Tolstoy’un Devlet Şiddeti ve Riyakârlığını Kınamasına Dair Detaylı Bir Fotoğraf – IV

0
1195

Sorumluluktan Kaçınmak

Daha önce bahsedildiği üzere iktisadi ve siyasi seçkinler, kitlelerin istismarı karşısında, sanki başka bir seçenek yokmuşçasına omuz silker.[1] Bunun değiştirilemez yasaların bir sonucu olduğuna dair kendi söyledikleri yalanlara hakikaten inanırlar.[2] Hatta Tolstoy, “hali vakti yerinde sınıfların buna inandığını, çünkü inanmak zorunda olduklarını” söyler.[3] Şöyle ki ya yaşam biçimlerinin tamamen soyguna ve cinayete dayandığının farkına varmaları gerekir ve aslında “son derece onursuz insanlar olduklarının ya da yaşanan ne varsa, genel fayda adına, ekonomi biliminin değişmez yasaları uyarınca yaşandığına inanmak zorundadırlar.”[4] Bilinçli ya da bilinçsizce, gerçek mesuliyetlerine gözlerini yumarlar ve dışsal demirden yasaları suçlarlar: hatalı olmadıklarına inanmak zorundadırlar çünkü aksi takdirde, şüphesiz, böyle davranmayı bırakırlardı.

Dahası devlet sistemi öyle düzenlenmiştir ki devlet şiddetinden aslında bir başkasının sorumlu olduğuna inanmak kolaylaşır. Hopton, her birimin sorumluluğu, sistemde ya bir üst ya bir alt birime nasıl attığını açıklar.[5]Ama Hopton’un ortaya koyduğu irdeleme konularının amaçlarıyla örtüşür biçimde, Tolstoy’un kendi sözleri burada tekrarlanmayı hak eder:

“Sosyal merdivenin en alt basamağında tüfekleri, tabancaları ve kılıçlarıyla askerler insanlara işkence eder ve öldürür ve bu yöntemlerle onları asker olmaya zorlar ve bu askerler yaptıklarının sorumluluğunun kendilerinden, onlara bu eylemleri emreden subaylarca alındığından tam anlamıyla emindir. Merdivenin en üst basamağında çarlar, devlet başkanları ve bakanlar, bu işkenceleri, cinayetleri ve zorla askere almaları emreder ve Tanrı tarafından yetkilendirildiklerinden ya da yönettikleri toplum kendilerinden böylesi emirler vermelerini beklediğinden, sorumlu tutulamayacaklarından tam anlamıyla emindirler. Bu iki aşırı ucun arasında, şiddet eylemlerine, cinayetlere ve zorla askere almaya nezaret eden orta seviyeli kişiler yer alır ve bunlar da sorumluluktan tamamen azade olduklarından tam anlamıyla emindir, kısmen üstlerinden aldıkları emirlerden ötürü ve kısmen de merdivenin daha aşağı basamaklarındakiler onlardan böylesi emirler beklediğinden.”[6]

Merdivenin her basamağında, kişiler yalnızca “vazifelerini” yerine getirdiklerini, yalnızca yapmak için atandıkları işin gereğini yaptıklarını düşünür.[7] Bazıları sadakat yeminleriyle bağlanmıştır, diğerleri yalnızca mesleki yükümlülüklerini yerine getirmektedir ama kesinlikle bir bütün olarak devletin gerçekleştirdiği acımasız eylemlerin sorumlusu değillerdir.

Bunun sonucunda, insanın yapısında olan ahlaki sorumluluk sistem tarafından seyreltilir. Tolstoy şöyle açıklar:

“Tek bir hâkim yoktur ki mahkemede ölüme mahkûm ettiği adamı, kendisi iple boğmayı kabul etsin. Üst sınıflardan hiç kimse bir köylüyü, kendi elleriyle ağlayan ailesinden koparıp hapse tıkmayı kabul etmeyecektir. […]”

Bu gibi işler, böylesi eylemler için duyulacak sorumluluğu ortadan kaldırıp, böylelikle hiç kimsenin bunların ne kadar doğaya aykırı olduğunu hissetmemesini sağlamayı kendine birincil vazife edinmiş toplum ve devlet denen o karmaşık makineden kaynaklanır. Bazıları kanunları yapar, diğerleri onları uygulatır. Başka birileri insanları disiplin kazanmaları yani mantıksızca ve sorumsuzca itaat etme alışkanlığı edinmeleri için terbiye eder ve eğitir. Yine başkaları ki bunlar en iyi terbiye edilmişleridir, nedenini niçinini hiç bilmeksizin insanları öldürmeye varıncaya dek, her türlü şiddeti uygular. İnsan kurumlarının böylesine dolanmış halde bulunduğumuz ağlarından zihnimizi bir an için kurtarabilmek yeter, bunun gerçek doğamıza nasıl da ters olduğunu görmeye.[8]

Görevlerin bu şekilde alt bölümlere ayrılması, insanların toplu halde nasıl olup da böylesine barbarca eylemler gerçekleştirdiğinin tek açıklamasıdır. Başkalarına uyguladıkları şiddet için, sistemin karmaşık işleyişindeki diğer bütün birimlerin katkılarıyla birlikte kendi katkılarının da en azından kısmi ahlaki sorumluk taşıdığı gerçeğini gözden kaçırırlar.[9]

Böylece devlet düzeninin bütün birimleri, özel vazifeleri olduğunu vehmedecek biçimde hipnotize olmuştur.[10] Yalnızca diğer insanlarla eşit insanlar olduklarını unutur ve aksine “kendilerini başkalarına […] bir tür özel örfi varlık gibi gösterirler: soylular, tüccarlar, valiler, hâkimler, subaylar, çarlar, bakanlar ya da askerler olarak; sıradan insani vazifelere değil, aristokratik, ticari, idari, hukuki, askeri, krallara ya da bakanlara özgü zorunluluklara tabii olarak.”[11] Sosyal işlevleriyle kendilerinden geçmişlerdir ve bir insan olarak en temel ahlaki sorumluluklarını bile göz ardı ederler.

Yönetici sınıflar bile kendilerini belli ölçüde hipnotize ederler.[12] Yine de bilinçli ya da bilinçsizce, sistemin sürmesini sağlayan onlardır: Tolstoy halka açık bir infaz için herhangi bir sorumluluk hissini ortadan kaldıran görevlerin alt bölümlere ayrılmasının, “bilgili ve aydınlanmış üst sınıflarca özenle ayarlanmış ve planlanmış” olduğuna inanır.[13] Belirli bir ölçüde devlet yetkilileri de herkes gibi hipnotize olmuştur ama eğitim alacak kadar şanslı olduklarından ve devlet mekanizmasının resmen başındaki insanlar olduklarından, aynı zamanda devletin herhangi bir şiddet eyleminin, herhangi bir kimsenin muhtemel bir sorumluluk hissine kapılmaması için zekice bölüştürüldüğünden emin olanlar da onlardır. Hem elbette kilise de (sözde ahlak halesiyle) gelip halka açık infazları onayladığında, insanlar da bunun o kadar da ahlaksız ya da kötücül bir şey olmadığına inanmaya itilirler.[14]

Öyleyse karmaşık devlet mekanizması, mevcut durumdaki gibi kilisenin de desteğiyle devlet (ya da İsa) adına işlenen ahlaksız eylemler için hiç kimsenin ahlaki sorumluluk üstlenmemesini sağlar. İnsanlar, düzeltmek için hiçbir şey yapmadıkları sosyal sorunlar için değiştirilemez yasaları suçlar ve devletin şiddet eylemleri için sorumluluğu ya üstlerine, onlara resmen emredenlere, ya da astlarına, bu emirlerin verilmesini talep edenlere ya da pis işleri onların adına bilfiil gerçekleştirecek olanlara aktarırlar. Bunun sonucu kolektif boyutta bir ahlaki çözülmedir. İşte bu yüzden Tolstoy Kant’tan şu alıntıyı yapar, “Bizler bir disiplin çağında yaşıyoruz, […] ama henüz hala ahlaki bir çağdan çok uzağız.”[15] Ahlak, disipline kurban edilir, devlet mekanizması içinde seyreltilir.

Vatanseverlik Hipnotizması

Bu disiplin, ahlakın devlete bu hipnotik havale edilişi, vatanseverlik denilen kör edici duygusal yüceltimle de beslenir. Bunun için Tolstoy vatanseverliği ölümcül bir mit, “çirkin ve zararlı bir sanrı”, “aldatıcı bir rüya”, “aptalca ve ahlaksız” bir his, “zalim bir gelenek” olarak görmüş, hatta “fiziksel bir salgın”a benzetmiştir.[16] Hopton’un kaydettiği gibi, vatanseverliğin tek amacı, yönetenlerle yönetilenleri ortak bir sanrıda birleştirmektir.[17]

Vatanseverlik, mevcut hükümete bağlılığı ve itaati sağlar.[18] Egemen sınıflar tarafından, konumlarını sağlama almak için organize edilir.[19] Bu egemen sınıflar, “diğer uluslara karşı her türlü adaletsizliği ve gaddarlığı işleyerek, onlarda kendi halklarına karşı düşmanlık uyandırarak ve sonra da bu düşmanlığı kendi halklarını yabancılara küstürmek için kullanarak vatanseverliği kışkırtır.”[20] Yapay olarak, bölmek ve yönetmek için, kaba nefrete ve savaşa teşvik etmek için uyandırılır ki sonra hükümet “muhteris ve paragöz amaçlarına” daha kolay ulaşabilsin.[21]  Bu açıdan bakıldığında vatanseverlik “kölelik”le eşdeğerdir.[22] Devletin onun sürmesine ihtiyacı vardır: vatanseverlik devletin ruhudur, kanıdır, onsuz devlet ortadan kalkar.[23]

Vatanseverlik ayrıca Dağdaki Vaaz ile de bağdaşmaz: kişinin kendi uyruğundan olanları tercih etmesi olarak vatanseverlik, İsa’nın komşunuzu ve düşmanınızı sevin öğüdüyle çelişir. Daha önceki zamanlarda yararlı olmuş olabilir ama İsa bu Şiddet Yasası’nı, “daha yüce olan, tüm insanların kardeşliği fikriyle”, Sevgi Yasası’yla değiştirmiştir.[24] Yine de İsa’dan iki bin yıl sonra vatanseverlik hala yaygındır; yapay düşmanlıkları, silahlanma yarışını, şiddeti ve istikrarsızlığı beslemeye devam etmekte ve “sözde Hristiyandünyanın halklarını” bir “barbarlık haline” indirgemektedir.[25] Gerçek Hristiyanbilincinin bu zalim vatanseverlik hissinden kurtulmak için düşünmesi gereken hala çok şey mevcuttur.[26]

Ancak vatanseverlik İsa’nın akılcı öğretilerini işitmiş olan kişileri bile gaddarlaştırabiliyorsa bunun tek sebebi, bu kimselerin çocukluklarının başlarından itibaren kendi uluslarını ve kendi devletlerini taparcasına sevecek biçimde hipnotize edilmiş olmalarıdır.[27] Devlet vatandaşlarının tümünde vatanseverlik uyandırmak için düpedüz rüşvet vermekten, yeni teknolojilerin kullanımına dek kitaptaki her türden numarayı deneyecektir.[28] Çocukluktan itibaren insanlara İsa’nın öğretilerine tamamen ters olan şeylere saygı duymaları öğretilir: şedit kurumları kutsal addetmeleri, hakaretlerin öcünü almaları, yargılamaları, hüküm vermeleri, direnmeleri ve savaşmaları…[29] Biraz daha yaşlandıklarında, erkekler çoğunlukla askere yazılmak mecburiyetindedirler ki burada insanlıktan uzak bir disiplin rejimi, en yumuşak, en Hristiyanruhları bile afallatmanın bir başka yöntemi olarak kullanılır.[30] Ordudaki katı talim, erkekleri insanlıklarından, uslarından eder[31] ve onları “zinde cinayet araçları”na döndürür.[32]

Nihayet çatışma başladığında, bütün “Hristiyanlar” birleşir ve körce savaş gayretine el verir. Tolstoy’un sözcükleri öylesine dokunaklı ve üslubunun öylesine karakteristik bir örneğidir ki, burada uzun bir alıntı yapmak gerekir:

Zenginler ahlaksızca elde ettikleri servetin önemsiz bir kısmını bu cinayet ülküsüne ya da cinayet uğraşına yardımın örgütlenmesine bağışlarken, kendilerinden devletin yılda iki milyar topladığı fakirler de aynı şekilde davranmak gerektiğine kanaat getirip, onlar da akçelerini sunar. Hükümet, sokaklarda Çar’ın portresini taşıyarak, şarkılar söyleyip, hurra diye bağırarak yürüyen ve vatanseverlik bahanesiyle her türlü aşırılığı işleyen aylaklar topluluklarını dolduruşa getirip teşvik eder. Rusya’nın, başkentinden en ücra köyüne dek her köşesindeki kiliselerde rahipler, kendilerine Hristiyandiyerek, kişiye düşmanını sevmeyi emreden Tanrı’ya, sevginin Tanrısı’na, şeytanın işine, insanların katline yardım etmesi için dua ederler. Dualarla, vaazlarla, teşvik edici sözlerle, geçit törenleriyle, fotoğraflarla ve gazetelerle sersemletilmiş, toplara yem olacak yüzbinlerce erkek, bir örnek giyinmiş ve ellerinde çeşitli ölümcül silahlarla anne-babalarını, karılarını, evlatlarını bırakıp, kalplerinde acıyla ama bir yüreklilik gösterisi sergileyerek, kendi hayatları pahasına en dehşet fiili işleyecekleri, tanımadıkları ve kendilerine hiçbir kötülük etmemiş adamları öldürecekleri yere giderler. Ve arkalarından, bir nedenle yurtlarındaki sıradan, barışçıl, ıstırap çeken insanlara değil de yalnızca kendilerini birbirlerini katletmeye kaptırmış olanlara hizmet edebileceklerini varsayan doktorlar ve hemşireler gider. Geride kalanlar, insanların katledildiği haberleriyle sevinirler ve çok büyük sayıda Japon’un öldürüldüğünü öğrendiklerinde, Tanrı adını verdikleri birine teşekkür ederler.[33]Vatanseverliğin dehşet verici başarıları işte bunlardır. Sersemletilmiş, hipnotize edilmiş, gaddarlaştırılmış koskoca “Hristiyan” ulusların her biri, bütün kaynaklarını kendileri gibi başka insanları öldürmeye akıtmakta (bazen birbirlerine karşı) birleşir. Böylece İsa’nın bilgelik dolu emirleri bir yana, geride bıraktıkları yurtlarındaki toplumsal sorunları bile unuturlar. Vatanseverlik çılgınlığı, insanlara makul addettikleri ne varsa tam tersini yaptırmayı başarır.

Bütün insanlar barış istediklerini söylerler ama anavatanı, inançlarını, onurlarını, hatta uygarlığın ta kendisini savunmaya (yapay olarak yönlendirilerek) hazırdırlar; dahası kimileri kendini savaşmaya mecbur hissedecektir çünkü İsa’nın bunu yapmamaları uyarısına rağmen, hükümetlerine bağlılık yemini etmişlerdir.[34] Buradaki bariz çelişkiyi açıklamaları istense, böylesi tartışmalar için fazla meşgul olduklarını, kaldı ki zaten bu tartışmayı yersiz bulduklarını, hem ayrıca koca bir ulus yardım çığlıkları atarken tartışmanın vakti olmadığını söyleyeceklerdir.[35] Bir başka deyişle, vatanseverlik insanları devletin iradesine teslim olacak biçimde hipnotize etmenin inanılmaz derecede başarılı bir yöntemidir.

Temel Paradoks: Zorunlu Askerlik

Tolstoy bu nedenle insanların, birleşen ve birbirini destekleyen dört yöntemden oluşma bir şiddet çemberine yakalandığını ileri sürer.[36] Birincisi, devlet organizasyonunun kutsal ve sabit, kendisini değiştirmeye yönelik herhangi bir çabayı zalimce cezalandıran bir şey olarak sunulması aracılığıyla, sindirmedir.[37] İkincisi, serveti çalışan nüfustan alıp, kendilerine verilen meblağları halkın köleleştirilmesini pekiştirmekte kullanacak yetkililere aktarmayı içeren, yozlaşmadır.[38] Üçüncüsü, insanların manevi gelişimini sekteye uğratan ve öğretimin ilk yıllarından, anıtları, festivalleri, sansürü ve benzeri araçları kullanarak vatansever ve dinsel boş inançların teşvik edilmesine, girift bir biçimde örgütlenen halkın hipnotize edilmesidir.[39] Dördüncü yöntem, sersemletilmiş kitleler arasından birtakım güçlü adamların seçilip daha da çok sersemletilmesini ve gaddarlaştırılmasını, böylelikle devlet şiddetinin itaatkâr vasıtaları haline getirilmelerini içerir, yani askere almadır.[40]

Ayrıca Tolstoy için zorunlu askere alma, “Hristiyan” devletlerin yaşam biçimlerindeki derin çelişkilere mükemmel bir örnek teşkil eder.[41] Hristiyançocuklar, öteki yanaklarını çevirmeleri gerektiğini öğrendikleri pazar okuluna gönderilirler ki buradan doğruca direnmeyi, nefret etmeyi, öldürmeyi öğrenecekleri orduya yollanabilsinler.[42] Yani erkeklere aynı anda hem Hristiyanhem de gladyatör olmaları öğretilmektedir[43] ve Hristiyanlığın resmi öğretmenleri, çelişkili bir biçimde bu iki öğretimle de ilişkilidir.[44] Kilise, başka türlü İsa’nın akılcı öğretilerine bariz bir biçimde ters görünecek olan bir şeyi onaylamak için otoritesini kullanarak önemli bir rol oynar.

Genel olarak, acemi askerleri şekillendirmek için kullanılan “eğitim yöntemleri” şunlardır: “aldatmaca, sersemletme, dayak ve votka.”[45] Hep birlikte, bir yıl içinde, “iyi, akıllı, sağlam zihinli delikanlıların, tıpkı eğitmenleri gibi gaddarlaşmış birer varlık”a dönüşmesini sağlarlar.[46] Bu acemi askerler düşünmeyi bırakır, vicdanlarının sesini bastırırlar ve körcesine ve itaatkârca boyun eğmeyi öğrenirler; o kadar ki orduya katılarak ironik bir biçimde kendi köleleştirilişlerinin failleri haline geldiklerinin farkına bile varmazlar.[47] Bu yüzden İmparator Büyük Frederick’in, “Eğer askerlerim düşünmeye başlasaydı, içlerinden bir teki orduda kalmazdı,” demesi pek şaşırtıcı değildir.[48] Ordunun varlığı, acemi askerlerin sersemletilmesine ve gaddarlaştırılmasına bağlıdır. Aksi takdirde hem Hristiyan hem de asker olmanın, hele de kendi köleleştirilişlerinin işbirlikçiliğini yapmanın nasıl da çelişkili bir durum olduğunu fark ederlerdi.

Ancak bu zorunlu askerlik paradoksu, Tolstoy’u hemen mevcut durumu ideal Hristiyan toplumuyla kıyaslamaya iter ki bu Tolstoy’un düşüncesinin çok ilginç bir kısmı olmakla birlikte, bu makalenin bağlamı dışına çıkmaktadır. Tolstoy açısından buradaki mesele, tarihin İsa’nın öğretilerinde ima edilen toplumsal devrimi kayda geçiriyor olmak yerine, İsa’nın akılcı emirlerini çiğneyip geçen ve safça İsa’nın takipçisi olduklarına inananları köleleştiren zalim, sahtekar ve hipnotik bir toplumsal sistemin, siyasi ve dini seçkinler eliyle kuruluşunu anlatmasıdır. Bu paradoksun en aşikâr hali, Tolstoy’a göre, “Hristiyan” devletlerin zorunlu askerlik uygulamasıdır.

Tolstoy’un Eleştirisinin Güncel Geçerliliği

Öyleyse Tolstoy’un düşüncesi bize ne söyler? Yinelediği tema, devletin, insanlığın firar etmesi gereken bir hapishane olduğudur ki bu kaçış ancak devletin suçlusu olduğu şiddet ve aldatmaca ifşa edilirse gerçekleşebilir. Tolstoy bir anarşist olarak adlandırılmaktan rahatsızlık duyar çünkü o zamanlar kavramın sıradan bir biçimde ilişkilendirildiği şiddet, onun devleti mahkûm edişinin temelini oluşturan şiddetsizliğe tamamen zıttır. Ne var ki devlet karşıtı bu hükmü ve devletsiz bir toplum kurulması umudu, onu önde gelen anarşist düşünürlerin geniş kapsamlı ve eklektik topluluğunun önemli figürlerinden biri yapar.[49] Ayrıca, insanların “anarşistler’in bombalarından korkup da kendilerini en korkunç musibetlerle sürekli tehdit eden şu korkunç organizasyondan korkmamalarını,”[50] istisnai ve tek tük bombalardansa, devletin daimi boyunduruğundan kaygılanmamalarını tuhaf bulur.

Bundan yüz yıl önce üretmiş olsa da Tolstoy’un devlet şiddetiyle ilgili suçlamaları günümüzde hala (neredeyse tartışmasız biçimde) geçerliliğini sürdürür.[51] Ortadoğu’nun yakın tarihinin işaret ettiği gibi, (kısmen de olsa) başka ülkelerin kaynaklarını sömürmek için yapılan savaşlar sürmekte ve arkalarından daha çok çatışma çıkmasına neden olmakta. Yasalar hala Tolstoy’un betimlediği anlamda şiddete yol açmakta ve uzlaşı, çoğunluk tahakkümünün yerini alana dek de açmaya devam edecek. İktisadi sömürü günümüzde küresel ölçeğe yayılmış durumda ki bu da bir uyum görüntüsünü bozabilecek herhangi bir şeyin gizlenmesini daha da kolaylaştırmakta. Dahası gücün hala, başlangıçta en umut veren siyasi liderleri bile yozlaştırdığı söylenmekte.

Devletin aldatmacı yapısına gelince, bunda da değişen pek bir şey yok gibi. Birleşmiş Milletler savaşlara son vermek için kurulmuştu, gel gör ki büyük güçler hala riyakârca ya buradaki mekanizmaları, bir sonraki savaşlarını meşrulaştırmak için kullanmaya çalışıyor ya da bu mekanizmaları hiç işletmiyor. Yurt içinde de liderler, sosyal bilimlerin ebedi yasalarına atıflarla gerçekten köklü reformlar yapmaktan kaçınıyor. Devlet düzeninin parçası olan birimler, devlet şiddeti için sorumluluk üstlenmekten kaçınmaya devam ediyor: göstericilere karşı yasal şiddeti sonuna dek kullanan polisler emirlere uyduklarını söyler, yasayı ilk düzenleyen yasa yapıcılar yalnızca seçmenlerinin görüşlerini temsil ettiklerini söyler ve ara kademelerdekiler de benzer biçimde yalnızca görevlerini yaptıklarını iddia eder. Vatanseverlik günümüzde bazı ülkelerde artık kilisenin işbirliğine dayanmıyor olabilir ama bu vatandaşlık dersleri, bayrak yakma ve uluslararası futbol çağında, devletin faydalandığı temel bir hipnotizma aracı olmayı sürdürmekte.

Zorunlu askerlik, devletin aldatmacı yapısında, Tolstoy’un ölümünden bu yana önemini yitiren tek öge olabilir. Ama zaten Tolstoy onu, Hristiyan olduğunu iddia eden bir devletin sürekli bir ordu bulundurmasındaki çelişkiyi açıklamak için kullanmıştır. Günümüzde bu çelişki daha az aşikârsa, bu yalnızca çok sayıda devlet profesyonel orduya geçiş yaptığı için değil, aynı zamanda Hristiyanlığın oynadığı rol, Tolstoy’un zamanında hala sürmekte olan önemini büyük ölçüde yitirdiğindendir.

Ne olursa olsun, herhangi bir ideal Hristiyan toplumuyla kıyaslamaları bir yana, Tolstoy uzun zaman önce ölmüş olsa da, devletin şedit ve aldatmacı olduğu eleştirisi, 21. yüzyıl için de anlamlı olmayı sürdürüyor ki bu da onun klasik anarşist düşünürler ailesinin, değerli bir üyesi olmaya devam ettiği anlamına geliyor. Bu makale, onu yeni okuyuculara tanıtmak ve yazdıkları üzerine başka çalışmalar yapılmasını teşvik etmek için, Tolstoy’un anarşist eleştirisini konulara ayırarak incelemeye çalışmıştır. Eğer devlet hakkındaki değerlendirmesi kısmen bile doğruysa, insanlığa kendi kendilerini soktukları hipnotik uykudan uyanmaları ve sevgiyle ve bağışlamayla yaşamaları (ki Tolstoy bunu bütün bu şiddete ve aldatmacaya karşı olası tek çözüm olarak görüyordu) çağrısı yeniden değerlendirilebilir.

Yazar, bu makalenin önceki taslakları üzerine yaptıkları yararlı yorumlar için Stefan Rossbach’a, Nassos Christoyannopoulos’a, Sharif Gemie’ye, Ruth Kinna’ya ve üç anonim hakeme teşekkür eder.

Alexandre J. M. E. Christoyannopoulos

Çev. Yasemin Reis


[1]     Tolstoy. “The Slavery of Our Times.”Bölüm 2.

[2]     Tolstoy. “The Slavery of Our Times.”Bölüm 3.

[3]     Tolstoy. “The Slavery of Our Times.” s. 85 (vurgular eklenmiştir)

[4]     Tolstoy. “The Slavery of Our Times.” s. 85-86.

[5]     Hopton. “Tolstoy, God and Anarchism.” s. 37.

[6]     Tolstoy. “The Kingdom of God Is within You.” s. 351; benzerfikirler 325 ve 326. Sayfalarda da ifade edilmektedir.

[7]     Tolstoy. “The Kingdom of God Is within You.” s. 320, 352-358.

[8]     Tolstoy. What I Believe. s.46-47.

[9]     Tolstoy. “The Kingdom of God Is within You.” s. 349.

[10]    Tolstoy. “The Kingdom of God Is within You.” s. 358.

[11]    Tolstoy. “The Kingdom of God Is within You.” s. 354.

[12]    Tolstoy. “The Kingdom of God Is within You.” s. 360

[13]    Tolstoy. “I Cannot Be Silent.” s. 396.

[14]    Tolstoy. “I Cannot Be Silent.” s. 394-402. Tolstoy’un kiliseyi geniş eleştirileri bu makale için oldukça büyük bir konuyu oluşturur – onun devlete olduğu kadar kiliseye de eleştirel olduğunu belirtmek yeterlidir sanırım. Ve onları başkalarının günahkârlıklarının suç ortağı olarak görür.

[15]    Tolstoy. “The Law of Love and the Law of Violence.” s. 211.

[16]    Sırasıyla: Tolstoy, “Patriotism and Government.” s. 503; Tolstoy. “Christianity and Patriotism.” s. 460, 469, 472, 435.

[17]    Hopton.“Tolstoy, God and Anarchism.” s. 38.

[18]    Tolstoy. “Christianity and Patriotism.” 1 466.

[19]    Tolstoy. “Patriotism and Government.” s. 508.

[20]    Tolstoy. “Patriotism and Government.” s. 509.

[21]    Tolstoy. “Christianity and Patriotism.” s. 474.

[22]    Tolstoy. “Christianity and Patriotism.” s. 475.

[23]    Tolstoy. “Patriotism and Government.” s. 527.

[24]    Tolstoy. “Patriotism and Government.” s. 507.

[25]    Tolstoy. “Patriotism and Government.” s. 511.

[26]    Tolstoy. “Patriotism and Government.” Bölüm 9.

[27]    Tolstoy.“The Kingdom of God Is within You.” s. 466; Tolstoy. “Christianity and Patriotism.” s. 332-333.

[28]    Tolstoy. “Christianity and Patriotism.” Bölüm 15.

[29]    Tolstoy.What I Believe. s. 21.

[30]    Tolstoy.“The Kingdom of God Is within You.” s. 30-3

[31]    Tolstoy.“The Slavery of OurTimes.” s. 123.

[32]    Tolstoy, Leo. Thou Shalt Not Kill.”Recollections and Essays.çev. Aylmer Maude, London: Oxford University Press, 1937, s. 196.

[33]    Tolstoy. “Be Think Yourselves!” s. 212-213.

[34]    Tolstoy. “Be Think Yourselves!” Bölüm 4.

[35]    Tolstoy. “Be Think Yourselves!” s. 221-222.

[36]    Tolstoy. “The Kingdom of God Is within You.” s. 211.

[37]    Tolstoy. “The Kingdom of God Is within You.” s. 2l1-212

[38]    Tolstoy. “The Kingdom of God Is within You.” s. 212.

[39]    Tolstoy. “The Kingdom of God Is within You.” s. 212-214.

[40]    Tolstoy. “The Kingdom of God Is within You.” s. 214-215.

[41]    Tolstoy. “The Kingdom of God Is within You.” bölüm 7.  İkinci Dünya savaşından bu yana böyle devletlerin pek çoğu profesyonel bir ordu kurmak için bir adım geri atmış olmalarına rağmen (fakat sadece insan gücü kaybını telafi etmek için caydırıcı olarak nükleer silahların tehdidine güvenmekteler) öyle bir aşağı seviyeye gelmişlerdir ki devletin Hristiyanolmadığının farkına varılması aşikâr olmuştur. Bunun yanında, Tolstoy muhtemelen kurnaz bir yol olarak profesyonel orduya  dönmenin elitler için doğal olan bu özel çelişkilerin ‘Hristiyan’ toplumların daha az parlamasına neden olduğunu görmekteydi. Tolstoy için her ikiyol da, evrensel zorunlu askerlik çağrısı – güçlü birşey olmasına rağmen – devlete karşı olma durumunu desteklemek için sadece bir örnektir. Bu onun devleti sevmemesinden dolayı değil, fakat sadece devletin dayandığı önemli zıtlıkların nihai bir tablosu olduğundan dolayıdır da.

[42]    Tolstoy. “The Kingdom of God Is within You.” s. 139.

[43]    Tolstoy. “The Kingdom of God Is within You.” s. 146.

[44]    Tolstoy. What I Relieve, s.95; Tolstoy, “The Kingdom of God Is within You.” s. 338-339.

[45]    Tolstoy. “The Kingdom of God Is within You.” s.  341.

[46]    Tolstoy. “The Kingdom of God Is within You.” s. 341.

[47]    Tolstoy. “The Kingdom of God Is within You.” s. 195.

[48]    Tolstoy. “Be Think Yourselves!” s. 229

[49]    Hopton. “Tolstoy, God and Anarchism.”

[50]    Tolstoy. “Patriotism and Government.” s. 517.

[51]    Bugün eşit şekilde geçerli olan onun insanlığa çağrısından vazgeçilmiş olması ve herkes için şiddet araçlarının kullanımının genelde övgüye değer bir sonu başarmayı amaçlamasıdır (bu bakış açısı şiddetin kullanılması üzerine anarşistler arasındaki bitmek bilmez tartışmalarda Tolstoy’un durumunu açıkça ifade etmektedir.) Bu özel durum ve onun ‘terörizme karşı savaş’la alakasına dair tartışma şu makalede yapılmaktadır: Alexandra J. M. E. Christoyannopoulos, “Turning the Other Cheek to Terrorism: Reflections on the Contemporary Significance of Leo Tolstoy’s Exegesis of the Sermon on the Mount,”Politics and Religion, 1/1 (2008). (Yakında yayınlanacak.)[Bu makale halihazırda itaatsiz.org’da yayınlanmıştır]

Views: 191

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz