Nietzsche’nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt” isimli kitabının ikinci bölümünün en son makalesi “En Sessiz Saat”. BBZ kitabının Türkçede iki çevirisi mevcut. Biri M. Tüzel ve öbürü de epeyce yıl önce çevrilmiş olan – ve belki de ilk çeviri – T. Oflazoğlu’nun çevirisi.
Yakın bir zamandır İngilizce[i] metin ile karşılaştırmalı olarak okuma teşebbüsünde bulunduğum an çevirilerin her ikisinde çeşitli yerlerde çeviriden kaynaklanmayan ama Türkçe’nin durumundan hareketle anlamda meydana gelen hatalarla karşılaştığımı fark ettim.
Bu hatalar birebir çeviri değil ama dilin ifade edilen anlama yeterince nüfuz edememesinden kaynaklı olarak düşünülebilir. Bu hatalara neden olan başlıca kelimeler şunlar:
İngilizcesi R.j. Hollingdale | T. Karşılığı | M. Tüzel Çev. | T. Oflazoğlu Çev. |
Parable | Mesel- Kıssa | Benzetme | Benzetme |
Terror – Fright (W.Kaufmann | Terör | Korku | yılgı |
The Stillest Hour | En durgun ya da sabit saat, En sessiz saat | En sessiz saat | En sessiz saat |
Çeviride birebir çeviri yapılmayacağını ve terör yerine yılgı, korku ve mesel yerine bazı durumlarda benzetme kelimelerinin ikame edilebileceğini ve hatta daha serbest çevirinin yapılabileceğini maksadın anlamı vermek olduğunu bilerek yukarıdakileri yazmaktayım.
Bu bölümde Zerdüşt’ün “Hanımım” dediği “en durgun, en hareketsiz, en sakin saat” anlamında çevrilen “En Sessiz Saat”in ona evine, mağarasına dönmesini buyurduğunu arkadaşlarına ifade etmesi ile başlıyor. Hikayesini bir rüyayı anlatır gibi anlatıyor:
“Do you know the terror of the one who is falling asleep? –
He is stricken with terror down to his toes because the ground is fading and the dream begins.
This I say to you as a parable. Yesterday, at the stillest hour, the ground faded from me, the dream began.”[ii]
“Uykuya dalanın korkusunu bilir misiniz? –
Tepeden tırnağa korkar o, altından yer çekildiği ve rüya başladığı için.
Bunu bir benzetme olarak söylüyorum size. Dün en sessiz saatte çekildi yer ayaklarımın altından: başladı rüya.”[iii]
W. Kaufmann “Portable Nietzsche” çevirisinde terrör yerine korkma, dehşete düşme anlamında “fright, frightened” kelimelerini kullanmaktadır.
Bu çeviriyi ben olsam şöyle çevirirdim:
“Uykuya dalan birinin kapıldığı dehşeti bilir misiniz?-
Ayağının altında zemin kaydığından dolayı tepeden tırnağa dehşet içindedir.
Bunu size bir kıssa olarak anlatıyorum, Dün en sakin saatte çekildi yer ayaklarımın altından ve başladı rüya.”
Neden? Çünkü bu bölüm Nietzsche’nin diline ve özellikle onun en önemli kitabı olan BBZ’ye atfedilen ve okuyanın da anlayacağı gibi adeta bir kutsal kitap dili ve hitabına sahip olmasından dolayı bir vahiy almaya gönderme yapmaktadır.[iv] Eğer “mesel” kelimesini “benzetme” olarak çevirirseniz ve aşırı korkuyu ifade edeni sadece korkmak, terörize olmak olarak ifade ederseniz yeterli vurguyu ve anlatılanların yaratmak istenilen atmosferi yeterince veremezsiniz. Metnin kendisine gelelim:
Anlatıldığı kadarıyla Zerdüşt dehşet içerisindedir ve daha önce etrafında böyle bir sessizlik duymamıştır ve ardından “Something said to me without voice” yani bir sesle değil ama bir şey söylendi bana diyor. Yani hiç kimse konuşmadığı halde işitilen bir şeyden bahsediliyor.
Burada duyulan ses bir ses değil. Zerdüşt’ün karşısında bir özne yok ama bir ses var. Türkçe metinde “ses çıkarmadan konuştu benimle”, “bana dedi, sessiz” şeklinde ifade edilen alçak sesle fısıldamak değil, gayipten gelen ve hissedilen fakat somut bir ses değil; Peygamberlere inen vahiy benzeri bir durumdur. Burada durup vahiy üzerine biraz düşünmek gerekir sanırım.
Vahiy ve Dinler
Burada özellikle peygamberlere gelen vahiylerin nasıl olduğuna ve peygamberlerde nasıl bir etkiye sebep olduklarına bakmakta yarar var.
Tek tanrılı ya da çok tanrılı birçok dinde vahiy ve vahiyin işaret ettiği anlama gelen kavramlar kullanılmaktadır. Sadece Sami dinleri ya da İbrahimi dinlerde değil Hinduizmde ve Zerdüştilikte de vahiy kavramı mevcuttur. Zerdüştiler’in kutsal kitabı Avesta’nın “Vesna” bölümünde Zerdüşt’ün düşüncesinin, sözlerinin ve yaptığı işlerin baştan başa ilham eseri olduğu kaydedilir.[v]
Vahiyin ne demek olduğuna bakarsak, M. Öztürk. “Kuran Vahiy Nüzul” adlı kitabında vahiyin birçok anlamda özellikle ilham anlamında kullanıldığını bunun yanında yazmak ve kaydetmek anlamında da kullanıldığını söylemektedir.[vi] Ve lafzi olmadığına temas etmesi de önemlidir, konumuz açısından.
“Vahy, özel ve mahrem bir ilişki ve iletişimi belirtir. Ancak bu iletişimi sağlayan unsurların her zaman lisani olması zorunlu değildir.”[vii]
Sözlükte “hızlı bir şekilde ve gizlice söylemek, işaret etmek, ilham etmek” anlamındaki vahiy (vahy) terim olarak “Allah’ın bir emri, bir hükmü veya bilgiyi peygamberine gizli olarak bildirmesi” demek.
Fahreddin Razi’de mecazi anlamda ruh anlamında kullanımına rastlanıyor.
İslam Ansiklopedisi’nde “Kur’an’da Allah’ın insanlara emirlerini tebliğ etme vasıtaları vahyetme, perde arkasından hitap etme ve elçi gönderip sözlerini bildirme şeklinde üçe ayrılır (eş-Şûrâ 42/51)1 deniyor.
1. Bir aracı olmadan peygamberin kalbine kutsal kelamın bırakılması, ilham edilmesi yoluyla 2. Perde arkasından konuşma yoluyla bazı nesnelerde veya insandaki duyma merkezinde söz yaratıp işittirme yoluyla, 3. Elçi gönderip tebliğ etme yoluyla, 4. Rüya yoluyla, 5. Melekler görünmeden dolaylı olarak çan sesine veya arı vızıltısına benzer sesler aracılığıyla, 6. Meleklerin insan suretine girerek tebliğ etmeleri yoluyla.[viii]
Özellikle Hz. Muhammed’e vahiyin nasıl indiğine dair olan rivayetlere dikkat çekmek isterim. Siyer kitaplarında Hz. Peygamber’e vahyin nüzûlü sırasında kendisinde bazı özel hallerin görüldüğü gibi meselelere temas edilir.
Hz. Muhammed’e atfedilen ilk vahiyin indirilmesi ve halini anlatan rivayetlerin Nietzsche’nin anlatımıya benzerliğine dikkat çekerim.
Hz. Muhammed’in ağzından:
“Hira’da idim. Tefekkürümü bitirince dağdan aşağıya inip vadiye geldiğim zaman bir ses duydum. Önüme, arkama, sağıma ve soluma baktım, fakat bir şey göremedim. Bir de baktım ki, o (melek) gök ile yer arasında bir taht üzerinde oturmuş… Sonra Hatice’ye koştum ve ‘beni örtün, üzerime soğuk su serpin’ dedim.”[ix]
Hz. Ayşe, Hz. Muhammed’in ilk vahiy alışının şu şekilde anlatyor:
“Allah Resûlü’nün (sav) ilk vahiy almaya başlaması uykuda doğru rüya (rüyâ-i sâdıka) görmekle olmuştur. Onun istisnasız bütün rüyaları gün gibi gerçek çıkardı. Sonra ona yalnızlık sevdirildi. Artık Hira (Nur) dağındaki mağarada yalnızlığa çekilip, orada geceler boyu, ailesine dönmeden tek başına ibadet ediyordu. Bunun için yanında yiyecek de götürürdü. Sonra yine Hatice’nin yanına dönüp, bir o kadar zaman için tekrar yiyecek alırdı. Nihayet bir gün, Hira mağarasındayken ona hak (vahiy) geldi. Melek geldi ve ‘Oku!’ dedi. O, ‘Ben okuma bilmem.’ dedi. (Allah Resûlü yaşadıklarını şöyle anlattı): “Beni tutup gücüm tükeninceye kadar sıktı. Sonra bırakıp tekrar, ‘Oku!’ dedi. ‘Ben okuma bilmem.’ dedim. İkinci defa tutup gücüm tükeninceye kadar sıktı. Bırakıp tekrar, ‘Oku!’ dedi. ‘Ben okuma bilmem.’ diye cevap verdim. Üçüncü defa tutup gücüm tükeninceye kadar sıktı ve bırakıp şöyle söyledi: ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir alaktan yarattı. Oku! Senin Rabbin en Kerim olandır…”[x]
Peygamber’in eşi Ayşe Vahiy geldiğinde muhtemelen çocuktu. Belli ki sonradan anlatılmıştır ona. Ama Vahiy gelmesine dair rivayetler muhtelif. İsrafil Balcı’ya göre muhtemelen Hira’dan dönerken ilk vahiy gelmiştir kendisine. Ama peygamberlere vahiy gelme biçimlerinin farklı şekillerde olmuş olduğu söylenebilir. Nietzsche’nin metnine tekrar dönersek:
Vahiyden Nietzsche’ye
Hz. Muhammed’e vahiy geldiğinde fena halde korktuğu ve dehşete kapıldığı rivayetlerin hemen hemen hepsinde ortak bir ifadedir. Peki rüyasında korkan ve dehşet içinde kalan Zerdüşt’ün yaşamının saati mola veriyor. Yani yaşam duruyor ve sessizliğin ortasında “yer ayağının altından çekildiğinden” mekansız ve zamansız kaldığını ifade ediyor ve sırf bu yüzden de dehşet içinde kalıyor. Sonra aniden bir ses olmayan bir ses ona: “Zerdüşt, Onu biliyorsun, değil mi?” diye ses(siz)leniyor. Zerdüşt bu sessiz fısıltıdan dolayı korkuyor ve dehşete kapılıyor ve iletişim şöyle devam ediyor:
“Bunun üzerine bir kez daha ses çıkarmadan konuştu benimle: “Biliyorsun, Zerdüşt, ama konuşmuyorsun!” –
Ve sonunda bir inatçı gibi konuştum: “Evet, biliyorum, ama konuşmak istemiyorum!”
Bunun üzerine yine ses çıkarmadan konuştu benimle: “İstemiyor musun Zerdüşt? Doğru mu bu? İnatçılığına sığınma!” –
Bir çocuk gibi ağlayıp titredim bunun üzerine ve dedim ki: “Ah, istiyorum, ama nasıl yapabilirim ki? Mazur gör beni! Gücümü aşıyor!”
Bunun üzerine yeniden ses çıkarmadan konuştu benimle: “Senin ne önemin var Zerdüşt! Sözünü söyle de mahvol!” –
Ve ben şu yanıtı verdim: “Ah, benim sözüm mü bu? Kimim ben? Daha yaraşır birini bekliyorum; onun uğruna mahvolmaya bile layık değilim ben.”
Bunun üzerine yeniden ses çıkarmadan dedi ki bana: “Senin ne önemin var ki? Benim için henüz yeterince mütevazı değilsin. Çok serttir tevazunun derisi.” –
Ben de şu yanıtı verdim: “Tevazumun derisi şimdiye dek nelere dayanmadı ki? Yamacında oturuyorum yüceliğimin: ne kadar yüksek benim doruklarım? Hiç kimse söylemedi henüz bana. Ama çok iyi biliyorum vadilerimi!”
Bunun üzerine yeniden ses çıkarmadan konuştu benimle: “Ey Zerdüşt, dağları yerinden oynatacak olan, vadileri ve ovaları da oynatır yerinden.” –
Ben de şöyle yanıtladım: “Henüz sözüm hiçbir dağı yerinden oynatmadı ve konuştuklarım insanlara ulaşmadı, insanların arasına gittim, ama henüz varamadım yanlarına.”
Bunun üzerine yine ses çıkarmadan konuştu benimle: “Sen ne biliyorsun ki bu konuda! Gecenin en sessiz saatinde düşer çiy otların üstüne.” –
Ve ben de şu yanıtı verdim: “Alay ettiler benimle, kendi yolumu bulup da yürüdüğümde; o zaman ayaklarım titriyordu aslında.
Ve şöyle dediler bana: Yolu unuttun, şimdi yürümeyi de unutuyorsun!”
Bunun üzerine yine ses çıkarmadan konuştu benimle: “Ne önemi var ki onların alay etmesinin! Sen itaat etmeyi unutmuş birisin: şimdi emretmen gerekiyor!
Bilmiyor musun yoksa, herkesin en çok kimi gereksindiğini? Büyük emirler vereni.
Büyük işler başarmak zordur: ama daha da zoru, büyük emirler vermektir.
En bağışlanamaz yanın bu işte: gücün var ve hükmetmek istemiyorsun.””
Burada Tanrının ya da aracı olan meleğin bir rüya vasıtasıyla peygamberle doğrudan iletişime geçmiş olduğuna dair bilindik bir iletişim modelinin örneğini görmekte olduğumuz kanaatindeyim. Fakat bir farklılık var.
Zerdüşt söylenen şeylere itaat edecek biri değildir. Dinler fakat itiraz da eder. Metnin sonunda yeterince “olmadığına” ikna olarak mağarasına döner ama bu aracılık yapacağı anlamına da gelmez.
Ayrıca Zerdüşt emir verecek biri de değildir. Hakikati anlatmak ve üst insana ulaşmak isteyen ve üst insanın amaç olduğunu söyleyen Zerdüşt emir veren biri değildir. Gücü vardır fakat hükmetmek ona göre değildir. İletişimin daha sonrasında emretmek için uygun biri olmayan Zerdüşt’ü görüyoruz. Fakat karşı taraftaki ona:
“En sessiz sözcüklerdir fırtınayı getiren. Güvercin adımlarıyla gelen düşünceler yönlendirir dünyayı.
Ey Zerdüşt, gelmesi gerekenin bir gölgesi olarak gideceksin: böyle emredeceksin ve emrederek önden gideceksin.” –
Fakat Zerdüşt bir türlü ikna olmaz: “Uzun süre düşündüm ve titredim. Ama sonunda ilk söylediğimi söyledim: “İstemiyorum.” Ve karşıdaki bir daha kahkaha atıyor.
Karşıdaki ses olmayan sesi Tanrının sesi olarak tasavvur edersek rüyada kahkaha atan tanrı yunan mitolojisindeki tanrıları hatırlatmaktadır. Ve fakat Vahiy benzeri bir peygambere verilen bir görev ifasında tek tanrılı dinlerin tanrılarının görev kabul etmelerinin aksine görevi reddetmesini görmekteyiz. Özellikle Hristiyanlığa karşı yazmış olduğu itirazlarını -Hz. İsa’ya değil- göz önünde bulundurursak burada Zerdüşt’ün Tanrıya karşı itirazını da görürüz.
Dikkat çekici bir diğer cümle ise “Ama ben yerde yatıyordum ve ter boşanıyordu dört bir yanımdan.” cümlesidir.
Bu cümlede ifade edilen ter boşalması halinin de Hz. Muhammed’e dair hadislerde ortak bir anlatı olduğunu söylemeden geçmek doğru değildir.
İsrafil Balcı’nın “Vahyin Gölgesinde Siyer 1” kitabında şöyle anlatır:
“Rivayetlere göre vahiy geldiği zaman Resulüllah türlü hallere girer, çok zorlanır, alnında boncuk boncuk terler oluşur, yüzü kıpkızıl hal alır, takati kesilerek adeta kendinden geçerdi. Hz. Aişe’nin soğuk kış gecesinde vahiy geldiğine tanık olduğu ve Resulüllah’ın aşırı şekilde terlediğine işaret eden tasvirleri anlatılmıştır.”[xi]
Nietzsche’nin bu bölümdeki anlatısında dikkat çeken bir diğer ifade ise karşısındakinin gülmesidir. Gülme ifadesi Nietzsche’de başka bir şeyi ifade eder: ilahi bir faaliyet ve öldürücü bir silahtır. “Okuma ve Yazmak Üzerine” olan bölümde “Öfkeyle değil, gülmeyle öldürür insan. Hadi, öldürelim ağırlığın ruhunu!” cümlesi onun gülmeye ne atfettiğinin ifadesidir. Kanımca, burada, teklifi reddeden aracı, “peygamber” beğenilmeyip itilmiş gibi görünüyor ve Zerdüşt olmak (pişmek) için mağarasına çekiliyor.
Fakat BBZ’nin bütününde de görebileceğimiz gibi kitabın kendisi klasik bir felsefe kitabı değil kutsal kitaplarda bildiğimiz gibi bir tebliğdir ama insandan insanlara aracısız tebliğ.
Nietzsche özellikle “Böyle Buyurdu Zerdüşt”ünde kutsal kitaplardaki sure ve ayetlerin dili ve formatını kullanır gibidir. Ve hatta kutsal kitapların imge, mesel, tavsiye, benzetme ve hikayelerine benzer bir dil kullanır ve atmosfer de oluşturur.[xii] Anlatımındaki ifade zenginliği buradan gelir. Dolayısıyla BBZ okuyucusunu arar. Tembel okuyucu için bir kitap değildir, kutsal kitaplar gibi okuyucusunu bulması ve okuyucunun anlamak için çaba sarfetmesi gerekir. Kutsal kitapların inananı çok ama okuyan ve anlayanı az olur. Kitabın kendisi de adeta bir puta dönüşür. BBZ’nin kaderi de aynı değil midir?
Sözün geldiği yer itibarı ile ifade edersek:
BBZ dine karşı bir din kitabıdır.
Alişan Şahin
[i] Metnin orijinalinin Almanca olduğunu elbette tartışmadan varestedir. Almanca’an Türkçe’ye çevirenlerin Özellikle Nietzsche uzmanları olduğunu da belirtmeden edemiyeceğim.
[ii] Friedrich Nietzsche, Thus Spoke Zarathustra, Cambridge Texts in The History of Philosophy, Translated By Adrian Del Caro, S. 161
[iii] BBZ, Çev. M. Tüzel, İş Bank Yay. S. 210
[iv] Olasıdır ki bu bölümü okuyan biri onun rüya anlatısından ve bu rüya anlatımındaki bulanık ve esrik tasavvurdan hareketle bir “psikoloanalitik” metin olduğu sonucu çıkarabilir. Öyle ya W. Kaufmann ve birçok Nietzsche uzmanı onun bu anlamda bir öncü olduğunu söyler. Böyle olsa da olmasa da bu metnin Hz. Muhammed ve Kur’an’ı bilen biri olarak bir vahiy inme tasavvuru ortaya koyduğunu söylemenin yanlış olmadığını düşünüyorum.
[v] https://islamansiklopedisi.org.tr/vahiy
[vi] Kuran Vahiy Nüzul, M Öztürk, S.64-65
[vii] Kuran Vahiy Nüzul, M Öztürk, S.64-65
[viii] Age.
[ix] Vahyin Gölgesinde Siyer -1- İsrafik Balcı S. 80 Kaynak: 236 Buhari, “Tefsir (Müddessir)” 1, 3; Müslim, “İman”.
[x] İlk Nazil Olan Ayetlerin İçerdiği Mesajların Kur’an Bütünlüğü İçerisindeki Yeri, İsmail Hilmi Bilgi, Alak, 96/1-3; Buharî, “Bed’ü’l-Vahy”, 1.
[xi] İsrafil Balcı – Vahyin Gölgesinde Siyer – 01 , Mekke Dönemi, S. 102, Ankara Okulu yay.
[xii] Yeri gelmişken belirtmeden geçemeyeceğim bir makaleden bahsetmek istiyorum. Prof. Hanina Ben-Menahem tarafından yazılan “Nietzsche’s Thus Spoke Zarathustra and the Quran” adlı makalesi özellikle BBZ ile Kur’an sureleri arasındaki başlıklar, anlam olarak yakınlık ve özellikle BBZ’nin biçim olarak Kur’an’ın örnek alınarak yazıldığına dair bir iddiayı dile getiriyor. Yakın bir zamanda bu makale Türkçe olarak yayınlanacaktır.
Views: 63