Scholem, çalışmalarının çağdaş sonuçlarına yönelik ısrarlı ikircikliğini bizzat kendisi gözler önüne sermiştir. Martin Buber’in aksine o, kendi teolojik fikrini desteklemesi için Yahudi mistisizmini tarihsel bağlamının dışında yorumlamamıştır ancak aynı zamanda kendi sekülarizmi ve Kabala teolojisi arasında bir akrabalık görmüş ve konuşmalarında Kabalistik terminolojiden alıntılar yapmıştır. Kendi bakış açısını ifade ediyormuş gibi göründüğü yerde Kabala’nın ardına saklanma yoluyla, hemen hemen kasti bir kafa karışıklığı yaratmıştır: O gerçekten de “salt” bir tarihçi miydi yoksa aynı zamanda çağdaş hedefler için kendi tarih yazımını kullanmak isteyen orijinal bir düşünür müydü?
Benzer bir gerilim onun Vahiyci Mesihçilik çalışmasında da bulunabilir. Baruch Kurzweil onu Sabetaycıların ölçüsüz kanunsuzluklarıyla tanımlayarak suçlamıştı.[1]Hiç şüphesizdir ki Revizyonist Siyonistlere karşı polemik yazılarında da görülebileceği gibi bu yargı temelsizdir: Scholem modern Sabetaycı değildi. Fakat kişi onun keşfetmiş olduğu şeytansı ve anarşistçe güçlere hayranlığını bütünüyle asla çözmemiş olduğu konusunda tedirgin hisler içinde olur. Alman romantiklerinden derinden etkilenmiş olarak o, yıkıcı güçlerde yapıcı imkânlar görüyordu. Jacob Frank gibi en radikal Sabetaycıları değerlendirirken bile onların Mesihçi enerjilerine gıpta etmekle Yahudiliğe ihanet etmelerine yönelik düşmanlıkları arasında iki arada bir derede kalıyordu. Bir anarşist olarak bir taraftan mantıken Yahudi olan tüm tarihsel fenomenleri kabul etmek istiyor fakat aynı zamanda kendi tarih yazımının çağdaş sonuçlarından uzak duruyordu. Bundan dolayı Siyonist politikada ılımlıların, Yahudi tarihinde radikallerin tarafını tutuyordu. Çağdaş olaylardan “şeytansı” olanı aforoz etmek istiyordu.
Burada Scholem’in çalışmasında temel olan bir diğer zorluğa geldik. Sabetay Sevi hakkındaki hakimane biyografisinin başında şöyle yazar: “Bu kitabı Yahudi tarihinin belli bir diyalektik bakış açısı ve onun içinde faaliyet halinde olan güçler temelinde yazmıştım.”[2]Bu açıdan bakıldığında gördüğümüz üzere Yahudilik, gücünün kaynağını mistik ve Mesihçilikte yatan zıt prensipler arasındaki dinamik bir mücadeleden almaktadır. Bir açıdan Scholem kabul etmektedir ki Yahudi tarihinde felsefe ve hukuk gibi diğer bütün fenomenler eşit olarak meşrudur, gerçekten önemli güçlerin irrasyonel oldukları ifadesinin uygulaması mevcuttur. Dahası anarşist felsefesi için Kabala’dan esinini almış olduğu gibi, Yahudi felsefesi ve hukukunun, gençliğinde reddetmiş olduğu burjuva dogmatizminin habercisi olduğunu söylemekteydi. Bundan dolayı, kişi Scholem’in mistik geleneklerin “gerçek” Yahudilik olduğunu düşündüğünü hisseder. O reddetmiş olduğu için, yeni bir “dogma”yı yerine koymasını tartışmak meşru olur mu? “Yahudilikte yaşamsal güç mistisizmdir,” iddiası “Yahudilik rasyoneldir,” iddiası kadar dogmatik değil midir?
Scholem’in durumunun çok aşırı olduğunu iddia etmek haksız bir abartı olur. O mistisizme dair bakış açısını nitelemek için daima dikkatli davranmış ve mistisizmin kaynaklarıyla çok yakın özdeşlik içinde olmamıştır. Olsa olsa mistiklere dair özel bir hak talebi ve gerçek çoğulculuk arasındaki düşüncesinin gerilimine dair konuşulabilir. Çalışmasında asla yeterince çözülmemiş olan bu gerilim bana kastiymiş gibi görünüyor; okuyucularının tahminine bıraktığı kesin bir belirsizliği korumayı istemekteydi. Her şeyin ötesinde, Scholem büyük bir poseur’du (numaracı) fakat bu kafa karıştırıcılık onun içinde oldukça gerçek olan tarihçi ve din adamı (homo religious) arasındaki çatışmayı ortaya çıkarır.
Yahudi tarihinde Kabala’nın merkezi olmasının yeni bir dogma olduğunu söylemek aşırıya kaçsa da Scholem’in başarısının muhafazakâr bir akademik kurum yaratmış olduğu bir gerçektir. Onun zamanında mistisizm çalışmak tüm dünya görüşlerine karşı bir başkaldırıydı. Tarihsel çalışmalarına metafiziksel tutkuyu getirmişti ve bundan dolayı entelektüel öncelikleriyle en itinalı filolojiyi telkin edebilmişti. Bugün Yahudi mistisizmi çalışması, İsrail üniversitelerindeki Yahudi çalışmalarının meşru bir kolu olarak akademik ana akımın bir parçası olmuştur. O, akademik saygınlık donanımı ve tüm diğer ritüelleri, zorun dersleri ve sınavlarıyla ayrı bir uzmanlık alanıdır. Felsefeyle ilgili olsalar da Yahudi düşüncesi bölümlerinde okuyan tüm öğrencilerin bazı Kabalist metinleri okumaları gerekmektedir. Yahudi mistisizmi bir kuşaklık dönemde dolaptan çıkmış ve salonda onurlu bir yer edinmiştir. Bu belki de Scholem’in başarısının bir semptomudur ki takipçilerinin hiçbirinin çalışması pratik olarak anarşist bir ruha sahip değildir ve onun yazıları metafizik kaygısıyla nefes almaz. Bugün Kabala çalışmaları çok sıkı bir nefesten ve tutkudan mahrum teknik bir dilbilimi olmuştur. Başarılı tüm devrimler gibi Kabala’nın kabulü polemik sınırının kaybolmasını ve Scholem’in çalışmasından yayılan teolojik zorunluluğu getirmiştir.
Anarşizm asla normatif olamaz; eleştirmeni oldukları gibi daima kurumların dışında durmalıdır. Scholem’e göre tarih yazımı, Kabala ve Mesihçilik, daha önceleri yapmış olduğu gibi modern zamanlarda da benzer işleve hizmet etmelidir: kendini yeniden tanımlamalarla sunmak ve adetleri sorgulamak yoluyla fosilleşmiş gelenekleri canlandırmak… Yahudi tarihçiler bugün “Musevilik Bilimi” üzerine yazılan denemeyi tekrardan okumak yoluyla eleştirmen olarak tarihçi kavramını dikkate almalıdırlar. 1945 tarihli yazılarında, milliyetçi kendini övme ve eski eserciliğin çifte tehlikelerine karşı uyarıda bulunur. Bu problemlerin, eskisine göre bugün daha yaygın olup olmadığını insan merak ediyor. Scholem, Siyonizmin ardından tarih yazıcılığının din savunuculuğuna hiç de ihtiyaç duymadığına inanır. Fakat tüm bu din savunucusu imalarla Yahudi tarihinin gözü yaşlı teorisi, özellikle Holokost tarih yazımında, bugün 19. yüzyıldaki kadar güçlü kalmıştır. Yahudilerin güçsüzlükleri mevzusu politik polemiğin hizmetinde tamamıyla orantısız bir şekilde abartılmıştır. Bunun yerine tarihçiler ne kahraman ne de kurban olarak değil, insan olarak Yahudileri ortaya koyan Yahudi tarihinin ihmal edilmiş taraflarına dikkatlerini döndürürlerse daha iyi olur. Scholem’in kendisi bir defasında şimdi Yahudi mistisizmi çalışmalarının evrensel olarak kabul edilmiş olduğunu, tarihçilerin Yahudilerin yeraltı dünyasını araştırmayı üstlenmeleri gerektiğini bana önermişti. Gerçekten de ben bunu tarihçilerin tarihte Yahudilerin özel yaşamlarını incelemeye yeni başlıyor olduklarının sağlıklı bir işareti olarak görüyorum: onlar nasıl yetiştiler, evlendiler, çalıştılar ve çocuklarını nasıl okuttular?
Scholem’in kendi kariyeri de ispat etmektedir ki tarih çalışması tarihçinin dünyasının kültürü ve politikasından ayrı tutulamaz. Eğer tarih yazımı dogmatizmin yeni biçimlerine kurban edilmişse, bu sadece Yahudilerin yaşamında bazı rahatsız edici eğilimlerin sonucudur ki Scholem’in kendisi keskin bir şekilde bu eğilimin farkındadır. Bu kuşak için, Siyonizm başkaldırmanın bir biçimiydi. Tıpkı Kabala çalışmaya karar vermesi gibi devrimci bir eylemdi. Gençliğinde bir anarşist olarak I. Dünya Savaşına karşıydı ve Avrupa politikasının bozulmuşluğuna bir yanıt olarak Siyonizme yönelmişti. Dinsel Ortodoksluk ve burjuva rasyonalizminin her ikisinin de farkına varmış biri olarak seküler bir Yahudi canlanması için tek olasılığı Siyonizmde görüyordu. Bugün, Siyonizm hiç de bir başkaldırı tavrı değildir; onun çok başarılı olması bir kriz doğurmuştur ki bu kriz her yere dağılmış olan Yahudiler için zorunlu olan bir krizdir. Siyonizm, Scholem gibi romantik bir anarşisti daha önceleri etkilerken, bugün yeni bir ortodoksi olmuştur. Gitgide dinsel ortodoksiden de yabancılaşması şaşılası değildir. Tıpkı Kabala çalışmasının başkaldırmanın bir eylemi olarak başlaması gibi, sadece yönetimin bir parçası olmuş ve ilk zamanlardaki Siyonizmin devrimci tutkuları şimdi şovenizme ve aşırı savunmacılığa dönüşmüştür. Scholem’in kendisi, ölmeden kısa bir süre önce mevcut Mesihçi Siyonizmin, Sabetaycılığın başarısızlığından da fazla felaket sonuçları olabileceği uyarısından bulunmuştu: Mesihçilik bugün derin dallanma ve budaklanmalara neden olurken, Sabetaycılık sadece manevi bozulmaya götürmüştür. Eğer siyonizm bize güçsüzlüğün intihar olduğunu öğrettiyse, bugün gücün kendisinde var olan tehlikeleri öğrenmek için geliyoruz.
Siyonizm Avrupalı Yahudilerin tehlikeli hoşnutluklarını paramparça ettiğinde, Yahudi yaşamı bundan dolayı yüzyıl dönümünde benzer bir kavşakta duruyor. Scholem’in dogmatik hakikatlere karşı isyanının oldukça doğru olarak Siyonizme yöneldiği yerde, bugün gerçek bir Yahudi anarşizmi bir yurt arayışı içerisinde kalıyor. Tarih çalışmaları ve Yahudilerin politik ve kültürel yaşamının her ikisinde de Gershom Scholem’in hakiki mirası olan “anarşist rüzgar”ının canlanmasına acil ihtiyaç var.
Çev. Alişan Şahin
[1] Kurzweil, Baruch. Ba-ma’avak al Arkhei ha-Yahadut. Tel Aviv. 1969, s. 99-150.
[2] Sabetay Sevi. Mistik Mesih 1626-1676. çev. R.J.Z. Werblowsky. Princeton, 1973.
Views: 165