Yıllar önceydi. Benim de içinde yer aldığım bir grup arkadaş, farklı şehirlerde yaşayan anarşist çevrelerin yayın faaliyetini tek bir çatı altında birleştirme sevdasına kapılmıştık. Bir dizi görüşme işi için 93 sonbaharında İzmir’e gitmem gerekmişti. Yazılarını beğenerek okuduğum, ama o güne kadar tanışamadığım Tayfun Gönül, nefes nefese Vedat Zencir’in atölyesine dalmış ve “Gazi sensin değil mi” diye sorduktan sonra “Vedat, Gazi’yle biz çıkıyoruz” demişti. Tayfun’la yola çıktık, çıkış o çıkış.
Ve hemen didişmeye başladık! O, İstanbul’da yayımlamakta olduğumuz Ateş Hırsızı dergisinin niçin İzmir Savaş Karşıtları Derneği’nin varlığını ve çalışmalarını görmediğine sitem etti. Haklıydı. Ben de ona, niçin Ateş Hırsızı’na ilgisiz kaldığını, selam-sabah etmediğini hatırlattım. Haklıydım. Sonunda “olur böyle şeyler” dedik birbirimize. Şimdi önemli olan Türkiye’de anarşist bir hareket yaratmak, örgütlemekti. Fakat biz, çıktığımız yolun daha başında, yaratılacak “anarşist hareketin” kimliği, karakteri, huyu suyu gibi teferruatta birbirimizle al takke ver külah olmaya başladık.
Güya ayrı duracaktık, yüzbin kere tövbe ettik, ama her defasında yeniden biraraya gelip kaldığımız yerden başladık. Ne o vazgeçti huyundan ne ben. Teneşir paklamaz Tayfun’u, o öte dünyada da hakikat arayışından vazgeçmez. Biliyorum, şimdi yattığı Kilyos mezarlığında da yan komşusuna dönüp
“birader ateşin var mıydı” diyerek “kilyos kabristan otonomu” çalışmasına başlar! 1993’ten beri ayrı şehirlerde, ayrı mahallelerde, ayrı evlerde de olsak Tayfun’la hayatımız iç içe geçti. Günler-geceler boyu Tayfun’un çay-kahve-sigara zulmüne maruz kaldım. Çok tartıştık, çok konuştuk, ama az şey yazdık. Cüssemizi çok çok aşan işlere kalkıştık. Kimini yaptık başardık, kimi hâlâ boynumuzun borcu; kimine de hiç başlamadık. Yarım yamalak bıraktığımız onlarca proje ise serüvenimizin fiyasko
sayfalarındaki çeşitliliğini koruyor. 70’li yıllardan itibaren bu ülkedeki toplumsal muhalefetin çeşitli evrelerini, iniş-çıkışlarını yaşadım. Birçok insan tanıdım. Kelle koltukta eylemciler, işinin eri devrimciler, cefakâr dava adamları/kadınları gördüm. Fakat, Tayfun Gönül’deki iç huzuru, barışıklığı, rahatlığı, gösterişsiz sıradanlığı, ruh enginliğini çok az insanda gördüm. O, iyi bir düşünsel birikime sahipti ama, fikirlerin ilkelerin esiri değildi. Farklı konularda deşmedikçe bilgili biri olduğunu anlayamazdınız. Tayfun zekiydi, kavrayışlıydı ama öngörülü değildi. Kendini bilen hinoğluhindi ama, her konuda arif değildi. Mükemmel bir analiz yeteneğine sahipti; soruna neresinden ve nasıl bakılması gerektiğini çok iyi bilen sağlam bir perspektife sahipti. Buna rağmen sık sık yanılmaktan, mantıksız önermelerde bulunmaktan kurtulmazdı. Ben bunu hep onun eylemlilik sabırsızlığına, heyecan ve neşesine yorarım. İyi bir müteşebbis, müzmin bir müflisti. Çünkü cömertti, dünya malında, şan şöhrette gözü yoktu. Kışın sıcak, yazın serin tutan, üzerinden hiç çıkarmayacağı tek bir giysisinin olmasını isterdi hep. Öyle ya, o bu dünyaya çamaşır yıkamaya mı gelmişti ki, her gün çamaşır yıkayıp değiştirsin! Gerçekten de haftalarca, gece-gündüz aynı gömleği üzerinden çıkarmadan giymek Tayfun’a yakıştığı kadar hiç kimseye yakışmazdı.
Defin merasimine katılan herkes onun erken gidişine, gençliğine hayıflandı. Ne gençliği yahu Tayfun çocuktu çocuk! Ben onun çocukluğuna yandım. Ve biz, dünyayı isteyen o koca çocuğu Karadeniz’e kıyı veren bir ormanda küçücük bir mezara sığdırdık.
“Ölüm de bir yolculuktur, bavulunu toplayıp gitmek gibi” derdin hep; güle güle Tayfuncuğum seni çok özleyeceğiz.
Gazi Bertal
Views: 133
[…] Tayfun’u Yitirdim, Yüreğim Yanıyor (Gazi Bertal – 14.03.2014) […]