39 Teknoloji Toplumu – Zaman ve Hareketin Değişmesi – Jacques Ellul

0
1362

Zaman ve Hareketin Değişmesi

Hemen hemen aynı şekilde teknik, insanın zamanını da değişikliğe uğratmıştır. Daha yakınlara kadar insanın zamanı ölçmeden pekala yapabilmesi, asla düşünmediğimiz bir şeydir. Düşünmeyişimiz de teknik tarafından ne derece etkilendiğimizi gösterir. Eskiden zamanı ölçecek hangi araçlar vardıysa zenginlere aitti ve 14. yüzyıla kadar gerçek zaman veya hayat üzerine bir etkisi olmadı. O zamana dek, saati yaklaşık olarak çan veya zillerle gösterecek derecede olmayan mekanik saat vardı. Saat kulesi, kendini yüzyılın sonuna doğru gösterdi. O zamana kadar zaman, hayatın ihtiyaçları ve olaylar tarafından belirlenmekteydi. En fazla, hayat beşinci yüzyıldan beri kilise çanlarınca ölçülmekteydi. Fakat bu düzenleme psikolojik ve biyolojik bir tempoyu izliyordu. İnsana rehberlik eden zaman tabiatın zamanına uyuyordu. Maddiydi, somuttu. Saatlere, dakikalara ve saniyelerle bölündüğünde soyutlaştı -muhtemelen 14. yüzyılın sonlarına doğru. Kesin bölümlemeleriyle bu mekanik saat türü yavaş yavaş makinelerle birlikte insan hayatına nüfuz etti. İlk özel saatler 18. yüzyılda göründü. O andan itibaren, hayatın ve tabiatın geleneksel ritimlerinden ayrılan soyut bir ölçüydü zaman. Sırf nicelik haline geldi. Fakat hayat zamandan ayrılamaz olduğu için hayat da yeni kılavuz ilkeye teslim olmak zorunda kaldı. Bundan böyle hayatın kendisi makineyle ölçülür oldu; organik işlevleri mekaniklere tabi oldu. Yemek yemek, çalışmak ve uyumak makinenin emrine göreydi. Organik dizilerin ölçüsü olmuş olan zaman parçalanmış, ayrılmıştı. İnsan hayatı bir bütün olmaktan çıktı, aynı birey tarafından yapılıyor olmanın dışında bir bağlantısı olmayan bir faaliyetler kümesine dönüştü.  Mekanik soyutlama ve katılık, varolmanın tüm yapısına işledi. “Soyut zaman, yeni bir ortam, yeni bir varoluş çerçevesi oldu”. İnsanoğlu bugün hayatın özünden ayrılmıştır. Zamanı yaşamak yerine, zaman tarafından bölünmüş parçalanmıştır. Saati kültürümüzün en önemli makinesi saymakla Lewis Mumford haklıdır. Eylem hızı ve insanın günlük hayatındaki faaliyetleri etkileyen koordinasyonu sayesinde saatin modern gelişme ve verimliliği mümkün kıldığını söylerken de haklıdır. Tüm çalışma organizasyonu ve hareketin incelenmesi saate dayanmaktadır.

Zaman ve mekanla birlikte tekniğin derinlemesine değiştirdiği hayatın üçüncü bir genel, maddi olmayan unsuru daha vardır ki o da harekettir. Burada da aynı süreci görüyoruz. Hareket, hayatın spontane ifadesidir, görünen biçimidir. Canlı herşey, kendi davranışlarını, yönelimlerini, hareket ve ritimlerini kendisi seçer. Dışarıdan bakıldığında, belki de, bir canlının hareketlerinden daha kişisel başka bir şey yoktur. Sadece bireysel şeylerin hareketleri vardır.

Ancak teknik meseleyi çok farklı ele alır. Gilbreth’in ustalığı, bir bireyin fikirlerini analiz etmeyi ve böylece onları soyutlaştırmayı kapsıyordu. Artık hareket halinde bir varlık yoktu, bir nokta vardı. Bir hareketler dizisi değil, soyut zaman ve mekanda bir eğri, bir yörünge vardı. İnsan faaliyetlerinin birbirlerine belli benzerlikleri olduğu ve bunları ahenklileştirmekle hareketlerine dair kesin yasalara ulaşmanın mümkün olduğu doğrudur. Ayrıca, hareket halindeki her insani yetenek, herkeste ortak olan bir temel ilkeler kompleksine dayanır. Bu nedenle, sadece bunları yöneten yasaları değil, kesin yörüngelerini de belirtmek mümkündür. Bu, önce hareketin soyutlanmasını, sonra da analizini varsayar. Hareket, biçimi fevkalade görünsün diye ayrı boyutlara ayrılır. Bu analizin yalan sonucu, hareketin kişisel ve içsel hayattan tamamen ayrı düşmesidir. Teknik analiz, insan eylemlerinin etkin nedenine yoğunlaşır ve insan kişiliğini ifade eden her şeyi ikincil olarak eler. Eylem, onu yapan kişinin gerçek bir işlevi değildir artık. Tek kriteri haline gelen soyut ve ideal sembollerin bir işlevidir.

Kendimizi bilimsel incelemeyle sınırladığımız müddetçe hareketi analiz etmeye yönelik bu girişimler tümüyle kabul edilebilir. Fakat somut gerçeklik sözkonusu olduğunda bu girişimler nafile sayılmalıdır. Bununla birlikte, bu analizler çok geçmeden zorlayıcı güçlerini gösterdi ve giderek artan ölçüde işçilerin pratik hareketlerinin değiştirilmesine uygulandı. Sanayide bu hareketlerin düzenlenmesi meselesi iyi bilindiğinden benim burada anlatmama gerek yok. Fakat bu tür düzenleme, kol emeği alanı dışında zemin kazanıyor. Modern hızın hareketi soyutlaştırdığını, sırf insani olduğu için kusurlu hareketleri artık hoş görmediğini anlamak için Paris’in bir sokağındaki şaşkın, panik içindeki yaşlı insanlara şöyle bir bakmak yeterlidir. [/blockquote]Teknolojik toplumumuzun tüm makineleri, artan bir şekilde, Gilbreth’in yörüngelerinde tanımladığı mükemmel hareketleri varsayar. Makinelerimiz ne kadar hızlı işlerse, o derece mükemmel olmalıdırlar. Onları keyfi olarak kullanma lüksüne de o derece az sahip oluruz. Evlerimiz- deki makineler için olduğu kadar sokakta gördüğümüz makineler için de doğrudur bu. Hareketlerimiz, makinelerin yaklaştığı kadar mükemmelliğe yaklaşmalı, sayıca da artmalıdır. Hareketlerimiz, artık kendi kişiliklerimizi ifade etmek durumunda değildir. Modern hızın hareketi soyutlaştırdığını, sırf insani olduğu için kusurlu hareketleri artık hoş görmediğini anlamak için Paris’in bir sokağındaki şaşkın, panik içindeki yaşlı insanlara şöyle bir bakmak yeterlidir.

Bu dönüşümlerin insanoğlu üzerindeki nihai etkilerini henüz bilmiyoruz. Bunları incelemeye daha yeni başladık. Çevresindeki her unsurun şiddetle sarsılması insanda tam olarak neyi değiştirmektedir? Bilemiyoruz. Fakat şiddetli değişimlerin yaşandığını biliyoruz ve nevrozların gelişiminde ve çağdaş edebiyatın bize tanıttığı yeni davranışlarda bunları önceden seziyoruz. Kendisi olmaktan çıkan modern insan, sadece endişeli olduğu zaman değil mutlu olduğu zaman da bu olgulara tanıklık etmektedir. Son on yılda, tekniğin kendisi için yarattığı ortama psikolojik, ahlaki ve hatta biyolojik açıdan insanın gerçek bir şekilde adapte olma kapasitesinin bulunmadığını gösteren bilimsel araştırmalar çoğalmaktadır. Sanayi işinin getirdiği zihinsel ıstıraplar ciddi incelemelere tabi tutulmuştur. Fakat başka türlü makinelerle (örneğin otomobiller, televizyon) veya genel olarak teknisyenin hayatıyla temas göründüğü kadarıyla aynı etkileri doğurmaktadır. Semaines medicales de Paris’in Kasım 1960 sayısı, dünyanın her yanından 4.000 doktorun sağladığı bilgilere dayanarak, modern şehir hayatının getirdiği ve urbanitis diye adlandırılabilecek çok karmaşık bir yeni hastalığın bir incelemesini sunuyor.

Kimi araştırmacılar daha şimdiden insanın çevresine daha iyi uyum sağlaması meselesine dalmış durumdalar. Örneğin, insana “makineyi asimile etme”, makinenin derslerini asimile etme veya makinenin insanın bir parçası olmasının araçlarını verme gereğiyle ilgileniyorlar. Böyle bir asimilasyon olmadan makineyi aşmanın veya yeni bir toplum biçimine ulaşmanın imkansız olduğu genel kabul görmektedir. Asimilasyon, insanı konu alan ve beşeri bilimler denen bilimlerin temel hedefidir.

Bundan başka, bir tür amortisör takmak suretiyle insanı korumak da gerekir. Tekniklerin saldırısına karşı ancak bir başka teknik etkili koruma sağlayabilmektedir. Bu koruma, beşeri bilimlerin ikinci amacıdır. Beşeri bilimlerin yardımıyla makineyi aşmak suretiyle gerçek bir insani medeniyet kurma umudunun makul olup olmadığını daha sonra ele alacağız. Bu noktada, yeni insani tekniklerin oluşturulması için hem gerekçe hem de talep olarak sunulanın tam da bu hastalığa teşhis koyma ve tedavi etme ihtiyacı olduğunu belirtmekle yetinelim.

Views: 42

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz