İrade ve Tasarım olarak Dünya: Hayyam ve Arthur Schopenhauer
Dış dünya bireysel bilinç olmaksızın nesnellik içermez. Her birey dünyayla girdiği ilişki kadar dünyayla ilgilidir. Yaşayan bir özne olmaksızın varoluş denilen şey düşünme kapsamında olamıyor. Özne düşündüğü ölçüde de kendisinin nesnesi olabiliyor. Dünya bilincimize yansıdığı ölçüde dünya olabiliyor: Dünya bireyin bilincidir. İç dünya duyumsandığı ölçüde bireye soğuk ya da sıcaktır, haz ya da acı vericidir; acı ile hazzın algılanması ve dışa yansıması bireyseldir. Her bireyin acısı ve hazzı bir diğer bireyinkinden her zaman ve her koşul altında farklıdır.
Diğer taraftan haz ve acı, iyimserlik ve karamsarlık ilk bakışta iki farklı dünya görüşü, iki ayrı yaşam biçimi gibi gözükebilir. Hatta bazı filofozlara göre bu ayrım çok büyük olacak kadar dikkat çekicidir. Ancak her şeye karşın insan her ikisini de kendi yapısına ve dış koşullara bağlı olarak bir arada yaşar. Bilindiği gibi Epikür, doğrudan mutçuluk felsefesini öğretir; bu felsefeyi haz elde etmek ve hazsızlıktan kaçınmak olarak adlandırır ama dizginsiz bir duyumsal hazzı da öğretmez, çünkü Epikür’e göre bu haz acı olarak sonuçlanabilir. Oysa acıdan kaçınmak gerekir, şu an acı çekiyorsanız, daha sonra tekrar haz alacağınız içindir.
Hayyam, haz ile acıyı birbirinden kesin olarak ayırmaz ve iyimserlik ile karamsarlığı da birarada yaşar. Bununla Epikür’e pek yaklaştığını söyleyemeyiz. Diğer taraftan Epikür’ün toplumsal saplantılara dönüşmeden dostluk ve kardeşlik içinde ruhsal dinginliğin yaşandığı gül bahçesini Hayyam’ın da arzttiğini kaydedebiliriz. Dünyayı değiştirme ya da onu herhangi bir sisteme entegre etme isteminde bulunmaksızın dostlarla var olma hazzı Hayyam’da güçlüdür; melankoli onun hâyâl kırıklığını, başkaldırısını ve acıyı geride bırakma istemini simgeler. Ancak yine de ne tam bir hazcıdır ne de acıda eriyip gider Hayyam.
Bu noktada Stirner’in hazza yaklaşımını da göz önünde bulundurursak, hem Stirner hem de Hayyam açısından insanın ne iyimserliği ne de karamsarlığı ne hazzı ne de acıyı yaşamından tamamen silebildiğini vurgulamamız gerekir. Evet, Hayyam’da her iki yaklaşımın da mevcut olduğunu ve her ikisinin de aynı güçte olduklarını kaydetmek gerekir. Hayyam’ı biraz daha yakından tanımak için başka bir düşünürle, Schopenhauer’le karşılaştırmak anlamlı olacaktır. Hayyam’ın karanlık ve kasvetli rubaileri kesinlikle hemen Schopenhauer’in karamsar felsefesini çağrıştırır. Acı, üzüntü, hazsızlık, ümitsizlik Schoperhauer’in düşüncesini temellendirir ve onun dünya görüşünün unsurlarıdır. Bununla Schopenhauer Hayyam’a gerçekten de yakındır. Anglosakson ülkelerde Hayyam’la Schopenhauer tam bir uyumluluk içinde anılırlar, ne var ki, yakından bakıldığında aralarındaki ayrım ve hatta uyuşmaları olanaksız olan karşıtlıkları belli olacaktır.
Schopenhauer, İrade ve Tasarım olarak Dünya adlı eserine şu tümceyle başlar: “Dünya benim tasarımımdan ibarettir […] – Eğer her hangi bir hakikat a priori söylenebilirse, o budur işte.”[1] Demek oluyor ki, gördüğümüz Dünya şeyin bir görünüsüdür, bir görünüş ve bir Maya’dır. Şey hakkında henüz bir şey bilmiyoruz. Kant’ta henüz karanlık olan ve tam bir ifade bulamayan Kendinde Şey, Schopenhauer’de irade olarak belirlenir. Schopenhauer’e göre irade sadece “dünyanın kendiliğindesi” olmakla kalmayıp, aynı zamanda insan özünün ilk temeli ve insan varoluşunun kaynağıdır. Dolayısıyla her bedensel edim gerçekte iradenin egoist edimidir. İnsanı yönlendiren ne us, ne tin ne de herhangi bir düşüncedir, bizzat sadece iradedir. Budur insandaki esas ve temel dürtü.
İrade, Schopenhauer’e göre, ne haz ne de mutluluk ne de sevgi içerir; irade hüzün ve acı demektir. Schopenhauer, insanda doğuştan var olan ve acı yaratan bir iradeden yola çıkar. Başka ifadeyle: İnsan acı çekmeye mahkûmdur. Savaş, mücadele, üzüntü, keder yaşamın özüdürler. Hatta Schopenhauer’e göre yaşamdaki kısa mutlu anlar bile acının daha güçlü bir biçimde insan bilincine çıkmasıdır. Ve ümitsizliğini Dante’nin cehennemi ile karşılaştıracak kadar karamsardır Schopenhauer: “Dante, cehennem için tüm malzemeleri bizim şu gerçek dünyamızdan başka nereden alabilirdi? Diğer taraftan mesele cenneti ve cennetteki neşeyi açıklamaya gelince, aşamayacağı bir sorunla karşılaştı; çünkü dünyamız böyle bir şey için malzeme sunmaz.”[2] Schopenhauer acı dolu bu iradeden, ne kadar paradoks gözükse de, kurtulmak da ister ve kurtuluşu neticede sanat ve acımanın (duygudaşlık) yanı sıra, asketik bir yaşam tarzında bulur. Bireyi bu üzüntü ve keder âleminden kurtaracak olan bunlardır.
Nesnelerin görünüşteki gerçeğin fenomeni olduklarını Hayyam’ın birçok rubaisi de ifade etmektedir. Ama tasarımlananın ardında neyin saklı olduğunu adlandırmak Hayam’ın amacı değildir, en azından rubailerinde buna rastlayamıyoruz; bu konuda kesin bir yanıt almak için Hayyam’ın felsefi yapıtlarını da incelemek gerekir. Hayyam, rubailerinde daha çok hakikati arama meşguliyetinin anlamsızlığını irdeler ve sorgular. Şüpheli bakışlarla dünyanın gizemine kimsenin eremeyeceğine, hakikatin idrak edilemeyeceğine ve evrendeki bilmeceyi çözmenin insanın baş edebileceği bir mesele olmadığına dikkat çeker. Bilginler boş yere yasalar ve dogmalar üzerine kafa yorar, kimileri bir şeylere inanır, kimileri onları reddeder ama giz hiç kimseye gözükmemektedir.
Diğer bir nokta: Haz, Hayyam’ın felsefesinde önemli bir yer alır; Schopenhauer’deyse hüzün esastır. Hüzün ve acı Schopenhauer’de sadece geçici ve anlık bir huydan kaynaklanmıyor, bizzat düşüncesi boyunca mevcuttur. Schopenhauer, acı olmadan düşünülemez. Ruhsal acıya Hayyam’ın felsefesinde de rastlamak mümkün, ama tıpkı haz gibi yaşamın bir parçası olarak mevcut; zaman zaman öne çıksa da hemen ardından hazzı görmek mümkün. Eğer Hayyam’ın bir öğretisi olduğunu söyleyebilirsek, o zaman bunun adına haz dememiz gerekir; hazza Stirner’de bol bol rastlarken, Schopenhauer felsefesinde hiçbir yerde rastlayamayız.
Sükûnet içinde bir gülücükle yansıyan ve sesli sesli iç çeken bir Hayyam görürüz karşımızda. Sonsuz Hiç’in derinliklerine inene dek dünyasal varoluştan haz alır Hayyam’ın bilinemezciliği. Varoluşun an’larını tadarak yeryüzünde dostların topluluğunda bir cennet yaratır onun melankolik sözleri. Acıya mahkûm olan Schopenhauer’in iradesine Hayyam’ın hazzı karşılık verir. Başkaldırıya kadar varan ihtiras, Hayyam’ı edimsele iterken, Schopenhauer, iradeyi “öldürmek” ister. Hayyam, bu başkaldırıyla acısını dindirmeye çalışır. Hâyâl kırıklığı ve karamsar düşünüş tarzı Varlık’ın açıklanamaz oluşundan kaynaklanmaktadır, bu nedenledir ki Hayyam felsefi bir sistem sunmuyor: ne kendini ne de başkalarını herhangi bir düşünceye bağlamıyor. Dolayısıyla Hayyam, acıyı kabullenen fatalizmi seçmiyor, bizzat başkaldırıyor.
Ayrıca Hayyam, Schopenhauer’in tersine, belirlenimci, gerekirci bir anlayışa sahip değildir, şiddetle özgür iradeyi benimser ve insanın kendi yaşamı hakkında kendisinin belirleyici olduğundan yola çıkar; ihtirasla alevlenerek her şeyin son bulduğu yere, Hiç’e uzanır. Adsızlığın şairi Hayyam Tanrı huzuruna çıkıp, Varlık acısını ve bulantısını – şu Varlık ve Yokluk belâsını – dile getirir. İhtirasın ve ümitsizliğin bilgisiyle kavrulan bir edimdir ki, bu, aynı zamanda hem bir haz hem de bir başağrısıdır; sonu gelmeyen bu sohbette Tanrı’ya, kafa dengi dostuna, Varlık’ın her kademesinden geçen acılı mısralarını tek tek dillendirir.
İnançsız bir derviş, öğretisiz bir bilge ve “doğanın gizemini duyumsayan” bir düşünür için tüm açıklamaların ve ifadelerin tek adı var: işe yaramaz! Her bilginin arkasına bir soru işareti koyar Hayyam.
Schopenhauer’de irade yüce bir varlık, insanı esirleştiren kötü bir cindir. Ona karşı gelmek boş bir edim olur, çünkü insan ona mahkûmdur. Karamsarlık ve mizantropi Schopenhaer’in felsefesinin karakterleridir, Hayyam’sa hâyâlkırıklığı içinde duyumsal gülüşlerle Hiç’te kaybolur.
Stirner’in dilinde konuşacak olursak, Schopenhauer’in iradesi bir saplantıya benzer, sabit bir düşünce gibidir. Schopenhauer, iradeyi kırmak ister, Hayyam’sa onunla birlikte yola çıkar.
Sonuç: Dünyayı betimlemede her iki düşünür birbirlerine yaklaşırken, felsefi tabanda uzaklaşırlar birbirlerinden: Hayyam’a göre irade evrenin gizine verilecek yanıt değildir, bizzat varoluşun gücüdür o; Hayyam, haz ve acıyı yaşamın özellikleri olarak anlar ve evrenin gizemini bir kavrama indirgemekten şiddetle kaçınır, bu nedenle şu gizemli ifadeyle yetinir: “Her fırka beni bir başka türlü zanneder, ben kendimin efendisiyim; nasıl isem, öyleyim.” Bırakın konuşsunlar aklın köleleri; dünyanın yalnızca bir bakışımız olduğunu ve her bakışa inanmanın bir saplantı olduğunu anlayamayacaklardır. Bununla Stirner’in felsefesine girmiş bulunuyoruz.
[1] Arthur Schopenhauer, Die Welt als Wille und Vorstellung I. Erster Band, Haffmans Verlag 1988, s. 31.
[2] Schopenhauer, a.g.e., s. 423.
[1] Arthur Schopenhauer, Die Welt als Wille und Vorstellung I. Erster Band, Haffmans Verlag 1988, s. 31.
[2] Schopenhauer, a.g.e., s. 423.
Views: 111