtım merkezinin kontrolünü elinde tutan “şef”tir.

Soy sistemi, Sahra Altı Afrika’sında olduğu gibi, Yeni Gine’de de önemli bir sosyal kontrol mekanizmasıdır. Fakat bu ada içinde sistemin tüm Afrika’dakine kıyasla daha çok çeşidi vardır. Yeni Gine’de rastlanan bu çeşitleri, tipik Afrika segmenter  soy sistemiyle eş tutmamak  gerekir; nitekim ondan ayrıldıkları noktalar şunlardır:

  1. a) Yeni Gine’nin çoğu kısmında siyasi örgütlenme, merkezin- de köyün olduğu, köy içi ilişkiler ağından ibarettir. Bir etnik grubun – o  grubun  topraklarının  sınırlarında  kurulmuş olan – köyleri, grubun diğer köyleriyle olduğu gibi, diğer etnik grupların köyleriyle de aynı tür ilişkilere sahiptir;
  2. b) Yeni Gine sülalelerinin ve klanlarının bazen ortak bir atası olmaz, yahut daha yüksek (maksimal) seviyelerde tek yanlı bir soy iddiası olmayabilir;
  3. c) Yeni Gine’de rejim olarak düşünülebilecek en büyük gruplar, aralarında hiç savaş olmayan gruplardır. Fakat böyle bir birim genelde, domuz takası ya da kabul törenleri gibi etkinlikler için organize edilmiş, diğer türdeki önemli maksimal sosyal birimlere benzemez. Dahası, savaş için birleşmenin ne manaya gelebileceğini belirlemek bazen güç olabilir. Örneğin Sianelerde aynı boy içinde hiç savaş olmaz. Eğer bir klan boy dışında bir savaşa girmeye karar verirse, olsa olsa kardeş klanların tarafsız kalacağından emin olabilir. Kardeş klanların bu savaşta onu aktif bir şekilde destekleyeceğine güvenemez. Yeni Gine’de  klan ve soyu, “kapsamı içinde aktivitelerin teşvik edildiği birer parametre; kamu içindeki alt grupları ve kişileri tanımlamak için sabit referans  noktaları” olarak düşünmek  daha  iyi olabilir (Langness, 1973, 142 vdğ). Haksızlığa uğramış bir kişinin arkasında sülalenin, alt-klanın ve klanın otomatik olarak yer alacağı düşünülemez:
  4. d) Kişi, soy ya da klanın hukukî temsilcisi olarak görülmez.

Dolayısıyla, akraba grupları açıkça müşterek gruplar değillerdir. Yeni Gine sistemleri bu noktalarda, yapı ve işlev bakımından daha keskin şekilde tanımlanan ve açıkça daha müşterek bir karakter taşıyan Afrika segmenter soy sistemlerinden ayrılır.

Nesep grupları Yeni Gine siyasi sisteminin önemli bir veçhesidir, zira kan davalarını onlar güder ve onlar bitirir. Onlar aynı zamanda, yetişkin erkek üyeleri aracılığıyla topluluk içi barış ve düzenin korunduğu gruplardır.

Yeni Gine toplulukları içinde siyasi olarak en önemli kişiler Büyük Adamlar’dır. Normal  Afrika planıyla çatışan  bir  başka noktadır bu, zira Afrika’da güç, yaşlı erkek rolüne ve genelde din görevlilerinin elde edilen rollerine emanet edilir. Büyük Adam’ın liderliği zenginliğinden,  kişisel karizmasından ve bazen fiziksel gücü ve cüssesinden gelir. İkincisinin örneğine, doğu dağlık bölgelerinde yaşayan Tairoralarda rastlarız. Tairoralar, yalnızca bir despot değil, aynı zamanda acımasız bir katil olan Matota’nın hikâyesini anlatırlar.  Ancak bu kişi aynı zamanda,  çok sayıdaki karısı, dolayısıyla pek çok hısımı ve pek çok ticaret ortağı olduğundan uzlaştırıcı yönüyle de üne sahiptir. Geniş bir çevrede bağlantıları, tanıdıkları ve muhtemelen dostları vardır. Çekici bir kadın gördüğünde Matota doğru kadının kocasına gider ve onu çalıların arasına atmak için gerekeni yapar. Köy içinde istediği gibi emirler yağdırır, zira köydeki her şeyin ona ait olduğuna inanılır. Kişisel inisiyatifin, cesaretin ve maçoluğun – tüm bunlar Tairoralar arasında değer verilen ve arzulanan niteliklerdir – sembolüdür o. Sonunda bir pusuda sonu gelir – böyle bir adamın bu toplumda kontrol edilebilmesinin yegâne yoludur bu.

En güçlü zamanında bile Matota’nın despotluk yaptığı kişi sayısı 2.500’ü geçmez. Nüfuzu ve kontrolü daha fazla yayılamaz, bunun sebebi sadece dayandığı iletişim ve taşıma teknolojisinin çok güçsüz olması değildir, sebep aynı zamanda bu durumun tamamen kişisel bağlara ve onun fiziksel kahramanlığına dayanmasıdır. Bu durum kalıtımsal bir hanedanlığın ortaya çıkmasına da zemin yaratmamıştır,  çünkü Büyük Adam rolü kazanılması gereken bir roldür, kalıtsal olarak devralınmaz. Olası bir başka soru da, Matota’nın “meşru” biri olarak mı, yoksa sadece kaslı iri yarı bir adam olarak mı algılandığıdır. Watson, Tairora örneğinin – Matota  hikâyesinde olduğu gibi – ara sıra despotizmle kesintiye uğrayan, lidersiz siyasi ahlaka sahip  bir  toplumu  düşündürüp düşündürmeyeceği  konusunda  emin değildir. Yoksa, ortaya çık- tığında hakkında bayağı bir tereddüde sebep olsa da, güçlü liderin siyasi ideali mi söz konusudur burada? (Watson, Tairora, 224 vdğ). Olay, kişisel inisiyatife, erkek kavgacılığına ve saldırganlığına değer veren, aynı zamanda kontrolden  ve bu tip davranışlara sınır getirmekten yoksun, despotizmin zaman zaman ortaya çıkabileceği bir sosyal sistemi düşündürmektedir. Böyle koşullar altında, despottan onu öldürmek dışında bir kurtuluş yolu yok gibidir.

Read, Gakuku-Gama hakkında  (Doğu Dağlık Bölgeleri’nde, Orta Asaro Vadisi’ndeki çeşitli kabilelerin ortak adıdır bu), otoritenin olağan bir şekilde elde edildiğini ve herhangi bir resmi siyasi kurumun yerine “düzenin büyük oranda kendiliğinden düzenlemeler ile korunduğunu” söylemektedir. Savaşçı olarak becerikli kişiler, hatipler ve işteki maharetini kanıtlamış kişiler vardır, bu nedenle onların çok sayıda domuzu vardır. Dolayısıyla, ölüm, evlilik ve diğer önemli olaylar nedeniyle yapılan komünal ziyafetlere hatırı sayılır miktarda katkıda bulunurlar. Erkeklerin gücüne kuvvetine hayranlık duyulur, güçlü erkekler üstünlüklerini diğerleri üzerinde gösteren övüngen, saldırgan kişilerdir. Ama güçlü biri olmak aynı zamanda ekonomik başarı anlamına da gelir: Kişinin hiç borcu olmamalı,  evliliği dolayısıyla verilen tüm hediyelere mukabele etmiş olmalıdır. Bundan sonra, başkalarına borç verebilecek miktarda varlık edinmeli, kendisine bağlı bir borçlu grubu olmalıdır. Böyle kişiler yalnızca anaparanın geri ödenmesiyle yetinmezler, hatırı sayılır miktarda faiz de alırlar.

Maringler arasında Büyük Adam fiziken güçlü ve çekici bir yetişkin erkektir; bir savaşçının mizacına ve iş dehasına sahiptir. Fakat Büyük Adamlar atalarla temasa geçme yetilerine göre farklılık gösterebilmektedir. Maring toplumu içindeki en önemli konumlardan biri, savaş zamanlarında “savaş” büyüsünü kontrol eden,  “Büyücü Savaş Doktoru”nun pozisyonudur.  Böylece dini “güç” de Büyük Adamlarla ilişkilenmektedir. Keza, Yeni Gine’nin kuzeydoğu kıyısı açıklarındaki bir adada yaşayan Wogeolar arasında, liderin nüfuzu büyük oranda havayı doğaüstü bir şekilde kontrol edebilmesinden kaynaklanır.  Wogeolar onun yağmur yağdırıp güneş açtırabildiğine, dolayısıyla kıtlığı ve bolluğu etkileyebildiğine inanırlar. Diğer Büyük Adamlar gibi o da büyük ziyafetler ve eğlenceler düzenler,  böylece diğerlerini kendine borçlu kılar. Bağlantılı dini ve ekonomik güçleri sayesinde, anlaşmazlıkları çözüme kavuşturma hakkına sahiptir, Fakat insanları bir anlaşmaya vardırmak için, elinde utandırmaktan başka bir silahı yoktur (Hogbin, 1979).

Sahlins, Büyük Adam’ın karakteristiklerini kişisel güç, edinilmiş statü, sadık bir yandaş grubunu cezp etme yetisi ve nutuk çekerek yandaşlarına istediklerini yaptırabilmek olarak özetlemektedir; bir kahraman olarak liderlik özelliği yoktur, savaşta, büyücülükte, kâhinlikte ve bahçecilikte maharetlidir.  Buna doğallığında becerikli bir arabulucu olmasını da ekleyebiliriz. Ekonomik ve siyasi manipülasyonlarının amacı mal biriktirmek, bunu ayin ve ziyafetlerle dağıtmak,  böylece cömert bir adam olarak prestij kazanmaktır  (1963). Belki de Büyük Adam Max Stirner’in idealinden ya da bir Ayn Rand romanındaki kahramandan çok da uzak değildir.

Bu Yeni Gine sisteminin bırakınız yapsınlar kapitalizmiyle ya- kın paralellikleri vardır, fakat burada kaynaklar sınırlıdır. Sahlins bunun hayli istikrarsız bir sistem olduğunu söyler: Büyük Adam giderek daha büyük bir şan peşinde koşarken, kariyerinde öyle bir aşamaya ulaşır ki daha büyük bir üretim için borçlularına ve yandaşlarına baskı yapmaya yönelir; sonunda yandaşlarına borçlu olduğu karşılıkları vermekte gecikir, böylece -karizmasını ve kehanet yeteneklerini kullanarak olabildiğince uzun süre uzak tutmaya çalışsa da nihayetinde “eşitlikçi bir isyan”ı teşvik eder (1963).

Ifugaolar

Filipin Adaları’ndaki pek çok halkın anarşik rejimleri vardır. Ifugaolar muhtemelen en iyi örnektir. Luzon adasında yaşarlar, dağdaki bahçeleri ekip biçerler, tavuk ve domuz yetiştirirler. Geniş teraslarda sulamalı pirinç tarımı yaptıkları bilinir. Muhtemelen daha az bilineni ise, bu kompleks ekim sistemine,  yönetimin, mahkemenin, yargıçların, meşruti ya da kanuni bir hukukun bulunmadığı bir sosyal düzenin eşlik ettiğidir.

Ifugao sosyal örgütlenmesi son derece basittir. Bizde de olduğu gibi, akrabalık ilişkileri çift taraflı olarak yürür; böylece kişi aile ocağından ayrı olarak, kendi akrabalarından oluşan bir grupla da tanımlanır. Temel ve sabit birim, en önemli üyenin etrafında toplanmış olan ailedir; kişi, akraba çevresi içinde olduğu düşünülen  herhangi  bir  kişiyi savunmakla  yükümlüdür.  Yaşanılan mekânlara köy demek pek doğru olmaz; evler daha ziyade dağınık haldedir, bazen bir düzine kadar evin bir arada olduğu da görülür.

Ifuago sosyal örgütlenmesinin bir diğer önemli yönü de sosyal tabakalara bölünmüş olmasıdır. En tepede, bu sınıf içinde birilerinin öyle olduğunu öne sürebileceği zengin erkeklerden oluşan küçük bir grup vardır. Bunlar kadangyang, yani bir ata olarak adlandırılırlar. Bu tabakaya kabul edilmek ziyafetler verebilecek ve nüfuzlu bir adam olacak denli zenginlik elde etmekle mümkündür. Ifugaoların büyük çoğunluğu ya ailenin kendine yetecek kadar bir pirinç tarlasının olduğu orta tabakaya mensuptur ya da hiç pirinç tarlası olmayan yoksul alt tabakaya.

Kadangyang, Ifuago toplumunun liderleridir. Onlardan anlaşmazlıklarda arabuluculuk yapmaları, yani üçüncü taraf aracılar olmaları istenir. Hem kendi ünleri hem de kendi akraba gruplarının gücü müzakerelere yansır. Özellikle revaçta olanlar kafa avcısı olarak üne sahip olanlardır.  Arabuluculuk çeşitli durumlarda gerekebilir: alım satımlarda, borç para vermede, evlilik anlaşmalarında, borç tahsilinde, zararların telafisinde, savaşta kaybedilen kellelerin geri satın alınmasında, kaçırılanların fidyesinde ve yapılacak barış anlaşmalarında. Bir anlaşmazlık durumunda iki tarafa karşı da sorumludurlar ve tarafsız olmalı, taraflar arasında uygun öneriler ve karşı öneriler getirip götürmelidirler. Bir kadangyang, tarafları bir  anlaşmaya  vardırmak,  böylece ücretini  alabilmek için “tatlı dille kandırır, dil dökerek ikna eder, iltifat eder, tehdit eder, mecbur  eder, paylar, ima eder”. “Bir otoritesi yoktur. Tüm yapabildiği iki taraf arasında gidip gelerek uzlaşma tesis etmeye çalışmaktır.” “Yegâne gücü, insan duyguları ve güdüleri üzerinde ustalıkla oynaması, idareciliği ve ikna yeteneğidir” (Barton, 87). Bununla birlikte bir aracı, bir sanığı müzakerelere katılmaya zorlayabilir. Eğer söz konusu kişi kaçmaya çalışır ya da ithama karşı koyarsa, aracı onu bulur ve savaş bıçağını göstererek onu müzakerelere katılmaya zorlar. Bu açıdan gerçek bir hukukî yaptırımla ve polis otoritesiyle karşı karşıyayız. Böylece, bu konum için niye ünlü bir kafa avcısının tercih edildiğini daha iyi anlayabiliyoruz.

Arabulucu bu hizmetleri için aldığı ücretin yanı sıra, başarıyla sonuca bağladığı her anlaşmazlık ona ün ve prestij de kazandırır, böylece bu işler için daha sık tercih edilir, daha fazla ücret alır ve servet yapar.

Çoğu dava maddi ceza ile sonuçlanır. Bu cezalar kısmen yapılan hatanın niteliğine göre belirlenir, fakat kişinin sosyal sınıfına göre farklılaşan bir mikyas da vardır. Keza aracı da, işin içindeki kişilerin konumlarını, ünlerini ve dahil oldukları grupları göz önüne alır. Eğer maddi bir ceza ödenecekse, taraflar öncelikle miktar üzerinde mutabık kalmalıdır. Normalde, dava edilen taraf, tazminat ödeme yükümlülüğünü kabul eder; davacının aşırı taleplerini azaltmaya çabalar. Fakat bir taraf takdir edilen cezayı ödemeyi reddederse, mağdur olan taraf söz konusu bedeli suçlunun malına mülküne el koyarak – diyelim çan, pirinç rakısı küpleri, manda, altın boncuk, çocuk, karı ya da pirinç tarlası olarak – almaya çalışabilir.

Ölüm cezası; cinayet, kara büyü ve zina gibi suçlarda gerekli maddi cezayı vermeyi reddetmek gibi uç durumlarda uygulanır. Normalde mağdur eliyle uygulanır. Fakat herhangi bir “infaz” intikam almayı da kışkırtabileceğinden, ters bir etki de yaratabilir.

Sanığın suçunu inkar etmesi durumunda,  kaynar su çilesin- den geçmesi istenebilir. Bunu reddederse tabii ki suçlu olduğu düşünülür. Bir hakem işlevi gören arabulucu, sanığın ellerini bir kap kaynar suyun içine sokup, suyun içine konmuş bir taşı alıp çıkarmasına gözetmenlik yapar. Eğer taraflar karşılıklı olarak birbirlerini suçluyorlarsa, ellerini yan yana koyarlar, arabulucu elleri üzerine kızgın uzun bir bıçak yatırır, bıçağın yalnızca suçluyu yakacağı farz edilir. Bilek güreşlerine ve düellolara da başvurulur. Düellolar iki tarafın birbirine yumurta atmasıyla başlar, mızrak atmaya geçer ve bazen kavgaya başkaları da katılır.

Husumet yerleşiktir; birinin akrabasına yapıldığı öne sürülen bir haksızlığın öcünü alma arzusundan doğar. Bir düşmanın kellesini almak gruplar arasındaki hücumun en önemli kısmıdır. Bu ödül, sahibine, öldürdüğü kişininki de dahil olmak üzere doğaüstü bir güç verir. Husumet bazen taraflar arasında evlilik yapılmak suretiyle çözüme ulaşır ve evlilik genelde kişinin dostça ilişkiler ağını genişletebileceği bir araçtır. Ayrıca kişiler arasında yapılan paktlar da vardır; anlaşma yapılan taraflardan biri diğerinin topraklarındayken güvenliği sağlanmış olur.

Ifugao erkek ve kadınlarının ilişkileri epeyce eşittir. Bu büyük oranda çift taraf lı akrabalık uygulamasından kaynaklanır. Hem kadın hem erkek, evliliğe eşit miktarda mal mülk getirir ve tarlada yan yana çalışır.

Kara Dayakları

Güneydoğu  Asya’da yaşayan bir başka halktan  daha kısaca bahsedeceğiz: Borneo Sarawak’ın Kara Dayakları. Sayıları yaklaşık 50 bin kadardır ve Ifugaolar gibi onlar da sulu pirinç tarımı yapar, tavuk ve domuz yetiştirirler. “Kara Dayakları şu anlamda anarşisttir: İçlerinden hiçbiri, bir başkasını yapmak istemediği bir şeyi yapmaya zorlayacak denli güçlü değildir. Bu sınıfsız toplumda gerçek şefler yoktur. Her köyün, bugünlerde konumu hükümet tarafından da kabul edilmiş olan bir reisi vardır; ancak bu kişi, insanlara ancak gitmek istedikleri yöne doğru liderlik yapabilir. Bu konuma gelme ve onu kullanma biçimi bir diktatör olmamasını garanti altına alır” (Geddes, 21). Genelde, eskiden reis olan bir kişinin akrabası bu göreve uygun görülür ve bir reisin konumu oybirliğiyle onaylanır. Varlıklı biri olması gerekir, fakat sadece zenginlik onu büyük bir adam yapmaya yetmez. Bir reis, en azından nazik ve akıllı olmalı; kendi iradesine başkalarına dayatarak keyfi bir idare uygulamamalıdır. Burada gene karşımızda, idareci olan ve diğerlerini arzularını takip etmeye teşvik edebilen nüfuzlu bir adam vardır.

Köyle ilgili herhangi önemli bir karar, reisin çağrıda bulunduğu genel bir toplantıda alınır. Burada herkes konuşabilir ve çeşitli bakış açıları heyecanla savunulur. Geddes’in gözlemine göre, reis “sözcüklerini dikkatle seçer, tartışmaya açık olacak şekilde kapalı noktalar bırakmaz, doğru zamanda, az ve öz konuşur. Böylece yorumları, genel tartışmanın içerisinde, fener gibi açık seçik bir şekilde durur” (Geddes, 22). Fikir birliğine varmadan nihai karar alınmadığından,  genelde inatçı tek bir kişi herkesin onayladığı eylemin önünü tıkayabilir. “Böyle bir durumda, toplantıyı kapatan ve üzerinde hemfikir olunan karar, hiçbir şey yapmamaktır” (Geddess, 22). Normalde anlaşmaya parça parça varılır, zira kamuoyu ancak en vurdumduymaz kişilerin göz ardı edebileceği denli kuvvetli bir güçtür.

Çoğu köyde, toprakla ilgili doğacak ender bir anlaşmazlığı çözüme kavuşturmak üzere, komşularının soy ağacı hakkında yeterli bilgiye sahip bir, iki yaşlı adam vardır. Toprak Dayaklarının yarı-uzman dini liderleri de vardır. Bunların bazıları atalara hürmetle ilgili ayinleri yönetir, diğerleri ise çoğuna kötü ruhların sebep olduğu düşünülen hastalıkları teşhis ve tedavi eden şamanlardır.

Bu kitapta bahsedilen diğer gruplarda olduğu gibi, Dayak toplumunda da kapsayıcı bir siyasi entegrasyon yoktur. Her köy özerktir ve komşularıyla dostça ya da düşmanca ilişkilere sahip olabilen bağımsız bir oluşumdur.

Güney Amerika Yerlileri

Güney Amerika’nın alt tropikal ve tropikal bölgeleri, çok sayıda farklı kültürel gruba ev sahipliği yapmaktadır. Bunları çoğunun nüfusu azdır ve yöresel seviyenin ötesinde siyasi bir entegrasyonları yoktur. Bazıları açıkça anarşiktir, bazıları değildir.

Dole, kalıtsal bir şefliğin had saf hada güçlü olduğu, Güney Amerika orman yerlilerine dair çeşitli örnekler vermektedir. Bir Sherente reisi, karısını sürekli terk eden bir adamı öldürmelerini emrettiğinde, adamları ona itaat etmiştir. Bir Apinaye reisi, kara büyü yaptıkları iddia edilen kişilerin infazını emretmiştir.  Bir Shavante reisi, topluluğun iyiliği için tehlikeli oldukları gerekçesiyle beş adamı yakalatmış ve sonra infaz ettirmiştir. Cashinahua reisi, her gün köydeki her aileyi ziyaret etmiş ve günlük faaliyetlerle ilgili emirler vermiştir. Bir evliliğin gerçekleşebilmesi için onun izni gerekmektedir.

Dole, Güney Amerika’daki bilinen anarşik kabilelerin pek çoğunun, geçmişte belki de daha az anarşik olduklarını ileri sürer ve Orta Brezilya’da yaşayan 145 kişi civarında küçük bir grup olan Kirikuru örneği üzerinde ayrıntılı olarak durur.

Otoritesi ya da gücü olmayan “reisleri” vardır, halbuki bu reisler son demografik ve sosyal çalkantılardan önce daha fazla güç ve otoriteye sahiptiler. Hastalık çoğu grubun nüfusunu öyle azaltmıştır ki artık kendine yeterli, ayrı birer varlık olarak işlev gösteremezler. Geriye kalan çeşitli gruplar birleşmiştir. Böylece Kirikurular arasında en az dört farklı “kabile”den insanlar vardır. Reislik normalde erkek yoluyla geçen bir tür kalıtsal mevkiidir, ama bir erkek genelde en büyük oğlu olgunluğa erişmeden ölür ve başka aileden biri bu konuma getirilir. Bu adamın kendisi, başka bir kabilede reislik yapmış kişilerin bulunduğu bir aileden olabilir. Böylece liderlik çeşitli aileler arasında dağılır, çeşitli babasoylu sülaleler veraset iddiasında bulunabilir ve dolayısıyla mevkii zayıf lamış olur.  Dole, reisin gücünün soyla bağlantılı olduğunu, çünkü bunun otoritenin uygulanması ve aktarımı için standart ve münhasır bir kanal sağladığını ileri sürmektedir. Kirikurularda olduğu gibi, reisin otoritesi zayıfladığında bu kanal yok olur.

Kirikurular reis gücü yerine bir dizi yaygın yaptırıma güvenirler. Dedikodu, şikayet ve dışlama vardır. Cadı ya da kara büyücü olduğu öne sürülen kişiler öldürülür; bir suç ya da kötülükle bağı olan suçlu kehanetle saptanır. Kabilenin gizli flütlerini gören bir kadın toplu tecavüzle cezalandırılır.

Lowie diğer Güney Amerika kabileleri arasında şef rolü örneklerinden de bahseder. Caraja şefi tamamen köylülerinin iyi niyetine bağlıdır. Eğer ondan memnun değillerse, onu bırakırlar. Tapuya şefi savaşçılara liderlik ederken çok saygı görür, ama köydeyken o kadar onurlu bir konumda değildir. Modern Taulipang “reisinin başka bir grupla düşmanlık ortaya çıkana dek söyleyecek çok az şeyi vardır” (Lowie, 1949, 341). Keza Jivarolar da şefliği sadece savaş zamanında vurgularlar. Aslında kelime dağarlarında şefe karşılık düşen bir sözcük yoktur ve savaş liderleri sadece geçici türdedir. Aslında uzunca bir süredir Jivaro topluluğundaki en nüfuzlu kişi bir şaman olabilir. O şifacıdır, aşk iksirleri yapar, düşman faaliyetlerini önceden bilir, bir savaşta yenilgi ya da zafer alametlerini yorumlayabilir. Aynı zamanda savaşta liderdir de.

Güney Amerika rejimlerinin daha anarşik olanları akraba gruplarından oluşur, öyle ki sosyal ilişkileri akrabalık ilişkileridir. Lowie’nin belirttiği gibi, şef rolü uzlaştırıcı olmayı, yabancı ilişkilerde grubu temsil etmeyi, misafirleri karşılamayı, ekonomik faaliyetleri yönlendirmeyi, nutuklarla hoş karşılanan nasihatler vermeyi gerektirir (Lowie, 1949, 343).

Pierre Clastres daha anarşik kabileler üzerine odaklanmıştır. Şefin niçin hiç gücü olmadığını sorgular. Şefin öneminin uzlaştırıcılık ve aracılık rolü olduğunu kabul eder, fakat bu işlevlerin şeflik yapısıyla karıştırılmaması gerekir. Bu yapıyı açıklamak için yardımlaşmada şefin rolüne dönmeliyiz. Kadınların, sözün ve zenginliğin söz konusu olduğu takaslarda şef bulunur. Yerlilerin çoğu poligami uygular. Şef daima en çok karısı olan adamdır; genelde gruptaki çok karılı tek kişidir. Aynı zamanda şefin, grubu hitabet yeteneğiyle büyülemesi gerekir – konuşma yoksa, şef de olmaz. Ziyafetler vermeli, zor zamanlarında topluluğa destek olmalı, daima cömertlik ve yüce gönüllülük göstermelidir. Bu mekanizmalar aracılığıyla şef konumunu sürekli olarak onaylamaya çabalar. Fakat insanın aklına gelebileceği gibi, böyle gösteriler çok fazla karı sahibi olmanın ya da şef konumuna sahip olmanın toplumdaki karşılığı değildir. Kadının öyle “mükemmel” bir değeri vardır ki, şefin verdiği tüm hediyeler, tüm sözler bu duruma bir karşılık olarak kifayet etmez, yani eşit bir takas olmaz. Aslında şef mevkii yardımlaşmaya, sosyal ilişkilerin temel yasasına meydan okur. Böyle asimetrik bir ilişki güçle ve nihayetinde yaradılışla tanımlanır. Bunların karşısında yardımlaşma10, toplum ve kültür durur. Arkaik toplumlarda, bu çatışmanın ve temel sosyal yasayla olan çelişkinin farkına varan insanlar, gücü ayrıcalıklı bir mevkiden yararlanma durumu olarak görmektedir. Bu nedenle tehlikelidir ve kısıtlanması gerekir; aslında “güç” “iktidarsız” kılınmalıdır. Bu diyalektikteki son tez paradoksaldır. Şefin en karşılıksız edinimi olan çokkarılılık, onu halkına karşı süreğen bir borca sokar ve bu nedenle onların hizmetkârı olur.

Clastres’ın argümanı hem inandırıcıdır hem de mantıklı. Fakat akıl ve mantık tek başına bir teoriyi kabul etmek için yeterli değildir. Clastres’ın yaklaşımı, diğer yapısalcıların yaklaşımı gibi, daha deneysel bir zihniyete dayandığından somut dünyadan tuhaf bir şekilde ayrı görünmektedir.  Teoriyi ispatlayacak güçlü kanıtlar kullanılmamıştır. O kişilerin ne düşünebileceğine dair bize hiçbir fikir vermez. Fakat ardından yapısalcılar bunların yapay görünüşler olduğunu, gerçek dünyayı, derindeki temel yapıyı yansıtmadığını ileri sürmüşlerdir.  Yapısalcılık; Freudculuk veya Jungculuk gibi, keza daha az ölçekte olmakla birlikte Marksizm gibi sınanabilirlik probleminden mustariptir. Bilimsel bir hipotez veya teori, yanlışlanabilecek şekilde kurulmalıdır. Deneysel olarak sınanabilir nitelikte olmalıdır, öyle ki farklı araştırmacılar aynı fenomeni analiz edebilmeli ve bağımsız olarak aynı sonuca varmak suretiyle hipotezi doğrulayabilmelidir. Hem Levi-Strauss’un hem de Clastres’ın Güney Amerika’da şef rolünü yapısalcı prensipler doğrultusunda araştırmış olmaları, ama farklı sonuçlara varmaları oldukça ilginçtir. Clastres’ın tersine Levi-Strauss, gerçek bir yardımlaşma ilişkisinin var olduğu olağan muhafazakâr açıklamayı sunmaktadır  (Levi-Strauss, 309). Clastres, olması gerektiği gibi, siyasi antropolojinin ve kültürel evrimsel doktrinin özünde bulunan etnosentrizmle  ilgilenir. Aynı zamanda dikkatimizi yardımlaşma ve liderlik arasındaki zıtlığa ve gerilime çeker.

————————-

  1. Cadılık, afsunculuktan farklıdır. Afsunculukta kişi karşı tarafa zarar verme amacıyla belli ayinleri bilerek yerine getirir. Cadılıkta ise cadı olduğu ileri sürülen bir kişinin, kötü niyetli ayinler yaptığına ve ayinsel olmayan faaliyetler yürüttüğüne inanılır. Tabii ki böyle bir kişi, cadılığa inanan kişiler nezdinde korkulan ve kızılan bir konumdadır.
  2. Yardımlaşmaya yapılan bu vurgu belki de, dolaylı olarak, feragati aşırı vurgulamaktadır. Halbuki çoğu insan, karşılıklılık “ruhu”ndan ziyade, kendisi vermezse ona da vermeyeceklerinden korkarak yardımlaşmada bulunur (Colson, 1974, 48).

Bibliyografik Not

Afrika halklarıyla ilgili kullanılan temel kaynaklar  şunlardır: Lugbaralar,  Middleton;  Konkombalar,  Tait;  Tivler,  Laura  ve Paul Bohannan; Tongolar,  Colson;  Anuaklar, Evans-Pritchard; Ibolar, Green ve Uchendu. Yeni Gine’yle ilgili verilerin kaynağı olan yazarlar: Berndt ve Lawrence, Hogbin, Langness, Pospisil, Read, Sahlins,  Watson.  Ifuagolar Barton’a, Dayaklar Geddes’e dayanmaktadır.  Güney Amerika Yerlileri’yle ilgili olarak  Clastres, Dole, Lowie, Steward ve Faron’dan yararlanılmıştır.

Views: 53

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz