Gadamer ve Hermenotik: Hermenotik Anakronizme Çare Olabilir mi?
Anlam arayışında tüm bir tarih, geçmiş, gelecek ve şimdi, hakikat arayışının tarihi olarak adlandırılsa yeridir. Hakikat nedir ve insan neden onu arar. Elbetteki insanla ve özellikle tek tek insan bireyi ile ve onun ilgi ve temayülleriyle belirlenen bir hakikat bu. Aslen her bireyin bir hakikat algısı vardır ve bu hakikat çok da somut bir şey değildir. Görme ve algılama ya da başka bir tabirle okuma yani yorumlama biçimi ile ilgilidir. İnsan teklerinin cemaat ya da toplum içinde yaşıyor olmaktan hareketle edindikleri kültürel kod ya da oluşları onları bir arada tutan ve aynı zamanda iten bir etki ile sürer. Bu gerilim içinde okunan ve yorumlanan bir dünya mevcuttur. Okunan ve yorumlanan bu kodların farklı tezahürleri bir hakikat arayışını beraberlerinden getirir.
Farklı bakış açılarının ortak bir noktada buluşma ve anlamların gerçeğinin kendi yorumunda bulma çalışmasıdır anlam bulma çalışması.
Mesele yazılı metin olduğunda sözden ve yüzyüze ilişkinin özneler arasındaki ilişkiyi dolayımsız kılmasındaki üstünlüğünden – yüz, göz ve atmosferin ve mimiklerin farklı dillerin bütünlüğü olduğunu belirtmek gerekir – eser kalmamış ve sadece düz metinle karşı karşıya kalmışız demektir. Bu durumda hakikate ulaşmada hermenotik çalışma daha anlamlı hale gelmektedir. Sözkonusu metim eski bir metin olduğunda durum daha da karmaşıklaşmakta anlam ve metinde ifade edilen, ifade eden, metni okuyan ve yorumlamaya çalışan özne arasında anlam soruşturması başlamak durumundadır. Burada etkin olan sadece okuyan öznedir. Yani elimizdeki metnin aktif tarafından bir tek ben varım demektir bu.
Gadamer bunu “kendimizi konuşlandırmak” olarak ifade eder: “Kendimizi yerleştirerek/konuşlandırarak” ifadesiyle kastettiğimiz şey nedir? Kesinlikle kendimizi bütünüyle hesap dışı bırakmamız değil. Aksine kendimizi tam da bu ötekinin durumuna yerleştirmemiz gerekir.”[1]
Öteki dediği ise pasif olan özne yani metni yazan ya da ifade eden olarak görünür. Özne kendini yok sayamaz aslında. Öznellik yok sayılarak doğruya varılamaz hem de metni ya da fenomenleri anlamak mümkün değildir.
Hakikate giden yolda ilk veri gerçek olan metin ve onda kendini bize açmaya çalışan simgelerdir. Bu metin vasıtasıyla öteki ile iletişim içerisindeyizdir. Bir metinde bu simgeler, alfabe, dil, gramer ve onun kendi içindeki mantık olsa gerektir. Bu mantık bize saçma, iyi, kötü, doğru, yanlış, hatalı, isabetli, hiç ve tamamlanmışlık vb. gibi yargıları aktif öznenin kültürel oluşu ile beraber bize sunar.
Amaç doğru ve güvenilir bilgiye varmak olunca bunu mutlak olarak başarmak imkansız gibidir. Gadamer bunu aktif öznenin önyargılarından hareketle imkansızlığına işaret eder. Buradaki önyargı edinilmiş sabit fikir anlamında değildir. Aslında dil, kültürel ve ahlaki normlar vb. gibi edinilmiş ve kişiyi var eden haller birer ön yargılardır.
Hermenotik kaba anlamıyla yorumbilim olarak ifade edilse de bilim değil ama yöntem olduğu fikri zannımca daha doğrudur. Kimi yerlerde yorumsama olarak adlandırılan bir disiplindir. Bizdeki karşılığı tam olmasa da tarihsel süreç içinde önce mana, sonra tevil ve en son tefsir olarak karşılanan anlama yöntemi olarak ifade ediliyor.[2] Tefsir (exegesis) esasen ilahiyata dayanan kutsal metinleri anlamak için ortaya çıkmıştır. Hermenotik ise bunun yöntemi olarak görülüyor ve bugün özellikle hermenotik kutsal metin dışı metinleri anlamak ve yorumlamak için başvurulan yöntem olarak görülmektedir. Hermenotik aynı fikirde olma değil ama anlama çabasıdır.
“Gadamer, Heidegger’i takib ederek Hermenotik’in insanın anlamasının genel bir felsefesi olarak ifade eder. Dünya’da herhangi bir şeyi anlamak kişinin bir metne anlam vermesine benzer bir anlamlılık olarak görmektir”[3] der Raider Malik.
Hans-Georg Gadamer’in Hakikat ve Yöntem’ini Türkçeye kazandıran Hüsamettin Arslan ve İsmail Yavuzcan kitaba dair yazdıkları önsözde “Türkçe tercüme adına burada söylenmesi gereken şeylerden biri, belki de en önemlisi, bugüne kadar “insan bilimleri/sosyal bilimler” diye karşılanmış olan Geisteswissenschaften kavramını “anlam bilimleri” diye karşılamış”[4] olduklarından bahseder. Hermenotik, anlamaya yönelik bir eylem olarak da anlaşılabilir. Nitekim Gadamer “Hermenotikle, haklı olabileceği inancıyla ötekini dinleme yeteneğini kastediyorum” der. Dinlemek anlamaya yönelik bir çabadır. Burada kastedilen konuşan, bir özne, metin, kutsal metin vb. de olabilir.
Feminist Interpretations Of Hans-Georg Gadamer isimli kitabın içinde yer alan, Why Feminists Do Not Read Gadamer adlı eserinde Lorraine Code, Gadamer’ın hermonitiği “anlamayı başarmak için tarihsel olarak bilinçli bir çalışma pratiği, bir yorumsama olarak önerir. Örnek araştırma modellerini insan bilimleri, özellikle, tarih ve sanatın tarihteki yerinden verir,”[5] demekle anlama faaliyetinin yöntemi olarak hermenotiğe işaret eder.
Filoloji ve tarihsel bilimlerde hermenotiği ise egemen olarak ele geçirme ve kendine mal etmeden aksine kendimizi, metnin iddiasına tabi kılmaktan bahseder Gadamer. “Yasanın iradesini ya da Tanrı’nın vaadlerini yorumlamak kesinlikle bir egemenlik formu değil, hizmet formudur,” cümlesinden “Kur’an Allah kelamı olduğundan hermenoytik doğru değildir” diyebilen zevata uygun bir yanıt vermenin kapısını açar bize.
“Onlar geçerli sayılan şeyin hizmetindeki –uygulamayı da içeren – yorumlardır. Bizim tezimiz aynı şekilde tarihsel hermenoytiğin de icra etmesi gereken bir uygulama görevinin bulunduğudur; çünkü o da anlamın geçerliliğine hizmet eder. Bu göreviyle o açıkça ve bilinçle yorumcuyu metinden ayıran zaman mesafesini kapatır ve metnin maruz kaldığı anlam yabancılaşmasını yok eder.”[6]
Yorumcu tarihsel sürecin bir noktasında yaşayan ve faal olan, tarihin bir parçasıdır, oradan gelmiş ve bugün, burada olan aktif öznedir ve bu özne varlık olarak tarihsel süreçten kopmamış, başka bir dünyadan gelmemiştir. O tarihin içinde ve süreçte gelinen bir aşamada geriye dönüp bakarak bugünü birleştirme eyleminde bulunandır.
“Gerçek tarihsel düşünüş kendi tarihselliğini hesaba katmalıdır. Ancak o takdirde geliştirici bir araştırmanın nesnesi durumundaki tarihsel nesnenin hayaletini kovalamaktan kurtulacak ve bu nesneyi kendisinin muadili olarak görmeyi ve her ikisini de anlamayı öğrenebilecektir. Hakiki tarihsel nesne hiçbir şekilde bir nesne değildir; biri ile ötekinin birliği, hem tarihin gerçekliğini hem de tarihsel anlamanın gerçekliğini oluşturan ilişkidir.”[7]
Çevirmenler Gadamer’in anlamaya yönelik öznenin nesnesiyle ilişkisinde imkansız bir duruma temas ettiğinden bahsederler:
“Şöyle söyler Gadamer: “Anlama teorisi asla sonunda “nesnesinin” tam bir kavrayışına ulaşmayı başaramaz. Nedeni temel tezidir: Fiilen anladığımız şeyi tam anlamıyla kavramlaştırmaya ve metodize etmeye çalışırken daima çok geç kalırız. Anlama asla fiilen temellendirilemez; çünkü anlamanın bizatihi kendisi daima zaten üzerinde durduğumuz temel, üzerinde durduğumuz zemindir.”[8]
Bu imkansız bir şeydir. Yorumcu nesnesinin yerinde olamaz. İmkansız olan nesnenin (bir diğeri, metin, insan, nesne vb.) anlaşılma ihtimali değildir. Bu aslında bilinemez. İmkansız olan onun yerinde olmaktır. Anlama çabası değişik boyutlarıyla yeni çıkarımlarla hakikate başka noktalarda temas edebilir. Ama işaret edilenden emin olunamaz.
Gadamer, D’Alambert’e tamamen katıldığını ifade eder:
“D’Alembert şunları yazdığında doğru fikri dile getirir: ‘Muhtemellik ilkece, nedenlerini ortaya çıkaramadığımız için bir tür şansa yorduğumuz tarihsel olguların durumunda, yani genelde bütün geçmiş, şimdiki ve gelecek olaylar için geçerlidir. Nesnesi şimdi ve geçmiş olan bu bilgi, yalnızca tanıklıkta temellendirilse de, genellikle bizde aksiyomlardan doğan kanaatler kadar güçlü bir kanaat üretir.’”[9]
Önyargı ve Hermenotik
Gadamer’in önyargı kavramına vurgusu belki de Heidegger’den başlar. Ona göre Hermenotik daire bir fasit daire değildir, bir bilme imkanını bize sunan bir yöntemdir. Buradaki asıl görevimizin ön-niyet[ Vorhabe/fore-having], ön-görüş [Vorsicht/fore-sight] ve ön-anlayışın [Vorgriff/fore-conception] zihnimizde yaratılmış kavramlar ve popüler anlayışlarca engellenmesine mani olmak ve şeyleri kendilerine göre ela almayı temin etmekolduğunu belirtir.[10]
Gadamer ise bundan hareketle bir şeyi anlama çabası içinde olan yorumcunun “kendi arızi ön-anlamlarına” teslim olmaması, metnin kendisine bir şey söylemesine hazır olması gerektiğini, metnin farklılığına duyarlı olmasını ama bunun “nötr” olmak ve yorumcunun kendisini ortadan kaldırması anlamına gelmediğine işaret eder. Önemli olanın yorumcu ön-yargılarının farkında olmalıdır ki metin kendini çıplak ötekiliği ile sunabilsin; kendine özgü hakikati açıkça sergileyebilsin. [11]
Buradaki “ön-yargı”yı ise “kesinlikle yanlış yargı anlamına gelmez; hem pozitif hem de negatif değere sahip olabilecek bir düşünce unsurudur” diye tanımlar.[12]
Önyargının oluşmasını ve kişinin kendini tanımasını iç gözlemden önce toplum, aile ve içinde yaşanılan hale bağlar. Bunu “tarih bize değil, biz ona aitiz” cümlesi ile ifade eder. Hele ki “öznelik odağı bozuk bir aynadır” cümlesi önyargının negatif ve pozitif yanını bir cümlede ifade eder durumdadır. Aynı paragrafta kişinin kendinin farkına varmasını “kapalı devre bir kıpırtı” olarak görür ve bundan dolayı “bireyin varlığının tarihsel gerçekliğini oluşturan şey, yargılarından çok önyargılardır” cümlesi ile tamamlar.[13]
Hermenotik, bir problem için uğraşmadır. Aydınlanmayı aklın mutlaklığını savunmasını da önyargı olarak görür ve insanın sınırlı, mutlağa erişemeyecek insan tasavvuruna sahip isek meşru önyargıların da olduğunu ve önyargı kavramını rehabilite etmek gerektiğini ifade eder.[14]
Aynı sayfada meşru önyargıların neye dayandığını sorar “Önyargıların meşruiyetinin temeli nedir? Meşru önyargıları – aşılmaları eleştirel aklın reddedilemez görevidir – sayısız başka önyargıdan ayıran şey nedir?”
“Önyargıların “otoriteden” doğan önyargılar ile “acelecilik”ten doğan önyargılar olarak ayrımının Aydınlanma’nın temel önkabülüne, aklın metodolojik bakımdan disipline edilmiş kullanımının bizi her hatadan koruyacağı önkabülüne dayandığı açıktır. Aslında bu Descartes’ın yöntem fikriydi. Acelecilik kişinin kendi aklını kullanımından doğan hataların kaynağıdır. Fakat otorite, kişinin hiçbir şekilde kendi aklını kullanmamasının sorumlusudur. Bu yüzden söz konusu ayrım otorite ile aklın karşılıklı olarak birbirini dışarıda bırakan antitezler olmasına dayanır.”[15]
Hermenotik durumu ise hayatta edindiğimiz ve şimdiye gelen önyargılara bağlar. Buradan şimdinin ufku dediği aşamaya geçer. Bir ufuk kavramı vardır Gadamer’de. Bu ufuk ilerde olan görünmesi imkansız olan ama gördüğümüz anda halen o ufkun varlığını sürdürdüğü bir durumdur. Ve ekler,
“Fakat bu durumda şimdinin ufkunun değişmez bir kanaatler ve değerlendirmeler takımından ibaret olduğunu ve geçmişin ötekiliğinin değişmez bir temel olarak ondan hareketle ön plana çıkarıldığını/ onda temellendirildiğini düşünme hatasından kaçınmak önemlidir.”[16]
Bu aşamada yazının başında temas ettiğimiz ve anakronizm olarak ifade ettiğimiz aşamaya gelmiş durumdayız. Yorumcu, metne ya da fenomene bakarken tarafgirlik sendromuna yakalanabilir. Bu ideoloji, inanç ya da bir şeye duyulan aşırı sevgiden kaynaklı tarafgirliktir.
“Tarafgirlik/taraflılık artık anlamanın bireysel sınırlanması anlamına gelir sadece. ‘Kişinin kendi düşünce alanına yakın olan şeyi tek-yanlı tercihi.’”[17]
Yorumcunun düşündüğü şeyi belirleyen önyargılarının tarafgirlikten kaynaklı olması doğrulanmamış önyargı olmasına delalettir. Ama bilgi kaynaklı bir önyargının olduğu durumlarda otorite kavramı devreye girer, diyor Gadamer.[18]
Bu durumda “Yorumcunun bilincini işgal eden önyargılar ve ön-anlamlar onun özgür tanzimine amade değildir. Yorumcu anlamayı mümkün kılan verimli/üretici önyargıları, anlamayı engelleyen ve yanlış anlamalara götüren önyargılardan, önceden ayıramaz.”[19]
Hermenotikte Otorite Problemi
Yorumcu eğer belli bir otoritenin etkisi altında ise orada ortaya çıkabilecek problemlerden biri elbette anakronizmdir. Otoritenin yaratmış olduğu prestijin etkisi yorumcunun önyargısının kaynağı olabilir. Bu otorite mutlak olarak yanlışa götürmeyebilir. Bu minvalde bir Aydınlanma eleştirisi de geliştirir Gadamer.
“Aslında otoritenin reddi Aydınlanma’nın kurumlaştırdığı biricik önyargı değildir. Aydınlanma aynı zamanda otorite kavramının bizatihi kendisini de tahrif etmiştir. Aydınlanmacı akıl ve özgürlük anlayışında temellendiğinden, otorite kavramı akıl ve özgürlük kavramına bütünüyle tezat bir kavram – aslında kör itaat – olarak görülebilirdi. Bu onun, modern diktatörlüklerin eleştirisinin dilinde rastladığımız anlamıdır.” [20]
Gadamer otorite anlayışını başka bir şekilde izah etmektedir. Aydınlanma’nın “modern diktatörlükleri” eleştiren bakış açısını reddetmemekle beraber o, otoritenin özünün kişilerden kaynaklı olduğunu ve bu kişilerin aklı köleleştiren ve aklı reddeden bir temayül değil bilgi ve kabullenmeye, rızaya dayandığını yani yargı ve öngörüde ötekinin kişiye üstün olduğu ve ayrıcalıklı olduğunun kabulüne dayandığını ifade eder.
“Otorite rızaya ve bu sebeple de bizatihi aklın sınırlarının bilincine varma başkalarının öngörülerine bel bağlama / güvenme eylemine dayanır. Bu anlamıyla otoritenin, doğru tarzda anlaşıldığında, emirlere körükörüne itaatla hiçbir alakası yoktur. Gerçekten de otoritenin itaatla alakası yoktur, fakat bilgiyle vardır.”[21]
İlginç bir çıkarımda bulunur. Der ki “Hakiki otoritenin otoriteryen olması gerekmez.”[22]
Bu otoritelerin başında gelenek gelmektedir. Gelenek, görenek ve ananeler bir ahlaki mod yaratır. Yaşamın her anına müdahil olan ve aslında yaşayan insanı yapan şeydir gelenek. Hasbelkader geleneğe karşı duran her kişi ve oluşum omnipotent ve omnipresent olan geleneği içinde, duruşunda ve oluşunda taşır. Her tür eğitim ve öğretim buna dayanır. Burada kimse kendi kendisinin efendisi, gelenekten bağımsız bir kişilik olamaz.[23]
Gelenek ve Önyargı
Gelenek sebep aramadan geçerli olandır. Sorgulanmadan kabul edilen ve kişiyi ve hatta kurumları yapan olarak görünür. Tavırlarımızı büyük ölçüde belirler.[24]
Bundan dolayıdır ki “Gelenek daima bir parçamız, bir örnek ya da model, bir kavrayış türüdür; daha sonraki tarihsel yargımız onu bir bilgi türü değil, aksine gelenekle en derin/ en sıkı ilişki kurma türü olarak görebilir.” [25]
İşte bu, bir önyargılar silsilesini oluşturur. Dilden, tavırlardan, ahlaki normlardan ve hatta coğrafyanın atmosferinden etkisini alan, tarihle beraber bugüne gelen bir önyargılar, öndeneyimler ve öndeğerler vasıtasıyla nesne, metin ya da ötekiye bakılmaktadır.
İlgi duyduğumuz tarihsel oluş ve gelenekle ilgili araştırmada soruları oluşturan şey geçmişin değil bugünün ve şimdinin alakalarıdır. Soru şimdiden kurulur. Yani bir tarih araştırması ilgili olduğu metin veya nesneye göre anlaşılmaz. Soru bugünündür ve bugünden gelir ve verilecek cevap ise bugünden hareketle geçmişi görmekle ilgilidir.
Gadamer, Schleiermacher’i izah ederken bir metni anlamak kendimizi yazarın zihnine yerleştirmekle olmaz, der. Ama kendimizi yazarın görüşlerini şekillendirdiği bakış açısına yerleştirmeye çalışabiliriz. Geleneğin tarihsel ufkuna yerleştirmeliyiz ki yanlış anlamalardan azade olmaya çalışalım. Yani yazarı, yazarın bakış açsına göre anlama çabasıdır bu.[26]
Heidegger ise anlamayı geleneğin hareketi ile yorumcunun hareketinin paslaşması-ilişkilenmesi olarak anlatır. Gelenek sadece bizi belirlemez. Onun içinde/o ve onla beraberiz ve hem etkisi içindeyiz hem de onu biz oluştururuz. Gadamer bu anlamda Heidegger’e katılır.[27]
Her metin kendi çağının ve geleneğinin ifadesidir. Öyleki kimi zaman metnin anlamı yazarı aşar ve yorumcu metni, ola ki, yazardan daha iyi anlayabilir.
“Fakat bu temel bir öneme haizdir. Metnin anlamı, sadece bazan değil, genellikle yazarını aşar. Anlamanın yalnızca röprodüktif (yeniden üretici) değil, aynı zamanda üretici bir faaliyet olmasının nedeni budur.”[28]
İçinde yaşanmakta olan gelenek ve tarihsel incelemenin etkisi ile karşılıklı etkiler dokusu sergileyen bir analizin oluşturulması gerektiğini söyler, Gadamer. Bundan dolayı, ona göre, tarihsel inceleme radikal yeni bir şey olmasa da insanın geçmişi ile ilişkide yeni bir unsurdur.[29]
Yorum, deneme, söz ve fikir, öznenin evrende hareket ettiği ve etkileşimler içinde kaldığı sürece sürekli bir devinim halindedir. Bu devinim ve hareket hali yorumun sonsuzluğuna başka bir delalettir. Derrida ile tartışmasında Gadamer, Hermenotiki “Ağzını açan her kim olursa olsun anlaşılmak ister; aksi halde kişi ne konuşur ne de yazar”[30] diyerek ifade eder. Anlama ve anlaşılma isteğidir konuşmak ve dinlemek.
“İnsani hayatın tarihsel akışı, onun asla mutlak şekilde tek bir bakış açısıyla sınırlı olmamasını ve dolayısıyla asla gerçekte kapalı bir ufka sahip olamamasını gerektirir. Ufuk daha ziyade bizim içinde hareket ettiğimiz ve bizimle birlikte hareket eden şeydir. Ufuklar hareket eden kişiyle birlikte değişirler. Bu yüzden – içinde yaşamakta olduğumuz ve gelenek formunda var olan – geçmişin ufku daima devinim halindedir. Kendisini kuşatan ufku tarihsel bilinç harekete geçiremez. Tersine, bu hareket onun içinde kendisinin bilincine varır.”[31]
Bunla birlikte o, tarihsel bilincin “kendimizi içine yerleştirmeyi öğrettiği değişen birçok ufuktan söz etmenin” doğru olmadığını da söyler. Bahsedilen her kişinin değişen, devinen bir ufuktur. Geçmiş ve şimdinin içinden akan ve metni, nesneyi gelenek, kültür ve oluşu ile gören bir ufuktur.[32] Anlama ise daima bir yorum olarak telakki edilir.
Hermenotiki hayatın temel özelliği olarak ifade ettikten sonra anlamak için önyargının gerekliliğine vurgu yapar Gadamer. Önyargı oluşturulamazsa anlamanın başlamayacağı, önyargının yanlış yargı olmayıp daima gözden geçirilebilecek geçici bir şey olacağından, anlamayı mümkün kılacağından bahseder.
“Bilinmeyen bir şeyleri ilk defa kavramaya çalışan biri önyargı ve bilindik kavramlar vasıtasıyla anlar. Örneğin Kant’ın ahlak yazılarında zor paragrafları anlamak için çaba sarf eden bir okuyucu Kant’ın onla ne demek istediğini anlayabilmesinden önce özgürlük kavramına sahip olmaya ihtiyacı vardır.”[33]
Gadamer metnin tüm anlamını anlama eğilimindedir. Önce ne söylendiğinin içeriğini anlamak ve sonra bir başkasının ne söylediğini anlamak gereklidir. Ne düşünüldüğü değil ne söylendiğinin anlaşılması dikkate alındığından dolayı bir metin saf yaşamın ifadesi olarak değil ama hakikate dair iddiasından dolayı ciddiye alınır.[34]
Alişan Şahin
[1] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. 60
[2] Hermenötik’in Anlam Dünyamızdaki Tekabülleri: Mana, Te’vil Ve Tefsir. Yrd. Doç. Dr. Ahmed İnam, Kur’an Ve Dil -Dilbilim ve Hermenötik- Sempozyumu, Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 17-18 Mayıs 2001
[3] (Hermeneutics and the History Of Political Thought, Reidar Maliks, S.174)
[4] S. XVI Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, Çevirmenlerin önsözü
[5] Feminist Interpretations Of Hans-Georg Gadamer, Why Feminists Do Not Read Gadamer, Lorraine Code, S. 4
[6] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. 69
[7] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. 52-53
[8] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. XVII, Çevirmenlerin önsözü
[9] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. 31 1. Cilt
[10] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, 2. Cilt, S. 4, S. 153
[11] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. 8-9, 2. Cilt
[12] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S.11, 2. Cilt
[13] Hans-Georg Gadamer, Truth and Method, S. 278
[14] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, 2nci Cilt, S. 20
[15] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. 21, 2. Cilt
[16] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. 61, 2. Cilt
[17] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. 22, 2. Cilt
[18] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. 23, 2. Cilt
[19] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. 47, 2. Cilt
[20] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. 23-24, 2nci Cilt
[21] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. 24, 2nci Cilt
[22] Burada bu mesleyi Habermas’la tartıştığını ifade ederek referans veriyor. “ Hermeneutik und Ideologiekritik, ed. Jürgen Habermas (Frankfurt, 1977)” Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. 24
[23] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. 25, 2nci Cilt
[24] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. 25-26, 2nci Cilt
[25] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. 27, 2nci Cilt
[26] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. 42, 2nci Cilt
[27] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. 45
[28] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. 48-49, 2nci Cilt
[29] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. 29, 2nci Cilt
[30] Alıntının alındığı kitap: “Confrontations: Derrida, Heidegger, Nietzsche” Ernst Behler, Stanfort UP, S. 144
[31] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. 59, 2nci cilt
[32] Hakikat ve Yöntem, Hans-Georg Gadamer, S. 60, 2nci Cilt
[33] Hermeneutics and the History Of Political Thought, Reidar Maliks, S. 174-175
[34] Hermeneutics and the History Of Political Thought, Reidar Maliks, S. 175-176
Views: 98