Toplumsal Ekoloji ve Ekofaşizm
1980’lerin ortalarından itibaren insan merkezli bir teori olan toplumsal ekoloji ile bağlantılı Murray Bookchin gibi kimi yazarlar derin ekolojiyi “ekofaşizm” ve Hitler’in “Nasyonal sosyalist” hareketi ile bağlantılandırma girişim içindedirler. 1987 tarihli “Social Ecology Versus ‘Deep Ecology’” adlı eseri Amherst Massachusetts’te ABD Yeşillerinin Ulusal Buluşması’na onun ayrılık yaratan, anti-komünist, hizipçi konuşmasına dayanır (ör. folk şarkıcısı Woody Guthrie “Merkeziyetçi bir Komünist Partisi taraftarı” olarak reddedilmiştir). Bookchin’in bu denemesinde ekofaşizm ve Hitler ile derin ekolojinin işbirliğine dair pek çok gönderme vardır. Daha genel olarak ifade edersek Bookchin’in bu makalesinde derin ekoloji “zehirli bir ideolojik çöplük”tür.
Bookchin’in denemesi derin ekolojinin gerici bir hareket olduğu bakış açısını gösteriyordu. Acı ve kendi kendini onaylayan tonuyla derin ekoloji ve toplumsal ekoloji arasında gerekli olan entelektüel değiştokuşu zehirlemeye hizmet ediyordu. Bu deneme, derin ekolojiye kökten bir karşıtlıkla, Bookchin’in toplumsal ekolojisinin insanlık için önemli bir görevi olduğunun da çerçevesini çiziyordu. İnsan düşüncesi “doğanın kendini bilinçli hale getirmesi”dir. İnsanlığın zorunlu hedefi doğayı bilinçlice değiştirmek ve (büyüklenerek) “biyotik çeşitliliği bilinçlice artırmak”tır. Bookchin’e göre toplumsal düzenlemeler (insanlığın hedefi (toplumsal ekolojide görüldüğü gibi) gerçekleştirilir ya da gerçekleştirilmez) çok önemlidir. Bu toplumsal düzenlemelere hiyerarşik olmayan toplum, karşılıklı yardımlaşma, yerel ekonomi, komünalizm vb. dahildir ki bunların hepsi anarşist geleneğin bir kısmında görülebilir. Toplumsal ekoloji için insanlık ve uygarlığının intibak edeceği ve içinde var olacağı doğal hukuk yok gibi görünür. Temel toplumsal ekolojik görüş açısı insan müdahaleciliğidir. Doğaya insanlığın çıkarları için şekil verilebilir.
Bir diğer “iddia” derin ekolojiyi destekleyen öne çıkan birilerince kimi aşırı ya da tepkici ifadelere gönderme yapar. Örneğin, Bookchin, Dave Foreman’a bir “ekobrutalist” [ekozalim olarak çevrilebilir] der ve bunu tüm derin ekoloji taraftarları kuruluşlarına karalama maksadı ile kullanır. Foreman, Earth First!’ün en önemli kurucularından biridir. O kurulmasına yardım ettiği Wild Earth dergisinde ve Wildland Projesi’nde değerli ekolojik restorasyon çalışmasını yapmaya devam etmişti. Hepsinden öte önemli katkılar yapmaya devam ediyor. Asla merkez-sağ orijinal politik görüşlerini gizlememiştir. Harekette “solcu” olarak gördüğü ne var ise ona dair sağcı bakış açısını bilgisiz yorumlarla yazılarında dökmüştür. Çevre mücadelesinde sınıf bileşenleri olsa da çevre hareketi tüm sınıflardan insanları toplamıştır.
Bookchin’in Foreman hakkındaki yorumları (elbette toplumsal ekoloji lekesizdir ve özeleştiriye ihtiyacı yoktur!) onun çağdışı ve gerici eylemleri olduğu ya da Gandi gibi birinin dediklerine eşdeğer şeyler savunduğu şeklindedir. Bunu kullanmak onun devasa katkılarını ve ahlaki otoritesini reddetmektir. Gandi, Güney Afrika’da Boer Savaşında ve Zulu isyanında Hintlileri Britanya’nın tarafına almıştı; 1940’ta İkinci Dünya Savaşı’nda şaşırtıcı bir şekilde “Tüm Britanyalılara” Hitler’in onların kaderine dair ne isterse kabul etmelerini ve bırakmalarını; sadece ruhlarını ve akıllarını bırakmamalarını tavsiye ediyordu. Gandi’nin etkisi derin ekoloji hareketinde özellikle Arne Næss gibilerde orijinal ve devam eden bir felsefi esin olarak temel önemdedir. Bookchin denemesinde Næss’i “yüce Papa” olarak nitelendirip fikirlerini reddetmiştir.
Janet Biehl ve Peter Staudenmaier gibi toplumsal ekolojinin diğer sözcüleri bu garip çalışmaları devam ettirmişlerdir. (1995’te yayınlanan denemeler: Staudenmaier ve Biehl’in “Ecofascism: Lessons from the German Experience”, Staudenmaier’in “Fascist Ecology: The ‘Green Wing’ of the Nazi Party and its Historical Antecedents”; Biehl’in “‘Ecology’ and the Modernization of Fascism in the German Ultra-right” makalelerine bakınız.[Bu makale çevrilmiş olup itaatsiz.org’da bulunabilir]). Ortak makalelerinde Staudenmaier ve Biehl “Gerici ve dobra faşist ekolojistler “Dünya’nın insanlara üstünlüğüne vurgu yapmaktadırlar” diyorlardı. Derin ekoloji taraftarlarının çoğunun burada ayıplanıp tanımlanan şeyle hiçbir sorunu yoktur. Ama bu elbette bu yazarların vardığı noktadır.
Staudenmaier’in makalesi oldukça dikkatlidir ve nasyonal sosyalizmin ortaya çıktığında onun bazı ekolojik eğilimlerini ortaya koyuyor fakat son tahlilde derin ekolojiyi, doğa sevgisini ve gerçekten de ekoloji hareketini itibarsızlaştırmaktadır. Bookchin’den esinlenmiş bir gündemle onu yıkmaktadır. Staudenmaier’e göre “en başlangıcında ekoloji yoğun gerici bir politik çerçeveye bağlıydı.” Esasında bu deneme ekoloji hareketinin dışında yazılmıştır. Amacı hümanizm ve toplumsal ekolojinin üstünlüğünü ileri sürmek ve kötülemektir.
En kaba haliyle, açık havada ve şarkı, şiir, edebiyat ve felsefe ile “Vatanı” ve doğayı öven alman faşizminin kimi taraftarlarından dolayı; Nazi hareketinin bundan türediğinden dolayı ya da Hitler ve Himler gibi bazı önde gelen Nazilerin iddiaya göre “sıkı vejeteryan ve hayvan severler” olmalarından dolayı ya da organik çiftçiliği desteklediklerinden dolayı bir tartışma vardır. Bunların derin ekoloji taraftarlarının eğilimleri olduğuna bir “delil” olduğunu iddia ederler. Garip biçimde, benzeri bir iddia olan “nasyonal sosyalist”in “sosyalist”in bir parçası olduğu üretilmiyor. Bu, tüm sosyalistlerin faşizme eğilimleri vardır anlamına gelirdi! Bu iddiayla yazar Naziler ve Faşizmin esas odağının tüm toplumu seferber edenin endüstriyel/askeri yıkıcı bir güç olduğunu inkar etmektedir.
Hayvanlar, diğer insanlar ve bütün olarak doğa ile kimliklerin paylaşılmasına adanmış gerekli ruhsal dönüşümlerle oluşan kaygılar; zorla yapılmayan nüfus planlaması (sadece insanlık namına değil aynı zamanda ve daha önemlisi diğer türlerin Yerkürede yaşamaları ve uygun yaşam alanlarında çoğalmaları için zorunlu görünüyor), doğa sevgisi gibi derin ekoloji ile ilgili bazı iddialar toplumsal ekoloji tarafından nefretle karşılanıyor ve aynı biçimde bunun derin ekoloji taraftarlarının ekofaşizme doğru eğilimleri olduğu sanısını güçlendiriyorlar. Derin ekoloji taraftarları, kimi toplumsal ekolojistlerin kara çalmalarının aksine, nüfusun azalmasını ya da muhtemelen göç kontrolünü biyoçeşitlilik perspektifinin onarılması olarak görür. Ve bunun göçmenliğin kontrolü için çalışan faşistlerle bir alakası yoktur ya da bunun güya etnik/kültürel ya da ırksal saflık ya da milli kimliği korumak adına “yabancıları” sınır dışı etmekle bir alakası yoktur.
Sadece toplumsal ekolojide temsil edilen bir bakış açısı bu tehlikelerin üstesinden gelebilir diye açıklar toplumsal ekoloji yazarları. Bu yanlış olsa da, kişinin bu önemli teorik eğilimden bir şeyler öğrenebileceğine/öğrenmesi gerektiğine inanıyorum. Derin ekoloji, ekoloji merkezli bir dünya bakış açısına dayanan yeni ekonomik, toplumsal ve politik vizyon için bir potansiyele sahiptir. Bilinen tüm toplumsal ekolojistler ileriye yönelik olarak önerilerini sunuyor görünürken, geçmişteki insan merkezli ve ekolojik olmayan, anarşist toplumsal teorinin hepsini bir araya toplar. Toplumsal ekolojinin temel öncülü olan doğal dünyadaki toplumda insan-insana ilişkileri toplumun ilişkileri belirler tezi sakattır. Bu kesinlikle de doğru değildir. Örneğin solcu biyomerkezcilik oldukça arzu edilir hedef olan yerküreyi istismar edilmeye açık kılabilirken, eşitlikçi, seksist olmayan, ayrımcı olmayan toplumu tartışır. Derin ekoloji taraftarlarının sloganı olan “Önce Yerküre”nin (Earth First) neden gerekli olduğunu ve gerici olmadığını açıklar. Solcu biyomerkezci derin ekoloji taraftarları ekoloji bağlamı içerisinde ulusal ve uluslararası olarak insan türünün sosyal adalet, sınıf konuları ve refahın yeniden paylaşımı meselesini dikkate almak zorunda olduğumuza inanıyorlar. (Left Biocentrism Primer’in 4 noktasına bkz.)
Derin ekoloji ve toplumsal ekoloji temel öncülleri çatışan tamamen farklı yaşam felsefeleridir. Kanadalı ekofelsefeci John Livingston 1994’te yayınlanan kitabı Rogue Primate: An exploration of human domestication’da şöyle yazar:
“Toplumsal ekoloji yandaşları arasında insan nüfusu bağlamında Doğanın faydasını tartmaya kalkışanları “ekofaşist” olarak damgalmak popüler oldu.”
Rudolf Bahro
Son derin-yeşil Alman ekofelsefecisi ve aktivist Rudolf Bahro (1937-1997) kimi toplumsal ekoloji taraftarlarınca (örneğin Janet Biehl, Peter Staudenmaier ve diğerlerince) gerçekten bir temelden yoksun olarak ekofaşist, Nazi sempatizanı ve “manevi faşizmin” iştirakçisi bir ekofaşist olarak suçlanmıştı. Fakat Bahro düşüncelerinde özellikle solcu ve yeşil ortodokslar olmak üzere tüm ortodoksluklarla mücadele eden cesaretli, orijinal bir düşünürdü. Kullandığı dil ve yazılarında gösterdiği gibi metaforlar onun Avrupa kültürüne dair dikkate değer bilgisini ortaya serer. Fakat onun imajıyla şiirsel bir lisans sahibi olduğu da söylenebilir: ona “Yeşil Adolf” denmekteydi. O bunu belki de fikirlerinin karmaşıklığını gösterdiği için ve kitle toplumunu uykusundan uyandırmak için gerekli görmüştü. Fakat bu ona karşı saldırıları canlandırmaya hizmet etmişti. Bahro somut bir kitlesel toplumsal hareket kurmakla ilgilenmekteydi. Bu politik olarak doğru olmayabilir ama Nazilerin yükselişinden öğrenilebilecek şeylerin olup olmadığı üzerine çalışıyordu: “Bir bin yıllık harekete nasıl yol gösterilebilir ya da kendini nasıl yönlendirebilir ve hangi organlarla: soru budur.” (Bahro, Avoiding Social & Ecological Disaster, s.278)
Özellikle yaşamıyla yaptıkları, Yerküre için gösterdiği derin hassasiyet ve oldukça çeşitli teorik katkıları dikkate alındığında bu kaygılar onu bir faşist yapmaz. Bahro, Doğu Berlin’deki Humboldt Üniversitesi’ndeki sınıfına Murray Bookchin ve farklı bakış açılarına sahip olan diğerlerini (mesela ekofeminist Maria Mies) konuşma yapması için davet edecek kadar da açık görüşlüydü.
Toplumsal ekolojist Janet Biehl’in “‘Ecology’ and the Modernization of Fascism in the German Ultra-right” adlı makalesinde Rudolf Bahro’yu tartışan toplam dört sayfa vardır.[1] Ben Biehl’in vardığı sonucun tam tersi sonuca vardım. Ben maneviyata dayalı soruları ortaya koyarak ekolojik krizden nasıl çıkılacağına dair bir Alman olmak bağlamında oldukça cesur birini gördüm. Bahro, düşünceleri donmuş kabız bir solcu değildi. Bahro, solun manevi kavrayışı kavramadığını görmüştü. Biehl, nasyonal sosyalist hareketin yeniden incelenmesini istemekle Bahro’nun “insanlara kendilerini Naziler olarak görmelerine izin” verdiği sonucuna varır.
Bahro, soldan bir kişi olarak Yeşil örgütlenmelerde en derin ekolojik anlayışların tahrip edilmesi ve sulandırılmasında sol oportünistlerin, toplumsal meselelere aşırı derecede hassas olmak adına görevlerinin ne olduğunu anlamıştı. Kendilerine sıklıkla “eko-sosyalist” demekteydiler fakat ekolojinin görevini tanımlamayı ve yeni bir radikal politikanın ne demek olduğunu asla anlamamışlardı. Pek çok solcu için ekoloji sadece bir “eklenti”ydi ve bundan dolayı dünyaya bakış açılarında bir dönüşüm yoktu ve bu bilinç asla değiştirilmedi. Bahro’nun mücadele ettiği ve Alman Yeşil Partisi’nde olanlar bunlardı. Bundan dolayı bu sol oportünizmi savunurken kendilerini görenler için köktencilerin en köktenci felsefecisi Rudolf Bahro’ya zarar vermeye çalışmak çok önemliydi. Bahro 1985’te üyelerinin endüstriyel sistemle ilişkiyi kesmek istemediğini söyleyerek Yeşil Parti’den istifa etti. Bahro’nun yolu daha sonra nereye giderse gitsin ekofaşist suçlaması böyle bir bağlamda konmuştur.
1984-85’ten sonra Bahro düşüncelerinde ezoterik ve bulanıktır. Buna Bahro’nun İngilizce’de yayınlanan son kitabı “Avoiding Social & Ecological Disaster: The Politics of World Transformation”’daki Hristiyan/ezoterik paragraflarda ve aynı zamanda müflis Hindistanlı Bhagwan Shree Rajneesh ile ilişkilenmesi delil olarak gösterilir. Fakat Bahro toplumsal ve ekolojik felaketten kaçınabilmek için toplum içinde manevi ve eko-psikolojik dönüşümün zorunluluğunun farkındadır ki bu toplumsal ekolojinin desteklemediği bir şeydir. Bahro, Gandi gibi, endüstriyel toplumdan kopuş için manevi direnci bulmak, içe, dünyaya doğru bakmanın zorunluluğuna inanmaktadır. Gerekli olan bu yol birinin yolunu kaybetmesi ya da manevi olarak aşırıya kaçmakla geçersiz olmaz.
Bahro’nun ekofaşist olduğuna dair iftiraya karşı desteğe ek olarak Saral Sarkal’ın bakış açısını ifade edeceğim. Sarkal, Hindistan’da doğmuş fakat 1982’den beri Almanya’da yaşamaktadır. Sarkal, Bahro’nun radikal politik bir arkadaşıdır (Her ikisi de Alman Yeşilleri içinde “Köktenci” olarak düşünülüyor) ve aynı zamanda bazı nedenlerle onun yanında mücadele etmiş biridir. (Saral 1999 Kasım/Aralık’ında Nova Scotia/Kanada’da beni de ziyaret etmişti.) Sarkar bastırılmış biyomerkezci bir bakış açısı ile yazsa da onu derin ekolojinin bir savunucusu olarak düşünmem. Fakat o, Bahro’nun çalışmalarını ve Almanca bağlamını bilir. Sarkar, Yeşil Parti’yi Bahro’dan bir yıl sonra terk etti. Kendileri Bahro’nun son dönem çalışmalarına mesafeli olsalar da Sarkar ve Alman eşi Maria Mies, Bahro’yu ekofaşist olarak görmezler. Sarkar, Alman Yeşilleri ile ilgili oldukça fazla yazı yazmıştır. (United Nations University Press’ten iki cilt olarak çıkan Alternative Politics in West Germany ve Zet Books’tan çıkan en son kitabı Eco-socialism or eco-capitalism? A critical analysis of humanity’s fundamental choices’a bkz.)
Bahro tüm fikirlerinde derin ekoloji hareketinde solcu biyomerkezci teorik eğilimin önemli bir katkı sunanı ve destekçisidir. (Bahro’nun ölümünde yazdığım ve Canadian Damesion, Mart-Nisan 1998i Cilt 32, Sayı 2 ve başka yerlerde yayınlanan “Tribute” (Hürmet) yazısına bkz.) Aralık 1995’deki bir mektubunda Bahro sol biyomerkezci felsefenin “özcü vurguları ile” uyum içinde olduğunu ilan etmiştir.
Çeviren: Alişan Şahin
[1] Janet Biehl’in bu makalesinin çevirisi İtaatsiz.org’da “Alman Aşırı Sağında Faşizmin Modernizasyonu ve “Ekoloji”” adıyla dört bölüm halinde yayınlanmıştır.
Views: 157