İnsanın yine eğlenebileceği ama burada da tekniğin tüm boşlukları doldurduğu son bir alan daha vardır. Spordan bahsediyorum. Spor, büyük şehirlerin organizasyonu tarafından şekillendirilmiştir. Şehir hayatının dışında sporun bizzat icadı düşünülemez. Kır “sporu” şehir sporunun basit bir taklidinden başka bir şey değildir ve spor diye bildiğimiz şeyin özelliklerinden hiçbirini taşımaz.
Spor terimleri İngilizcedir. Avrupa kıtası ulusları İngiliz sanayileşmesinin etkisi altına girdiğinde kıtaya sokulmuştur. Sanayinin ağırlık merkezi Birleşik Amerika’ya geçtiğinde Amerikan spor biçimleri egemen olmaya başladı. Sovyetler Birliği sanayileşmeye başladığında sporu geliştirmeye başladı. Orta Avrupa’da sporu örgütlemiş tek ülke Çekoslovakya, sanayileşmiş tek ülkeydi. Spor sanayiye bağlıdır çünkü sanayi hayatına karşı bir tepkiyi ifade eder. Gerçekte en iyi adetler işçi kesimi mahallelerinden çıkar. Köylüler, ormancılar filan proletaryadan daha enerjik olabilirler ama aynı derecede iyi atlet değildirler. Kısmen bunun nedeni, makinenin spor için gerekli kas yapısını geliştirmesidir. Köylünün kas yapısından çok farklıdır bu. Makine işi eylemlerin ve reflekslerin hız ve kesinliğini de geliştirir.
Spor ayrıca teknik dünyasıyla da ilişkilidir çünkü sporun kendisi bir tekniktir. Yunan atletleriyle Romalı atletler arasındaki muazzam kontrast malumdur. Yunanlılar için beden eğitimi, insan bedeninin biçim ve kuvvetini serbestçe ve ahenkli biçimde geliştirme ahlakıydı. Romalılar içinse, lejyonerlerin verimliliğini artırma tekniğiydi. Romalıların anlayışı bugün egemendir. Bir balıkçı, denizci, yüzücü, bisikletçi ile spor olarak balık tutan, denize açılan, yüzen, bisiklete binen insanlar arasındaki farkı herkes bilir. Sonuncular teknisyendirler. Jünger’in dediği gibi, “faaliyetlerinin mekanik tarafını mükemmeliyete taşıma eğilimindedirler”. Eylemlerin bu mekanizasyonu, spor malzemelerinin mekanizasyonuyla (kronometreler, start makineleri filan) birlikte olur. Zamanın bu kesin ölçümünde, kasa dayalı hareketlerin mükemmel eğitiminde ve “rekor” ilkesinde sanayi yaşamının gerekli unsurlarının sporda tekrar edilişini görüyoruz.
İnsanoğlu burada da bir tür makineye dönüşür. Makine kontrolündeki hareketleri bir teknik olur. Bu teknik medeniyet bu mekanizasyondan kazançlı çıkar. Sporun kendisine dayattığı disiplin sayesinde birey de sadece tabi olduğu çeşitli zorlamalardan rahatlama görmekle kalmaz, farkında olmadan kendisini yeni zorlamalar için eğitir. Bildik bir süreç tekrarlanır: gerçek oyun ve eğlence, havayla suyla temas, doğaçlama ve kendiliğindenlik, hepsi kaybolur. Bu değerler, verimlilik, rekorlar ve katı kurallar uğruna kaybolur. Spor eğitimi kişiyi, bedenini kullanmaktan ve kazanmaktan kaba bir haz almanın dışında bir şey bilmeyen bir aygıt parçası yapar. Ancak en önemli şey birkaç uzmanın eğitilmesi değil, sporculuk zihniyetinin kitlelere yayılmasıdır. İzleyici sporlarının sırf pasifliğine şiddetli bir tepki anlamına geldiği ölçüde iyi bir şeydir bu. Fakat olağan sonuç, giderek daha fazla masumun sinsi bir tekniğe entegrasyonudur.
Spor yapmanın yol açtığı totaliter kafa yapısından bahsetmeye bile gerek yok. Önemli olan “ekip ruhudur” filan diye işitip duruyoruz. Teknikleşmiş sporun ilkin en konformist ülke olan ABD’de geliştiğini, daha sonraysa diktatörlüklerce, faşistler, Naziler ve komünistlerce, gayet tabi ki, totaliter rejimlerin ayrılmaz bir unsuru olarak vazgeçilmez ölçüde geliştirildiğini kaydetmekte yarar var. Kitle insanının oluşturulmasında spor gerekli bir unsurdur. Yerine göre, disipline edici bir faktördür. Bu işlevini de iki şekilde yapar. Kesinlikle totaliter ve teknik kültürle örtüşür. “Yeni” ülkelerde tekniğin yorumu ve sporun uygulaması görülüyor. Otoriter devletler, yurttaşlarını konformistlere ve kitle insanına dönüştürmede teknikleşmiş sporu sonuna dek etkin biçimde kullanır. Spor kelimesini hiç duymamış ülkelerde şampiyonlar yetiştirmeleri, komünist devletlerin övündükleri şeylerden biridir. Totaliter toplumun bir etkisidir bu ama onun eylem biçimlerinden birini de temsil eder. Akla gelebilecek her açıdan spor, teknik ruhun bir uzantısıdır. Mekanizmaları kişinin derinlerdeki hayatına erişir, tekniğin bir fonksiyonu olarak (ahenk, haz veya manevi bir iyiliğin gerçekleşmesi gibi tekniğe yabancı kimi geleneksel hedefin bir fonksiyonu olarak değil) bedeni ve hareketlerini dönüştürür. Başka şeylerde olduğu gibi sporda da faydasız bir şeyin varolmasına imkân tanınmaz. Her şey faydalı olmalı, teknik açıklamalar üretmelidir. Spor, bir sapma olmadan, asıl işini bitirdikten sonra işçiye rahatlama ve kafa dağıtma imkânı sağlayan mekanik geleneği sürdürür. Öyle ki hiçbir zaman şu veya bu teknikten bağımsız olmasın. Teknik toplumun vatandaşı, büroda veya fabrikada karşılaştığı ruhu, ölçütleri, ahlakı, eylemleri ve hedefleri, kısacası tüm teknik yasa ve görenekleri aynen sporda da bulur.
Views: 119