Üzerinde duracağımız üçüncü tür toplum, hayvancılıkta uzmanlaşmış olanlardır. Bizim toplumumuzda olduğu gibi, pazarda satmak üzere hayvan yetiştirenler bu gruba dahil değildir. Sözünü ettiklerimiz, geçim ekonomisi olarak evcil hayvanlara bel bağlayan gruplardır. Aslında böyle hayvanların pazarda satılması çobanlıkla geçinen bazı halklar tarafından neredeyse kutsal bir şeye saygısızlık olarak görülmektedir.
Pastoralizm [çobanlıkla geçinme] muhtemelen tarımsal köy yaşamının özel bir alanı olarak doğmuştur. İlk çiftçiler – beş altı bin yıl önce Yakın Doğu’da – ilk olarak hayvanlarını her gün ya da daha uzun sürelerle çobanın gözetimi altında otlasınlar diye köy dışına göndermiş olabilirler. Zaman içinde çoban köyden ayrılmış, böylece tarıma uygun olmayan marjinal arazilerden otlak olarak faydalanmak suretiyle kendi hayvanlarına bakmaya başlamıştır. Nihayetinde pastoral yaşam biçimi, tüm bir Orta Asya’ya ve yağmur ormanları bölgesi dışında Afrika’nın büyük bir kısmına yayılmıştır. Geliştiği her yerde yerel koşullara hızla uyum sağlamıştır, dolayısıyla pek çok farklı pastoralizm bugüne dek varlığını sürdürmüştür.
Pastoral [çobanlıkla geçinen] halkların bel bağladığı hayvan çeşidi öyle çok fazla değildir. Bütün örneklerde, otları ve çalılıkları yiyerek beslenen otlak hayvanlarıdır. Bu hayvanlara şunlar dahildir: toynaklı memeliler (eşek ve at), devegiller (develer ve lamalar), bovidler (sığır, yak ve bufalo) ve cervidler (geyik). Bu pastoralistleri şöyle sınıf layabiliriz:
1) Güney Amerika’nın batı kısımlarındaki yaylalarda yaşayan lama çobanları;
2) Avrasya’nın kutup ve kutup altı bölgelerinde yaşayan ren geyiği çobanları;
3) Koyun, keçi, at, sığır, bazen deve ve yak da dahil olmak üzere karışık sürülere bakan Orta Asya çobanları. Orta Asya’da koyun ve keçi ekonominin temel taşlarıdır; fakat Tibet bu durumun istisnasıdır, orada yaklar yaşamsal önemde hayvanlardır;
4) Orta Doğu’nun çobanları koyun, keçi ve deve bakar, at ve eşeklerin daha küçük bir rolü vardır. Bazı örneklerde develer önde gelir; Türkiye’nin doğusunda ve İran’da olduğu gibi bazılarında develer vardır, ancak koyun ve keçi daha önemlidir;
5) Afrika savanlarının otlaklarında yaşayan çobanlar sığıra bağlıdırlar, ama koyun ve keçi de bakarlar, ender örneklerde at ve eşeğe de rastlanır.
Lama ve rengeyiği çobanlarının durumu hariç, hayvanlar aslen süt ve süt ürünlerini sağlar. Aslında eşek ve lama haricinde çobanların baktığı hayvanların hepsi sağılır. Sürüler ekonomiye başka yönlerden de katkı sağlar. Büyük hayvanlar taşıma aracı olarak önemlidir, hem yük hem insan taşıyabilir. Ayrıca, tüm festival ve ayinlerde tüketilen etin kaynağıdırlar. Tüyleri, yünleri ve postları giysi, barınak, kap, koşum takımı ve daha başka pek çok şeyin yapımında kullanılır. Bazı pastoralistler için idrarları ve gübreleri bile kıymetlidir.
Çobanlıkla geçinen toplumların çoğu geçim vasıtası olarak sürü bakmak dışında faaliyetler de yürütür. Neredeyse hepsi aslen tahıl olmak üzere bir miktar ekin eker. Bazıları balıkçılık yapar, ufak çapta avcılık toplayıcılıktan da faydalanırlar. Özellikle Orta Doğu’daki, daha az ölçekte olmakla birlikte Orta Asya’daki ve Avrasya’nın arktik kesimlerindeki çoban toplulukların ayırıcı özelliklerinden biri, toprağı eken ve kasabalarda yaşayan yerleşik bir nüfusla olan simbiyotik bağlarıdır. Bu halklarla olan yakın etkileşim genelde yağma, savaş ve zorbalıkla zenginlik edinme fırsatı sunar. Son durumda bir tür koruma haracı söz konusudur, yerleşik köylüler yağmalanmamak için pastoralistlere haraç verirler. Dahası çobanlıkla geçinen toplulukların çoğu mamul malların büyük kısmı ve diğer kaynaklar için kasabalılara, tarımsal ürünler için de köylülere bağımlıdır. Çoğu pastoral sistem, Kroeber’in onlara verdiği isimle, “kısmi kültürler”, yani maddi üretim anlamında yahut yaşamın tinsel ve ideolojik yönleri anlamında tam olarak kendine yeterli olmayan oluşumlardır.
Neredeyse tüm çoban halklar en azından kısmen göçebedir. Bütün yaşamları boyunca kolayca taşınabilen barınaklarda yaşayan ve otlayan hayvanları takip ederek mevsime göre kabile toprakları içinde dolaşanları vardır. Diğerleri yılın bir kısmını göçebe kamplarında, bir kısmını da yerleşik köylerde geçirirler. Aşağıda üzerinde duracağımız üzere Nuerler gibi bazıları ise uzun kurak mevsim boyunca hayvanları topluluğun gençleriyle birlikte uzağa gönderirler, daha yaşlılar ise köyde evlerinde kalır.
Çoban toplulukları içinde, daha önceki bölümde açıklandığı üzere kabile tarzı sosyal örgütlenme egemendir. Önemli bir istisna, Kuzey Avrasya’nın rengeyiği çobanı halklarından bazıları, özellikle de aslen avcı toplayıcılar gibi kafile tipi örgütlenmeye [band type organization] sahip olan Sameklerdir. Kabile yapısı segmenter babasoylu tarzda bir örgütlenme gerektirir. Fakat pek çok örnekte bu, ayrı sosyal sınıfların ve gerçek savaşlar yapan askeri bir örgütlenmenin bulunduğu, bir tür başlangıç aşamasındaki devlet yapısına dönüşmüştür.
Çobanlığa bağlı geçim sistemi [pastoralizm] normalde nispeten geniş ve yoğun nüfusları besler ve bazı örneklerde, örneğin Cengiz Han’ın Moğollarında, geçici olmakla birlikte, yaygın imparatorluk eyaletlerinin ortaya çıkmasına imkân tanımıştır. Kısmen girişimlerinin marjinal yapısından dolayı, kısmen de sürüyü büyütmek, dolayısıyla otlak arazilerini genişletmek arzusunda olduklarından, çoban topluluklar, özellikle Güneybatı Asya ve Afrika’dakiler, savaşçı ve yağmacı karakterleriyle de ün kazanmışlardır.
Nuerler
Herhangi bir yönetime sahip olmaksızın segmenter babasoylu “kabile” sistemini sürdüren çoban toplulukları vardır ve bunlar da anarşi uygulamasının örneğini teşkil ederler. Bunların en bilinen örneği Nuerlerdir. Nuerler, şu anda sayıları muhtemelen 400 bin civarında olan, Beyaz Nil’in bataklık Sudd bölgesinde ve Sudan Cumhuriyeti’nin güney kısmı civarında ikâmet eden bir Nil bölgesi halkıdır.
Segmenter soy sistemi ile daha önce defalarca karşılaştık ve Nuer sistemi esas olarak Lugbara ya da Konkomba’dan farklı değildir. Soy segmentleri ile tanımlanan ve büyük oranda o segmentin üyeleri tarafından iskân edilen yerel köyler vardır, fakat bir köyde yabancılar da bulunur. Ayrıca belli bir köyle bağlantılı olan soyun üyelerinin diğer köylerde yaşadığı da görülür. Klan segmentlerinin üyeleri de benzer şekilde dağılmışlardır. Belli soylarla tanımlanan köy toprakları, daha geniş segmentlerle (alt-klanlar ve klanlar) bağlantılı daha geniş toprak birimleri oluşturmak üzere birleşerek, sonunda kabile üyeleri tarafından iskân edilen kabile toprağını oluşturur.
Bir kabile 5 bin ila 45 bin kişiden oluşabilir. Her biri ekonomik açıdan kendine yeter; kendi otlaklarına, su kaynaklarına ve balıkçılık alanlarına sahiptir. Kabile üyeleri arasındaki anlaşmazlıklar uzlaşma ile çözüme ulaştırılmalıdır ve üyeler diğer kabilelere ve yabancılara karşı birlik olmalıdır. Eğer bir Nuer kendi kabile topraklarını terk eder ve bir başka kabile topraklarına yerleşirse, kabile bağlarını değiştirmiş olur, dolayısıyla artık o anda toprakları içinde yaşadığı kabilenin üyesi sayılır. Bunun sebebi, kabileler arasındaki düşmanlığın yaygınlığının yerleşik niteliği ve uzlaşma mesuliyetinin bulunmamasıdır. Diğer yandan kişi, nesep bağını koparmadan, bir soy toprağından taşınıp aynı kabile toprakları içindeki bir başka soy toprağına geçebilir.
Soy sistemine ek olarak, Nuerlerin akrabalık ilişkilerini ve kabile üyeliğini boydan boya kesen, aynı cinsiyetten ve aşağı yukarı aynı yaşlarda kişileri kapsayan, yaş mertebeleri vardır. Tivler de dahil olmak üzere diğer pek çok Afrika topluluğundakinden çok daha zayıf bir yapıdır bu ve büyük oranda, çocukluktan gençliğe ve yetişkinliğe geçiş ayinleriyle ilgili bir araçtan ibarettir. Kadınların da erkeklerinkilere paralel örgütlenmeleri vardır. Yaş mertebelerinin siyasi bir fonksiyonu yoktur ve karşılıklı yardım cemiyetleri olarak işlev görmezler.
Sistemin aynı düzeydeki tamamlayıcı segmentleri arasındaki husumet Nuerler arasındaki temel siyasi mekanizmadır. Eğer biri farklı alt-klandan birini öldürürse, öldüren ve ölen kişinin alt-klanları arasında husumet oluşur. Öte yandan, husumet aslında iki tarafın en yakın akrabalarını kapsar. Segment daha kapsamlı oldukça -yani segmentasyon seviyelerinde gruplar arasında daha yükseğe çıkıldıkça- anlaşmazlığın çözüme kavuşturulması daha güç olur; dolayısıyla birincil ya da ikincil kabile seksiyonlarının üyeleri arasındaki anlaşmazlıklar genelde kabileler arası bir savaşa yol açar (önceki bölümlerde Lugbaralarla ilgili diyagrama bakınız.)
Kan davaları da dahil olmak üzere anlaşmazlıklar, leopar derili şef denen bir adamın aracılığı ile düzenlenir ve – genelde eninde sonunda – çözüme kavuşturulur. Evans Pritchard’ın belirttiği üzere, aslında burada “şef ” unvanı yanıltıcıdır, çünkü gerçekten şef iktidarına sahip biri değildir, daha ziyade sınırlı sayıdaki sülalelerden birine mensup olan bir ayin görevlisidir. Leopar derili şef Lugbaralardaki yağmur yağdırana benzer. Cinayet işleyen biri önce şefin aynı zamanda bir mabet olan ikâmetgahına gider. Şef kardeş katlinin işareti olarak katilin kolunu keser. Daha sonra, öldüren ve ölen kişinin akrabaları arasında bir aracı olarak faaliyet göstermeye başlar. Karşı tarafın kan davasından kaçınmak için kan parasını ödeyeceğine dair mağdur tarafı temin eder ve sonra da diğer grubu gereken tazminatı ödemeye ikna eder. Leopar derili şef kan parasını 40 ila 50 sığır olarak alır ve bunları ölen adamın akrabalarına götürür. Şef yargıç gibi davranmaz fakat ısrarcı olabilir ve eğer tazminatı kabul etmezlerse ölen adamın akrabalarını lanetleyebilir. Ancak tehditler hep edilir, zira grup onurunu korumalı ve kabul etmeye isteksiz görünmelidir. En önemli olan şey, “geleneksel bir ödeme ya da dileğin kabulüyle meseleyi çözüme kavuşturma ve iki tarafın da daha fazla düşmanlık göstermesinin önüne geçmenin ahlaki mesuliyetidir” (Evans-Pritchard, 1961, 292).
“Leopar derili şef yönetmez ya da yargılamaz, fakat [o bir] aracıdır, toplulukların düşmanlıkları sona erdirme arzusu sayesinde, bir kan davasını sonuca bağlayabilir” (Evans-Pritchard, 1961, 293). Sığırların mülkiyetiyle ilgili anlaşmazlıklarda da aracılık yapar. Her koşulda leopar derili şefin tüm yapabildiği taraflara anlaşmazlık üzerinde konuşmak isteyip istemediklerini sormak ve eğer iki taraf da hemfikir olursa bir uzlaşmaya varılmasını sağlamaktır. Lugbaralardaki yağmur yağdıranın durumunda olduğu gibi, leopar derili şefin nihai gücü önerilen anlaşmaya yanaşmayan tarafı lanetlemektir. Bu aslında Nuerlerin herhangi bir yönetim yapısına en yaklaştığı noktadır. Lanetin gücüne inanan herhangi biri için o kişi, bizim toplumumuzda silahıyla birine hapse girmesini emreden polisin gücüne ya da benzer bir otoriteye sahiptir. Diğer yandan lanet, polisin silahının aksine, sadece leopar derili şefin tekelinde olan bir silah değildir; o kadar kuvvetli olmayabilse de, başka kişiler de doğaüstü güçleri çağırma gücüne sahip olabilir. Dahası şefin gücü sadece uzlaşma sonuçlarının kabulünün dar sınırları içinde meşrudur. Otoritesi sosyal kontrolün diğer alanlarına uzanmaz.
Leopar derili şef, duruma göre, köklü Nuer göreneklerine uygun telafilere karar verir, fakat Evans-Pritchard’ın açıklığa kavuşturduğu üzere, bu hukukî bir sistem yaratmaz, “zira bir tartışmada doğru ve yanlışlara karar veren, tarafsız ve yasal bir otorite, verilen kararı uygulatacak bir dış güç yoktur” (1961, 293).
Leopar derili adamlardan ayrı olarak Nuerler arasındaki en önemli adamlar geniş ailelerin yerel reisleridir. Bunlar daha yaşlı adamlardır, ama her şeyden öte sığır sayısı bakımından zengindirler ve tüm Nuerlerin hürmet ettiği tarzda bir kişiliğe sahiptirler. Aynı zamanda, Evans-Pritchard’ın aristokratik klanlar dediği klanların mensubudurlar. Böyle gruplar o kabile içinde egemen konumdadır. “Aristokratik” terimi aslında pek münasip görünmemektedir, zira böyle bir klanın prestiji vardır ama özel bir ayrıcalığı, hatta kendi kabilesi dışında bir prestiji bile yoktur. Bu nüfuzlu kişilerin bariz bir statüsü yoktur. “Her Nuer… kendisini komşusu kadar iyi düşünür; aileler ve birleşik aileler kendi faaliyetlerini köylülerininkiyle birlikte koordine ederken, işlerini de arzu ettikleri gibi düzenlerler, yağmalarda bile çok az organizasyon vardır ve liderlik kavga evresiyle sınırlıdır, ne kurumsaldır ne de süreklidir” (Evans-Pritchard, 1961, 294).
Nuerlerin çeşitli türlerde ayin görevlileri vardır: Sığır Adamı, totem görevlileri, yağmur yağdıranlar, fetiş sahipleri, büyücüler, kâhinler. Fakat bunların hiçbirinin bir statüsü ya da fonksiyonu yoktur, fakat bazıları ün kazanır ve iddia edilen doğaüstü güçleriyle başkalarını yaralayabilir.
Lugbaralarda olduğu gibi, 19. yüzyıl sonlarında, muhtemelen Sudan’daki Mehdilik fenomeninin tahrikiyle Nuerler arasında, ek bir siyasi güç olarak “yalvaçlar” belirmiştir. İlk yalvaçların ayin görevlileri – şifacılar ve şamanlar – oldukları ve daha sonra kendi bölgelerinde anlaşmazlıklarda arabulucu rolü üstlendikleri görülmektedir. Bazı yalvaçlar, kabilelerinin çeşitli hiziplerini düşmanlara karşı savaşta bir araya getirmek için, kendilerini bu birliğin sembolü kılarak bir tür kabilesel birlik duygusu telkin edebilmişlerdir. Mensubu oldukları kabileleri hem Arap hem Avrupa akınlarına karşı savaşmak için örgütleyenler de yalvaçlardır. Fakat kendi kabilelerinden daha büyük bir gruba asla entegre olmamışlar ve hatta bu çabalar bile kısa ömürlü olmuştur.
Eşitlikçilik ve Sığır Pastoralizmi
Harold K. Schneider eşitlikçilik ile sığır pastoralizmine bağlılık arasında anlamlı bir ilişki olduğu tezini savunmaktadır. Doğu Afrika’ya yoğunlaşarak, insan başına yüksek oranda sığırın düştüğü (kişi başına birden çok), sosyal sistemleri aslen ya segmenter soy kavramı ya da yaş mertebesi etrafında örgütlenmiş olan bu toplulukların, eşitlikçi ve devletsiz olduğunu keşfetmiştir. Hiyerarşi ve devlet daha ziyade sığır sayısı az olan topluluklar arasında ortaya çıkma eğilimdedir. Schneider, sığır üretimine bağlı yaşamanın yapısı itibari ile hiyerarşik örgütlenmelerin gelişimini engellediğine inanmaktadır. Sığır sürüleri, çabucak büyüyebilen, ama aynı hızla yok da olabilen, hayli hareketli bir zenginlik kaynağı oluşturmaktadır. Sığır bakımının ekonominin odak noktasını oluşturduğu ve herkesin katılımını gerektirdiği bu toplumlarda ana zenginlik kaynağını tekele almak veya az kişinin kontrolü altına sokmak zordur. “İnekleri tek merkezde toplamak… zordur” (Schneider, 219).
Ayrıca, Schneider sığırın diğer kişilere borç verildiği hayvan birliklerinin yaygın önemini vurgulamaktadır. Sonuç olarak herkes hem sığır aldığı hem de verdiği bir ilişkiler ağına dahil olur. Bu uygulama, yağmalardan ve hastalıklardan dolayı uğranılan zararı en aza indirme işlevi görür. İnsanlarda iyi niyet oluşturur, otlak arazileri üzerindeki baskıları azaltır ve iş yükünü hafifletir. Aynı zamanda kişinin kendi zenginliğini gizlemesine de yardımcı olur. Fakat daha önemlisi, bu havyan birlikleri, herkesi diğerleriyle eşit ve karşılıklı pek çok bağ içine sokarak, sığır yetiştirmenin hiyerarşiyi engelleyen özelliklerini güçlendirir. Eşitlikçi sistemler eşitlikçidir, çünkü “yeni varlıklar elde etmek için çeşitli fırsatlar [sunarlar] ve böylece varlıklı kişiler, büyük adamlar, şeflerin aksine, zenginliklerini güç haline nadiren dönüştürebilirler, zira hayvan birliklerinin geniş kapsamlı kredi sistemlerinden ve çeşitli fırsatlardan yararlanarak hızla kapital oluşturulabilen bir atmosferde, üzerlerinde egemenlik kurulmak istenenler, kendi kaynakları olduğu için boyun eğmekten kaçınabilirler” (Schneider, 210). Eşitlikçilik daima “doğası gereği (bazen de yasal düzenlemeler aracılığı ile) tekel altına alınamayan ekonomik bir temele dayanır” (Schneider, 219).
Schneider’ın hayvan birliklerine bu kadar önem atfetmesi ilginçtir (ve muhtemelen de doğrudur), fakat yukarıda tartıştığımız Nuerler, hep tipik sığır çobanlığının ve eşitlikçi toplumun örneği olarak gösterilmelerine rağmen, onlar bu mekanizmaya o ölçüde bağlı değillerdir. Onlarda math ya da en iyi arkadaş denen bir kurum vardır; iki erkek sığır takası yaparak ya da sığır ödünç vererek aralarında resmen bir arkadaşlık bağı kurarlar (Howell, 198). Yayımlanmış herhangi bir kaynakta math’in ayrıntılı bir tarifini bulamadım. Sebep ya bunun Nuerler için çok öneminin olmaması yahut Nuerler üzerine çalışan Evans-Pritchard ya da diğerlerinin, bunun önemini anlayamamış olmalarıdır ki durum muhtemelen böyle olabilir.
Schneider kitabında, Doğu Afrika dışındaki çobanlık yapan halkların niçin genelde hiyerarşik bir sisteme ve tam bir devlete olmasa da, devlet-öncesi yapılara sahip oldukları sorusunu ise irdelemez. Türkistan’dan Moğolistan’a Orta Asya’nın hayvan bakan toplulukları sadece büyük koyun sürülerine değil, sığır ve at sürülerine de bağlıdırlar. Oldukça sağlam bazı devletler ve hiyerarşik sistemler inşa etmişlerdir. Arap Bedevileri ve İran çoban toplulukları, Doğu Afrika çoban topluluklarına kıyasla daha az eşitlikçi sistemlere yakın görünmektedirler. Ama Asya ve Afrika çoban toplulukları arasındaki önemli bir fark, ilkinin daima büyük devletlerin (Çin, İran ve Hindistan) civarında yaşamış olmasıdır. O halde belki de Asya halkları arasında hiyerarşik yapılar, bu koşullara bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Çoban toplulukları arasındaki hatırı sayılır kişiler büyük devletlerle olan görüşmelerde arabulucu olarak faaliyet göstermişler; Çin ile Batı arasındaki oldukça önemli ticaret faaliyetinde merkezi figürler olmuşlardır. Bu kanallar aracılığı ile çobanlıkla geçinen halkların hatırı sayılır kişileri güçlerini arttırmış ve böylece devletler kurabilmişlerdir.
Schneider, az sayıda hayvan yetiştiren pek çok Afrika çiftçi topluluğunun, eşitlikçi ve anarşik bir sosyal düzene sahip olmaları (örneğin Tivler, Konkombalar vb.) üzerinde de durmaz. Buna bağlı olarak insan, eşitlikçi ve başsız sistemlerin temelinde, oldukça hareketli ve kendini üretebilen tarzda bir zenginliğe (sığır) bağlılığın mı; yoksa, dengeleyici sosyal bağların azami derecede yayılmasını sağlayan ve tekelin gelişmesinin imkânsız olduğu belli bir kültürel modele bağlılığın mı rol oynadığını merak ediyor. Tekeller sığırla yaratılabilir, keza başka tür zenginlik formlarıyla da tekellerin yaratılması engellenebilir. Kişi Moğol çoban topluluklarıyla Konkomba çiftçilerini karşılaştırabilir.
Samekler veya Laplar
Avrupa’nın Kutup altı bölgesindeki rengeyiği çobanıyla, yakıcı güney Sudan’da sığırlarını otlatan uzun boylu ve sıska Nuer arasında keskin zıtlıklar vardır. Fakat bu insanlar sadece pastoral hayatı paylaşmakla kalmaz, bireyci bir dünya görüşünü ve anarşik sosyal yapıyı da paylaşırlar. Avrupalılarla yüzyıllardır süren yakın ilişkilerine bakıldığında, Sameklerin eşsiz kültürlerini korumak için kayda değer bir azim göstermiş oldukları görülür. Gene de bu temasın sonucu olarak, siyasi ve dini sistemlerini değiştirmişlerdir. 300 yıl ya da daha uzun bir süre Sameklerin Rus veya İskandinav devletlerinden birinin yönetimine bağlı olduğunu, aynı şekilde ya Lutherci ya da Ortodoks Hıristiyan Kilisesi’nin hükmü altında olduklarını söyleyebiliriz. Dolayısıyla Sameklerin “ilksel” sosyal düzenini, bu düzenin diğer toplumlarla temas görmemiş halini hayal etmek güçtür.
Şu aşikârdır ki Samekler asla tam bir siyasi entegrasyon yaşamamışlardır. Her biri bağımsız ve özerk olan, çobanlıkla meşgul çok sayıda küçük kafileye bölünmüş bir halktır. Samekler arasında kafile hâlâ önemlidir. Çobanlıkla geçinen bir halk olmalarına rağmen, temel sosyal birimleri, yani kafile, çoğu avcı toplayıcı topluluğu tanımlayan özelliklerle benzerlik taşır. Dolayısıyla Samek kafilesi, çoğu birbiriyle akraba olan birkaç düzine insandan oluşur. Bu ilişki çift taraflıdır; yani bağ ana ya da baba tarafından olabilir. Aslında, Sameklerde akrabalığın, Inuitlerde ve Avrupalılarda olduğu gibi, soya bağlı olmayan bir yönü vardır. Kafile üyeleri, sınırları belli bir toprak parçasını kullanma hakkına sahiptir; dolayısıyla, toprağın grubun ortak mülkiyeti olduğunu söyleyebiliriz. Kafile üyelerinin bu alanda münhasıran avlanma ve balık tutma hakkı vardır ve en önemlisi de rengeyiklerini bu sınırlar içinde otlatabilirler.
Kafile üyeliği nispeten değişken bir karakter taşır; kişinin bir gruptan çıkıp başka bir grubun üyeliğine geçmesi gayet olasıdır. Görünüşe göre kafile bir zamanlar dışevlilik uygulayan bir grupken, bugün diğer benzer gruplarla, eş olarak kadın takas etmek suretiyle ilişkilerini sağlamlaştırma yoluna gitmektedirler.
İç meseleler bazı yazarların konsey olarak adlandırdıkları bir oluşum aracılığıyla ele alınır. Bu oluşumun üyeleri içinde her ailenin reisi bulunmaktadır, bu nedenle “konsey” terimi aslında, gücün resmi örgütlenmesini ve delegasyonunu imlediği için yanıltıcı olmaktadır. Grup kararları bir bütün olarak tüm bir grubun yetişkin erkek nüfusunun kolektif sorumluluğu altındadır – karşılaştığımız diğer anarşik rejimlerin ortak bir özelliğidir bu.
Ayrıca kafilenin bir lideri vardır. Yaşam boyu süren bir mevkiidir bu ve genelde kalıtsaldır, yani en büyük oğlan çocuğuna geçer. Fakat bazen lider grup tarafından seçilebilir. Bazen kişinin evlilik yoluyla bu mevkii edindiği bile olur, kişinin kayınpederi kafile lideri ise ve öldüğünde bir oğlu yoksa, damat lider olur. Normalde bir lider gruptaki diğer kişilerden daha zengin olmalıdır. Kafile liderleri esasen grubun şef çobanlarıdır, diğer kişiler üzerlerindeki otoriteleri rengeyiği sürüleriyle olan ilişkilerini kapsar. Kafile liderleri aynı zamanda grubun önemli ekonomik faaliyetlerinin koordinatörüdürler de. “Sürülerin otlatmak için dışarı gönderilmesi işine, grup içindeki hangi akraba grubunun katılacağını o belirler. Göç tarihlerini belirleyen, kafile üyeliği için başvuruları kabul ya da ret eden ve sürünün yönünü belirleyen odur. Gevşek örgütlenmiş Lap kafilesine süreğenlik ve istikrar kazandıran da odur, zira varisleri genelde onun oğulları ya da damatları içinden seçilir.” Sürülerin yönetimi dışında liderin rolü “muğlaktır ve grup kararlarında hükmünün geçmediği sık olur” (Pehrson, 1077).
“Kafilenin efendisi” Samek unvanının birebir çevirisidir; “kafilenin hanımı”, kafile liderinin annesi veya karısı için kullanılan eşdeğer bir terimdir. Grup içinde ciddi bir nüfuzu vardır. Aslında, Inuitler, Ifugaolar ve Dayaklar gibi Samek toplumu da genel- de kadınları çok daha fazla eşit mevkii ile ödüllendirir. Kadınlar erkeklerle eşit miras hakkına sahiptir; aynen erkekler gibi mal mülklerini miras bırakabilirler; ekonomik faaliyetlere tam olarak katılırlar ve kafilenin erkeklere ait olan liderlik konumu bir kadın aracılığıyla aktarılabilir.
Hıristiyanlık öncesi dönemlerde Samek topluluğundaki bir diğer güç kaynağı Şamanlardı. Samek şamanizminin detayları çok iyi bilinmemekle birlikte, bu kişilerin doğaüstü güçlerle ilişki kurmada, hastalıkları iyileştirmede ve gelecekteki olayları haber vermede en maharetli kişiler olduğunu; sözlerinin dinlendiğini ve hürmet gördüklerini söyleyebiliriz. Civar yöre içinde kendi kişisel konumlarını yükseltmek için zaman zaman bu güçlerini kullanmadıklarına inanmak zordur.
Modern dönemlerde kişisel mülkiyette artış görülmüştür (sürülerin büyümesi, kar motosikleti gibi modern teknolojinin edinilmesi vb.); nitekim bu da Samek toplumu içinde bireyciliğin artışını getirmiştir. Aynı zamanda İsveç, Norveç, Finlandiya ve Sovyetler Birliği hükümetleri, Sameklerin toplumsal sorunları üzerinde daha doğrudan bir kontrol tesis etmek üzere resmi tek- nikleri kurumsallaştırmıştır.
Bibliyografik Not
Nuerlerle ilgili ana kaynak Evans-Pritchard’dır. Nuerlerin anarşik rejimine yaklaşan başsız siyasi sistemlere sahip diğer Afrika çoban toplulukları şunlardır: Barabaig (bkz. Klima); Dinka (bkz. Lienhardt); Jie (Gulliver); Karamojong (Dyson Hudson); Turkana (Gulliver). Samekler için bakınız Pehrson, Vorren ve Manker.
Views: 65