“Siyaset ile ekonominin düellosu, siyasetin kaybolduğu, ekonominin de teslimiyete zorlandığı bir sentezle sonuçlanır. Bu sentez elbette henüz tam olarak gerçekleşmiş değil. Eski uluslardan biri olan Fransa, olan bitenin bile farkında değildir.”
Tekniğin modern dünya ekonomisine da-yattığı kesin karakteristikleri saptayabilecek bir durumdayız şimdi. Teknik ile bir uzlaşmanın sözkonusu olmadığını hatırlamalıyız. Doğası gereği katıdır ve direkt olarak sonucuna doğru ilerler teknik. Kabul edilebilir veya reddedilebilir. Kabul edilirse onun yasalarına tabi oluş mutlaka gerekir.
Bu yasaların ekonomi dünyasına etkileri nelerdir? Açıkça algılanabilecek ilk özellik, ekonomik mekanizma ile devlet arasındaki bağlantıdır. Bağlantı, sosyalist doktrinler nedeniyle veya devlet müdahale etmek istediği için değil, teknik gelişmenin olduğu yerde başka bir ilerleme şekli bulunmadığından vardır.
Teknik her zaman merkezileşmeyi varsayar. Gaz, elektrik veya telefon kullandığımda, hizmetimde olan yalın ve basit bir mekanizma değil, merkezi bir organizasyondur. Merkezi bir telefon veya elektrik santrali, tüm bir elektrik şebekesine ve her bir aygıt parçasına asıl anlamı verir. Teknik “santral”, her uygulamanın normal ifadesidir. Bu santrallerin bir arada varolması ima edilmektedir. Yani, nihayetinde tüm insan eylemlerini kuşatan tamamen merkezi bir organizasyon. Teknik merkezileşme, çağımızın büyük gerçeklerinden biridir. Mesele, bu merkezi organların birbirlerinden bağımsız olarak varolup olamayacaklarıdır. Her biri kendi özgün, özerk yolunda gelişebilir mi? Bu soruyu yönelten Jünger, sistemin hiyerarşik olmadığını, her teknik bünyenin komşusundan bağımsız olduğunu ve aralarında bir tabiiyet olmadığım vurgularken haklıdır. Ancak ekonomik ve siyasal açıdan risk çok büyüktür. Merkezileşmiş organlardan her biri, diğerlerine göre kendi uygun konumuna ve ilişkisine yerleştirilmelidir. Planın bir işlevidir bu; ve, daha yüksek bir merkezileşme derecesine ulaşmak için yalnızca devlet tüm bir kompleksi denetleyebilecek, bu organizmalan koordine edebilecek konumdadır.
Teknik gelişmeyi sürdürürken ademi merkezileşmeyi ger-çekleştirme fikri tümüyle ütopiktir. Teknik, kendi merkezileşmesi için birbiriyle ilişkili ekonomik ve siyasi merkezileşme gerektirir. Biz burada siyasi tekniğin motiflerine girmeden sadece mekanik teknikten sözediyoruz. Bizatihi doğası gereği merkezileşmenin organı olan devlet, aynı zamanda teknik merkezileşmenin tercih organıdır. Merkezileşmeyi isterken devlet adamlarının kötü niyetli olduğuna inanan herkes, yalnızca kendi saflığını sergiler. Devlet, planı tamamen teknik nedenlerle gerçekleştirmeye zorlanmaktadır.
Yaptırımların gerekliliğinin plan ile devlet arasında bir ilişkiyi nasıl meydana getirdiğini görmüş bulunuyoruz. Bu ilişki, planlama tekniklerini destekleyen, onlara işleme özgürlüğü ve belli bir istikrar sağlayan devletin idari çerçevesi olarak da öngörülebilir. Bu son özellik üzerinde durmalıyım.
Planın kurduğu teknikler ekonomik realiteyi ve muhtemel gelişimini mümkün olduğunca vefakâr bir şekilde öngörmelidir. Ancak bir planı tasarlamak için belli unsurları dengeli ve sabit olarak değerlendirmek, tüm unsurları eşzamanlı olarak değişir görmemek lazımdır. Fakat bu unsurların gerçekten sabit olacağının garantisi de yok. Aynı güçlük, ekonomik hayatta şu veya bu faktörün gelişimini tahmin etmek önemli ölçüde imkansızlaştığında da ortaya çıkar. Böyle bir durumda ya faktörün hipotetik gelişimi yerleştirilecek ya da faktör keyfi biçimde sabitlenecektir. Bu, beş yıllık bir plandaki bir sorundur. Daha belirgin olarak da, üretimin uzak: geleceğe ilişkin kestirimlerinin yer alması gereken uzun dönemli bir planda sorundur. Bunun mükemmel bir örneği, Fransa’nın elektrifikasyonu için zemin çalışmasıdır. Buharlı santrallere mi yoksa hidroelektrik santrallere mi dayanmalıdır? Buna karar vermek için başka şeyler yarımda, üretilen verili miktardaki elektrik enerjisi için her bir sistemin göreli maliyet fiyatına ilişkin bir araştırma yapılmalıdır. Bu santraller, uzun bir süre dayanacak şekilde tasarlanırlar ama ne kadar uzun? Varsayalım ki bir yüzyıllık dönem için olsun. Bu durumda hesaplamalar bu temelde yapılacaktır. İlk kuruluş maliyeti, bakım giderlerine yüzyıllık bir süre için sermaye öngörülmesi, ve yüzyıl için kömürün maliyeti. Bu faktörlerden üçüncüsü kabataslak hesap edilebilir. Ama ya ikincisi? Bu, faiz oranına bağlıdır ki bu oran o kadar uzun süre için önceden kestirilemez. Bir başka faktör daha vardır: parasal gelişmeler. Bu durumda plan nasıl kurulacaktır? Bir tek yolu var: devlet garantileri istemek, planın gerçekleşmesi için kredilere uygulanan faiz oranının değişmeyeceği garantisini siyasal iktidardan almak.
İstatistiğin gelişmesinin devletin ekonomik tekniğe müdahalesini gerekli kıldığını da kaydetmek gerekir. (Teknik olgusunun bir bütün olduğuna dair tezimizi de teyid ediyor bu). İstatistiklerin yayınlanması, ileriki bir düşmanın istihbarat servislerine büyük bir malzeme verebilir. Stuart Arthur Rice, sabotaj operasyonlarına katkıda bulunan dış ticaretteki istatistik örneklerini veriyor. Bu yüzdendir ki devlet tüm istatistikleri merkezileştirerek, ya yalnızca verili bir işadamı veya üretici kategorisine ilgili istatistikleri açmalı ya da düşmanın ilgisini çekebilecek ne varsa gizli tutmalıdır. Bu denetim, ABD’de 1950 yılında Bütçe Bürosu’na emanet edildi. Amerikan kamuoyunun bu uzlaşmadan hoşnut olmadığını da kaydedelim. Soğuk Savaş’ın empoze ettiği “kararsızlığı” hoş karşılamıyor kamuoyu. Bununla birlikte, güçlü bir azınlık, Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi istatistiklere topyekün bir yasak getirilmesini istiyor. Bu durumda devlet, ekonomik durumu tam olarak sadece kendisi bileceğinden, ekonomik faaliyetin dolaylı ama yine de tam kontrolünü elinde bulunduracaktır.
Devlet ile ekonomi arasında böylece bir bağ kurulmaktadır ki bu durumda teknik gelişme devletin müdahalesi olmaksızın mümkün olmamaktadır. Tüm ekonominin devletin elinde olduğu anlamına gelmiyor bu. Genel olarak, ortalığı kasıp kavuran, diktatöryal bir devlet fikrini bırakmalıyız. Yalnızca, tüm enerji kaynaklarım elinde bulunduran soğuk ve gayri şahsi mekanizmayı düşünelim. Enerji olmadan üretim nedir ki? Ekonomi nedir? Enerji arzını kontrol eden kurum ekonomiyi de yönlendirmez mi? Teknik açıdan, enerjinin kontrolü, artık herhangi bir kurumun değil ama devletin elinde bulunabilir. Yakın dönemde görüldüğü üzere, ABD için de geçerlidir bu.
Eğer istatistiklere tam fırsat verilirse, faydasız tekrarlardan kaçınmak ve de istatistiki araştırma merkezleri kendileri ödemedikleri için faturaları da ödemek için değişik organların faaliyetlerini koordine etmek gerekir. İstatistiksel veliler toplandığı zaman, onları alarak kullanma, pratikteki değerlerini buldurma konumunda olan kurum devlet değil de kimdir? Teknikten doğan o pek çok faktörün (tröstler, atom enerjisi, sermaye birikimi, üretim araçlarının çok büyümesi, ve daha pek çoğu) tümünün devlet faaliyetini gerektirdiğini kaydetmeye bile gerek yok. Devlet ile ekonomi arasında bir ortak payda haline gelen teknik gerçeklerin kurduğu ilişki, ne şanstır ne de geçicidir. Kimi idealist müdahale karşıtlarının bizi inandırmaya çalışmalarının aksine bu hareketi tersine çevirme imkanı yok. Ne de, komünistlerin bizi inandırmaya çalıştığı gibi, devlet ile ekonominin buluşmasının geçici olma umudu var.
Kuşkusuz, eğer üretim yeterli büyüklüğe ulaşacak olsaydı; eğer dağıtım araçları mükemmel (bir kere sabitlenince değişmeseydi) olsaydı ve her şeyden önce de insanlar melek olsaydı -ki zaruri bir koşuldur- devlet ile ekonomi arasındaki birleşme ortadan kalkabilirdi. Aynı şey, modem teknik ortadan kalkacak olsaydı da doğrudur. Ama daha gerçekçi düşünmek akıl kârı olur.
Ekonomiyle devletin karşılıklı bağlılığı gerçeği, ikisinin aynı olgunun boyutlarına dönüştüğü bir teknik temele sahiptir. Üstelik, önceki olguların basit bir birleşmesinin bir sonucu olmayan bir* olgudur bu. Bu yeni özelliği vurgulamak bana göre önem taşıyor. Tekniklerin varlığı nedeniyle sıradan devletçilik veya sosyalizm sorunlarının ötesindeyiz. Burada önemli olan güçteki basit artış olgusu veya kapitalizme karşı mücadele değildir. Teknikleştikçe ekonomik hayatı daha güvenli kılan yeni bir organizmanın yani teknik devletin doğuşuna tanıklık ediyoruz. Artık, “başka türlü yapılabilir” demek bile mümkün değil. Soyutta ve somutta, tüm teknik kanıtlar tersini gösteriyor. Söz¬konusu olan, aslında, ulus-devletin mantıksal gelişimidir.
Bu ikili ilişki (devletin ulusal yaşamı sağlama bağlaması ve ulusa ait olan ne varsa devlette kesişmesi), teknik unsurlar işin içine girdiğinde daha spesifikleşir, güçlenir, katılaşır. Basit bir eğilim olan şey çerçeve haline gelir. Söz araç haline gelir; idarenin halkla ilişkisi organizasyona dönüşür. Ve ekonomi de ulusun bir boyutu olduğu için o da sisteme girer. Teknik unsurlarla temasında devlet de boyutunu değiştirir. Ekonominin temel hedefleri önce değişikliğe uğratılır ama potansiyel olarak hep orada olan gurur ve güç unsurları sonuçta daha vahşi bir biçimde ortaya çıkar. Mütevazı insani motifler artık önemli değildir. Kendilerini böyle şeylerle doldurmak için teknik çok nötr, devlet de çok güçlüdür. Artık bir refah veya dağıtım meselesi değildir bu. Teknik sentezde ekonomi, efendi olarak düşünüldükten sonra (Marks sonrası) yine hizmetkâra dönüşür.
Siyaset ile ekonominin düellosu, siyasetin kaybolduğu, ekonominin de teslimiyete zorlandığı bir sentezle sonuçlanır. Bu sentez elbette henüz tam olarak gerçekleşmiş değil. Eski uluslardan biri olan Fransa, olan bitenin bile farkında değildir. Fakat Sovyetler Birliği bu senteze şimdiden çok yakınken, içine sürüklendiği büyük ölçekli ekonomik manevraların bir sonucu olarak ABD de hızla bu istikamete yöneliyor. Bunlar bir yana, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi yeni uluslar bu sentetik kompleksi kendilinden kuruyorlar. Teknik sentezi kararlı biçimde kucaklamamışsa kendi toplumuna Afrika nasıl yeniden hızla biçim verecektir -yeni bağımsızlığının gerektirdiği şeyi. Nasır, 5. Muhammed ve Castro, hepsi tam da bunu yapmaya çabalıyor.
Bunun sosyalizm olmadığını yukarıda belirttim. İnsani hedeflerin kaybolmasıyla, tekniklerin sırf ağırlığı sosyalizmi uygulanamaz kıldı. Üretim araçlarının sahipliği, merkezi sorun olmaktan çıkıyor. Bir teknisyenler aristokrasisinin ortaya çımasıyla birlikte toplumsal eşitlik bir mitosa dönüşüyor. Proletarya da kaybolmak yerine gerekli biçimde yaygınlaşıyor, bundan da kimse şikayetçi olmuyor. Sosyalizmin belli unsurları, örneğin sosyal güvenlik, ulusal gelirin yeniden dağıtımı, bireysel kazancın bastırılması varolmaya devam ediyor. Fakat bir sistem olarak değil, izole parçalar olarak varlıklarım sürdürüyorlar. Şimdilerde yaratılmakta olan tüm sentezlerde bu unsurların bulunacağı bile kesin değil. Varlıklarını sürdürmeleri verimli görülüp görülmemelerine bağlı. Bu değerlendirmeden kaçamazlar. Sosyalist motifler dışında ne varsa ona dayanan parçalı sosyalizmin mükemmel bir örneğini Fourastie sunuyor. O, bana göre doğru bir şekilde, tekniğin önemindeki artışla orantılı biçimde sermayenin önem yitirdiğini gösteriyor. “Bir teknik ilerleme döneminde sermayenin ücret değeri sıfıra doğru meylederken sermayenin fiziksel ürünü sürekli artar”. Elbette, sermayenin mutlak değeri meselesi değil bu. Yine de kapitalist kendi varlıklarının teknik gelişmeyle doğrudan orantılı biçimde değer kaybettiğini görür. Fourastie’nin mantığını tekrar etmeyeceğini, ki bana inandırıcı geliyor. Bundan başka, onun vardığı sonuç, birinci derecede önem taşıyor: iktisadi sorunun merkezi kaymaktadır. Hukuki sahiplik meselesi artık önemli değildir. Tartışma, artık, üretim araçlarına kimin sahip olduğu veya kârlan kimin aldığı üzerine değildir. İktisadi sorunun püf noktası uç noktaya, teknik gelişmeye kaymıştır. Gerçek tartışma, teknik gelişmeyi kimin destekleyebileceği, hazmedebileceği, entegre edebileceği ve gelişmesi için optimal koşulları sağlayabileceğiyle ilgilidir.
Anarşiyle her ne suretle olursa olsun bağdaşır yanı yoktur tekniğin. Doğasına aykırıdır bu. Ortam ve eylem teknikleştiğinde, düzen ve organizasyon empoze edilir. Teknik harekete kapılan devlet kendisinin ajanı olur. Bu yüzden teknik, kapitalizmin yıkılmasında en önemli faktördür; kitlelerin ayaklanmasından çok daha önemlidir. İnsanların ayaklanması, kapitalizmin yıkılışına ancak eşlik edebilir, ona ilişkin düşünce üretebilir. Sosyalizme gelince, nihai sonuç hâlâ fark edilemez durumdadır. Olumsuz manada olanın dışında bir tahmin yapmak da mümkün değildir.
Ekonomik merkezileşme, insani nedenlerle eleştirilmiştir. Jean François Gravier, harekete tümüyle teknik nedenlerle saldırmış, ademi merkezileşmenin (hiç değilse nüfusunkinin) eğer toplum dengede kalacaksa gerekli olduğunu göstermeye çalışmıştır. Gravier’in tezi şu şekildedir: Teknik, nüfusun, büyük şehirler gibi gelişmiş ekonomik potansiyele sahip geniş alanlara yayılmasını sağlar. Yayılmanın mevcut sağlık sorunlarına tabi olması, topluluklara bunaltıcı bir maliyeti sözkonusu olmayacaktır (Paris’te mukim birinin devlete maliyeti, Vendee’de oturan birinden beş kat daha fazladır). O halde bu tez, yeni teknik gelişmeye dayanıyor. Fakat üç itiraz sözkonusu: Güçlü bir planlı ademi merkezileşme organizasyonu olmaksızın ademi merkezileşme mümkün değildir. Böyle bir organizasyon genellikle ekonomik organizma düzeyinde değil birey düzeyinde işler. İkinci olarak, nüfus yayılması, nüfusun kırsal çevreye gerçek bir yayılmasından ziyade kırsal bölgelerin kentleşmesine yol açabilir. Üçüncü olarak, bu tez, sadece teorik bir ihtimali temsil ediyor, gerekli bir hareketi değil.
Fiili tecrübenin tezi yanlışlar gibi olduğunu kabul etmeliyiz. 1955’ten bu yana Paris ile sanayi kompleksini ademi merkezleştirmeye matuf ciddi ve yoğun bir hareket vardır. Şu ana kadarki sonuç, altıyüz sanayi tesisinin bölgeyi terk etmesidir. Fakat sadece dört bin ücretli işçi vilayetlerde yeniden iskân edilmiş, buna karşılık ilgili tesisler tam işletmeye geçtiklerinde yerel olarak işe alman yetmiş beş bin işçi istihdam edecektir. Bundan başka, bu altıyüz tesisin yarısı Paris civarlarında yeniden yerleşmiştir. İlgili beş yıllık dönemde sadece Paris’te her yıl elli beş bin yeni iş yaratılmış, kentin nüfusu da yaklaşık yarım milyon artmıştır.
O halde ademi merkezileşme radikal bir aksama yaşamıştır. Bu aksamayı tahlil eden iktisatçılar, sanayileri merkezden uzaklaştırmak için idari, finansal ve kültürel ademi merkezileşme dahil topyekün bir ademi merkezileşmeyi harekete geçilmek gerektiği sonucuna vardılar. Ancak topyekün eylemi başarmak zor olur. Bunun için kesin ve yeterli teknik dürtüler yoktur. Dahası, otoriter tedbirlerle uygulanmak durumunda olacaktır. Devlet, yurttaşları, otoriter kararlara uyan otoriter cezalarla sınırlamak için harekete geçmek zorunda kalacaktır. Önerilen ademi merkezileşmenin, merkezi otoritenin büyük ölçüde büyümesine dayanmak zorunda olacağı kolayca görülmektedir.
Views: 22